Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Hayatta hiçbir şeyin üzülmeye değmeyeceğini savunan sözler, iyi enerji motto’ları, kalpler, gülücükler… Gerçeklerle yüzleşmeyi erteleyen “toksik pozitiflik” de yaşadığımız çağın sorunlarından biri.
Felaketi çağrıştıran kelimeleri art arda sıralamak istemem ama dünyanın dört bir yanında insanlar pandemi dönemi kaygıları, finansal belirsizlikler, yalnızlık ve hayal kırıklıklarıyla boğuşurken, iyi hissetmenin pek de kolay olmadığı zamanlarda yaşıyoruz. “En yakın arkadaşlarımdan birine ne zaman içimi döksem, ‘Senden daha beter durumda olanlar da var, hâline şükret, kötü şeyler düşünme’ diyor. Hissettiklerimden utanır duruma geldim” diye anlatıyordu geçtiğimiz günlerde bir yakınım. Eminim bu tür sözleri hepimiz sık sık duyuyoruzdur. Tıpkı sosyal medya akışlarımızda bolca gördüğümüz “Yalnızca pozitif titreşimler, sadece gülümse, endişeyi bırak mutlu olmaya bak” yazıları gibi… Herkes eğleniyor, şık giyiniyor, kusursuz görünen evlerde, rüya gibi tatillerde çekilmiş fotoğraf kareleriyle telefon ekranlarımızdan bize gülümsüyor. Sonuç olarak “her şeyin fazlası zarar” misali, zehirli olabilen pozitiflik de tam olarak bu noktada etrafımızı sarıyor.
Toksik pozitiflik; Amerikalı psikologlar Jamie Long ve Samara Quintero tarafından “kişilerin tüm durumlara karşı aşırı ama etkisiz bir mutluluk ve optimistlik ile yaklaşması” olarak tanımlanmış. Çınar Danışmanlık Merkezi’nden Uzman Klinik Psikolog Dilara Savaş, “Yaşadığımız olumsuz duyguları, daha kabul edilebilir olan olumlu duygulara dönüştürmeye gayret ediyoruz. Bunu yaparken aslında negatif duygularımızı sessize alıyor, kendimizi ait olduğumuz çevreden izole ediyor ve vücudumuzun daha çok stres hissetmesine sebep oluyoruz” diyor. Savaş’a göre, bu stres insanlara depresyon ve anksiyete olarak yansıyabiliyor ve durum tıpkı Carl Jung’un “neye direnç gösterirsek o güçlenir” sözüyle anlattığı gibi bir kısır döngüye dönüşüyor. Duygularımızı inkar ettikçe, onları daha da güçlü hâle getiriyoruz. Düşünün, zaten üzgünken bir de üzgün olmaya üzülmek, stresliyken “stresli olmamam gerek” diye daha çok strese girmek ne kadar yorucu…
Uzun süredir kitapçıların “çok satanlar” raflarından inmeyen Ustalık Gerektiren Kafaya Takmama Sanatı kitabının yazarı Mark Manson’a kulak verelim mesela. “Her şeyi iyi tarafından görmek iyi bir şey gibi görünse de gerçek şu ki, hayat bazen berbattır ve yapabileceğiniz en sağlıklı şey de bunu kabul etmektir” diyor yazar ve ekliyor: “Negatif duyguları inkar etmek daha derin ve daha uzun ömürlü negatif duygulara ve duygusal bozukluğa neden olur. Sürekli pozitif olmak hayatın sorunları için geçerli bir çözüm değil, bir inkar biçimidir. Daha pozitif bir deneyimi arzu etmenin kendisi negatif bir deneyimdir. Ve de tam tersine, insanın negatif deneyimini kabul etmesinin kendisi pozitif bir deneyimdir.” Yani, gerçekten ne hissettiğinizi saklıyor, duygularınızı görmezden geliyor, hissettikleriniz için utanç ya da suçluluk duyuyor ve kendinizi sürekli “daha kötüsü de olabilirdi” diye avutuyorsanız dikkat! Sizi gerçek duygularınızla başa çıkmaktan alıkoyan toksik pozitifliğin ağına yakalanmış olabilirsiniz. Ama korkmayın, belki üzerine biraz çalışmak gerekiyor ancak dengeyi yakalamak çok zor değil. İşe, hayatta iyi günlerin de kötü günlerin de var olduğunu kabullenip kendimizi acımasızca yargılamadan —ama aynı zamanda da aldatmadan— başlayabiliriz mesela. Ya da üzerimizi gerçek duygularımızı saklayan sahte mutluluk katmanlarıyla sarmak yerine kendimizi koşulsuzca sevmeyi öğrenebilir, yok saymak veya mücadele etmek yerine her duygumuza nazikçe yaklaşmayı, onlarla gerçekten tanışmayı deneyebiliriz. Tabii kendimizi toksik pozitiflikten arındırırken etrafımızdakilere olan yaklaşımı da gözden geçirerek… Zira bazen etrafımızdakilere iyilik yapmaya çalışırken onların duygularını yeterince yansıtamamasına sebep olmamız da mümkün.
Hangimiz sevgilisinden ayrıldığı için çok üzgün olan bir arkadaşına “sen daha iyilerine layıksın” dememiştir ki? Ya da işsiz kalan, değerli bir eşyasını kaybeden birine “boşver canın sağolsun”? Kimse, kendini mutsuz ve umutsuz hisseden birine umut aşılamaya çalışmanın kötülük olduğunu söyleyemez elbette. Ancak karşıdaki kişinin kendini ifade etmesine zaman tanımadan lafı geçiştirerek negatif tecrübeleri yok saymak, ilişkilerimizde samimi olmayan bir boşluk yaratabiliyor. Hatta karşımızdaki, yaşadıklarının küçümsendiği hissine kapılabiliyor. Ne de olsa negatif duygularla yüzleşmek de hatalardan ders çıkarmanın bir parçası ve bazen herkesin yalnızca “seni anlıyorum” sözünü duymaya ihtiyacı var. Tam da bu yüzden dilimizi “boşver takma kafana, her şeyin bir sebebi vardır, iyi tarafından bak, gülüp geç, bu kadar negatif olma” kalıplarından soyutlamaya çalışıp yerlerine “böyle hissetmen normal, zor olduğu eminim ama ben yanındayım, sana yardım etmek için ne yapabilirim” koyabiliriz. Ne demişler, her şey insanlar için.