Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Zeynep Akdoğan ve Elif Şevval Yürüten, en yanlış tanınan hastalıklar listesinde yer alan Borderline Personality Disorder’ı, keskin belirtileri, umut vaat eden tedavileri, sosyal medyadan modaya uzanan popüler kültür yansımalarıyla masaya yatırıyor.
Kolaj: Hilal Can
Girdiği orta yaş bunalımı yüzünden evliliğinde ve kariyerinde batağa saplanan Miles Elliot, bir meslektaşının tavsiyesi üzerine potansiyelini zirveye çıkarmayı vaat eden lüks bir spa’ya gider. O kadar çıkmazdadır ki, DNA detoksu tedavisinin 50 bin dolarlık ücretini ödeyip kendini uzmanlara teslim eder. Anesteziyle uygulanan kısa bir uyku seansından sonra gözlerini açtığında, gerçekten de yepyeni bir adam olmuştur. Mutfakta eşi için harikalar yaratan, pozitif enerjisiyle ofiste ışık saçan yepyeni bir Miles vardır artık. Bir başka sahnede, eski Miles, poposunda bebek beziyle bir kefene sarmalanmış halde bulur kendini.
Geçtiğimiz ay Netflix’te vizyona giren Living with Yourself (Kendinle Yaşamak), istemeden kendini klonlatan ve depresyonuna bu sayede çare bulan Miles Elliot’ın trajikomik hikayesini konu alıyor. Paul Rudd’ın başrolde olduğu yapımda, ana karakterin iki farklı versiyonunun ruhsal, zihinsel ve çoğu zaman fiziksel çatışmasını izliyoruz. Bir yanda düşük öz-imajı, depresif düşünce yapısı ve umursamaz hareketleriyle insanları küstüren, ilişkilerini tehlikeye atan ‘orijinal Miles’, ötekinde ise topluma uyum sağlayacak yetilere sahip, minnet dolu, enerjik ve coşkulu klonu ‘yeni Miles’ var.
Şimdi, arkanıza yaslanın ve kurmaca bu senaryoyu teknolojik unsurlarından ayırıp ciddiyetle gerçek hayata ve kendinize uyarlamayı deneyin. Sahi bir düşünsenize, kişiliğinizin iki versiyonu olduğunu ve birbirine zıt bu karakterlerin sırayla benliğinizi devraldığını... Ara mevsimleri atlayıp yazdan kışa geçtiğinizi, ruh halinizin varlık ve hiçlik, cennet ve cehennem kutupları arasında gidip geldiğini... Kendinizi nasıl hissederdiniz? Duygu ve davranışlarınızı kontrol altında tutabilir miydiniz örneğin, veya sosyal çevrenizle istikrarlı ilişkiler kurmakta zorlanır mıydınız?
Borderline Personality Disorder (BPD), Türkçe’siyle Sınırda Kişilik Bozukluğu (BKB) da böyle bir zihinsel hastalık işte. Döngüsel olarak değişim gösteren duygu durumunun beraberinde getirdiği tutarsız davranışlarla baş gösteriyor. Etkileri hafife alınır türden değil. Zira birkaç saat ya da günlerce sürebilen öfkeli, bunalımlı ve kaygılı ruh hali, çoğu zaman kişinin kendine zarar verebilecek seviyede riskli ve dürtüsel eylemleriyle sonuçlanabiliyor. Sosyal ilişkilerde de çetrefil sorunlara yol açan rahatsızlığı, Amerika Birleşik Devletleri’nin temel sağlık kurumu National Institutes of Health (NIH) şöyle özetliyor: “Ruh halinde ani iniş çıkışlar yaşayan BPD’li birey, benliğinden ve dünyadaki işlevinden kuşku duyar. Dolayısıyla, ilgi alanı ve değer yargıları aniden değişebilir. Her şeyi uçlarda, çok iyi ya da çok kötü olarak değerlendirme eğilimi ilişkilerinde de etkilidir. Bugün arkadaş olarak benimsediği bir kişiyi, yarın düşman bellemesi mümkündür.”
Konuyu biraz daha yavaştan alıp açalım. Bu hastalığı diğer zihinsel rahatsızlıklardan ayıran en önemli özellik, duygusal dengesizlik. İstanbul Terapi bünyesinde görev yapan uzman psikolog Emir Erünsal, “Bazı rahatsızlıklar dönemseldir” diye giriyor söze. “Tıpkı depresyon gibi, bu rahatsızlıkların bir başlangıç ve bitiş noktası vardır. Birey, daha evvelki zamanlarda bu koşulda ve duygu durumunda yaşamadığının bilincindedir. Öte yandan, kişilik bozuklukları kroniktir ve yıllarca sürebilir. Hatta birey, kendi kişilik bozukluğunun farkında bile olmayabilir. İlişkilerinde sorun yaratan unsurun kendine has, doğal bir nitelik olduğunu düşünerek, davranışlarını meşrulaştırabilir.”
Rüya ve kabus. Gökkuşağı ve fırtına. Yaşam ve ölüm... Sıfırdan 100’e uzanan duygular cetvelinde daima uçurumun eşiğinde, sınırlarda yaşayan birileri var.Zeynep Akdoğan ve Elif Şevval Yürüten, en yanlış tanınan hastalıklar listesinde yer alan Borderline Personality Disorder’ı, keskin belirtileri, umut vaat eden tedavileri, sosyal medyadan modaya uzanan popüler kültür yansımalarıyla masaya yatırıyor.
Kendinize veya çevrenizdekilere teşhis koymadan önce, aşağıdaki özellikleri dikkatle incelemenizde fayda var. Zira NIH, genellikle çocukluk travmalarıyla süregelen, ergenlik ve erişkinliğe geçiş dönemlerinde baş gösteren BPD teşhisi için bu kriterlerden en az beşinin görülmesini şart koşuyor.
-Gerçek veya hayal ürünü olan terk edilme olasılığını önlemek için hızla ilişkiler başlatmak (fiziksel veya duygusal) veya terk edilme korkusundan ötürü biriyle iletişimi koparmak
-Aile ve arkadaşlarla, aşırı yoğun ve sevgi dolu (idealleştirme) ile aşırı nefret ve öfke dolu (devalüasyon) arasında gidip gelen yoğun ve istikrarsız ilişkiler kurmak
-Çarpık ve tutarsız öz-imaj ve benlik duygusu
-Kumar, alışveriş çılgınlığı, madde bağımlılığı, birden fazla partnerle korunmadan cinsel ilişkiye girme, aşırı yeme, dikkatsiz araç sürme gibi risk teşkil eden seçim ve davranışlar
-Kendine fiziksel zarar verme eğilimi
-Tekerrür eden intihar düşünceleri ve tehditleri
-Kronik olarak deneyimlenen boşluk hissi
-Uygunsuz durumlarda şiddetli öfke göstermek, öfkeyi kontrol edememek
-İnsanlara güvenmekte zorlanmak, maksatlarından sebepsizce korku duymak
-Paranoyak düşünceler ve ayrışma duygusu (olumsuz duyguları hissetmemek için kendini dışarıya alıp, olayı başka biri yaşamış gibi hissetmek)
-Birkaç saatten birkaç güne uzanan değişken ruh halleri
Kolaj: Hilal Can
“Duygusal bir düzen oturtmakta hep zorlandım. Ya çok yükseklerden uçtum ya diplerde süründüm. Duygularım o kadar sık aralıklarla değişiyordu ki, nasıl veya neden böyle hissettiğimi düşünecek vakit dahi bulamıyordum.” Bu sözler, New York merkezli The Cut dergisine röportaj veren otuz bir yaşındaki isimsiz bir BPD hastasına ait. Şöyle devam ediyor: “Çabuk parlayıp çabuk sönen bir öfkem vardı, sonrasında yerini suçluluk ve utanç duygusuna bırakan. Arkadaşlıklarımı ve romantik ilişkilerimi noktalayan da hep ben oldum. Hani insanlar terk edilmemek, ben ayrıldım diyebilmek için harekete geçerler, erken davranırlar ya, ona benzer bir psikolojiydi benimkisi.”
Borderline dünyasının derinliğini anlamak için bir egzersiz yapalım. Farklı karakterlere bürünebilen, sahneye göre kılıktan kılığa giren, sevgi eksikliğini toplumun onayıyla, alkışla telafi etmeye çabalayan bir oyuncu canlandırın gözünüzde. Yüksek performansıyla sahnenin yıldızı, ortamın ilgi odağı olmayı arzuluyor. Ancak oyun bittiğinde ve perde kapandığında, karanlık sahne arkasında kendiyle baş başa kalıyor. Benliğini başkalarının düşünceleri üzerinden tanımlayan BPD hastasının en büyük fobisi, sessizlik ve yalnızlık ikilisi. Kendiyle bağ kuramayan, öz sevgi ve öz onayına sahip olmayan bu bireyi, yaşam ve ölüm, siyah ve beyaz gibi sınırlara iten unsur, ışıklar kapandığında hissettiği boşluk duygusu. Bu duyguyu geçiştirmek için de kendine zarar verebilecek riskli eylemlerden medet umuyor.
Her fırsatta medyaya dalaşan, yürüme engellileri küçümseyici sözler sarf eden, öfke dolu büyük harfli tweet’leriyle sansasyon yaratan, deha olduğunu iddia edip dünyaya haykıran birinin pek de sağlıklı olmadığını biliyorduk pek tabii. (Hayır, ABD Başkanı Donald Trump’tan değil, kankasından söz ediyoruz.) Ve nihayet beklediğimiz itiraf geldi. Kanye West, geçen yıl piyasaya sürdüğü Ye albümünün kapağında “Bipolar olmaktan nefret ediyorum, harika bir şey bu!” diyordu. Hip-hop sanatçısı, kendi içinde çelişkili bu cümleyle hem Bipolar Disorder hastalığının doğasını anlatmış hem de hakkındaki akıl hastalığı söylentilerine açıklık getirmişti. Çok geçmeden Saturday Night Live oyuncusu Pete Davidson’dan gelen BPD açıklaması da gündeme bomba gibi düştü. Pop artisti Ariana Grande ile ilişkisiyle medyanın çekim alanına giren komedyen, BPD hastalığından ötürü hayatı boyunca zorbalığa maruz kaldığını ve intihara eğilimli olduğunu Instagram’da paylaştı. İnternet ahalisi, farkındalık yaratarak BPD’li gençlere yardım etmek istediğini söyleyen Davidson’ı bağrına basınca, zihin hastalıkları da yeni nesil medyadan payını almış oldu. Öyle ki, daha dün tabu olan akıl hastalığı deneyimlerini paylaşmak bir nevi trend haline geldi.
Bize inanmıyorsanız, Google’a sorun. Bu hastalığını açıkça itiraf edenlerden onu canavarlaştırıp adeta kabus gibi betimleyenlere ve sözde BPD testleri sunan blog sayfalarına uzanan milyonlarca veriyle kadar bombardımana tutulmanız an meselesi. Sonuçlar arasında Marilyn Monroe, Prenses Diana, Britney Spears ve Amy Winehouse gibileriyle karşılaşırsanız şaşırmayın. Zira, herkes kendine veya ünlü birilerine BPD teşhisi koymanın peşinde.
Tabuları kırmak güzel elbette ancak madalyonun öteki yüzü de var. BPD’yi, alkışa tuttuğumuz celebrity’ler üzerinden tanımlayarak, tutarsız ve olumsuz davranışları meşrulaştırıyor olabilir miyiz örneğin? Özellikle kamuoyuna etki eden kişilerin tutarsız açıklamalarından ve radikal davranışlarından sorumlu tutulmaması, yani hastalıklarının bir nevi açık çek olarak kabul edilmesi, ne kadar doğru bir yaklaşım?
Bugünlerde giderek yaygınlaşan zihin hastalıkları dalgasının, bir giyim markasının trendy sloganı olmadığını hatırlamak gerek. Bakınız, Gucci ve deli gömleği tasarımları. Geçtiğimiz ay gerçekleşen 2020 İlkbahar/Yaz şovunun açılışını deli gömlekleriyle yapan İtalyan lüks modaevine ilk protesto kendi saflarından gelmişti. Podyumda avuç içine yazdığı Mental health is not fashion (Ruh sağlığı moda değildir) notuyla ellerini göstererek yürüyen Ayesha Tan-Jones, defilenin hemen ardından Instagram’da yaptığı açıklamada şöyle diyordu: “Hem ruh sağlığıyla ilgili zorluklar yaşayan bir model olarak hem de depresyon, endişe bozukluğu, bipolar ve şizofreniden etkilenen ailem ve sevdiklerim adına söyleyebilirim ki, Gucci gibi büyük bir modaevinin bu imajı kısa bir moda anı için konsepte dönüştürmesini oldukça kırıcı ve duyarsız buluyorum.” Gucci’den cevap gecikmedi tabii. Markanın artistik direktörü Alessandro Michele, The New York Times gazetesine verdiği röportajda, “Gucci’nin günümüz toplumunda sınırlandırılan bireysellik sorununa nasıl panzehir olabileceğini göstermek istedim” diyordu. “Toplum tarafından empoze ve kontrol edilen bireysel kısıtlamaların benzerlik ve uyumdan özgürlüğe giden en uç versiyonlarını üniformalar, tek tip kıyafetler ve deli gömlekleri üzerinden ifade ettim.”
Akıl sağlığı hakkında konuşmak, onu podyumlara taşımak bizi özgürleştiriyor olabilir mi? Galatasaray Üniversitesi Sosyoloji bölümü öğretim görevlisi Nazlı Ökten, Batı düşüncesinin delilik adı verilen şeyden akıl hastalığı adı verilen noktaya gelişinin tarihselliğini düşünürsek, “hayır” diye cevaplıyor soruyu ve bir not düşüyor: “Bir konudan özgürce söz ediliyor olması o konuda gerçek bir tarihsel özgürlüğe ulaşıldığı anlamına gelmez. Kaldı ki sormamız gereken soru, özgürlüğün bu bağlamda ne olduğudur... Akıl hastalığı, bedensel hastalıktan çok daha zor ifade edilen, insanların hâlâ damgalanmaktan korktukları bir alan. Depresyon veya hiperaktivite gibi sorunların ilaç şirketlerinin doğrudan hedefi haline geldiğinin ve medyada sıkça işlendiğinin de farkındayız.” Öte yandan, Michele’nin deli gömlekleriyle Gucci’yi yeni bir hikayeye taşıma arzusuna şaşırmamamız gerektiğini söylüyor Ökten: “Giysilerin maddi değerlerini oluşturan kaliteli malzeme ve ustalık gerektiren el emeğinin yanı sıra sembolik değerlerini oluşturan yaratıcılık boyutu da sürekli olarak sınanmak ve kanıtlanmak zorunda. Zira, haute couture, ancak sanat ve tasarımla ilişkisini sürdürerek yüksek kalabilir.”
Kişilik bozukluğunu kabullenmek, iyileşmenin ilk şartı elbette. Ancak akademisyen Nazlı Ökten’e göre bu hastalığı cesaretle sahiplenmek ve onunla doğrudan yüzleşmek kadar önemli bir unsur daha var: “Kimliğimizi Borderline, Kanser, AIDS veya Bipolar Disorder gibi bir hastalığa indirgememek, bu halin bize getirdiği başkalığı ve farklılığı ceza gibi değil, bir deneyim olarak yaşayabilmek önemli.”
BPD için birbirinden türlü terapiler mevcut. Diyalektik davranış terapileri örneğin, farkındalık yaratmaya ve öz onaylamaya yoğunlaşıyor. “Hedefi, bireyin kendine zarar verme eğilimini yok etmenin yanı sıra sosyal ilişkileri geliştirmek, yoğun duyguları kontrol etmek, yeni beceriler edinmek ve mevcut yetenekleri güncellemektir” diyor Erünsal. Kişinin kendiyle ilgili kök inançlarını fark ederek değiştirmesine olanak tanıyan bilişsel davranışçı terapiler de var. “Buradaki ayırıcı özellik, bireyin davranışsal ödevlerle ilişki kurma, reddedilme ve eleştiri gibi kaygılı durumlara sistematik olarak duyarsızlaştırılmaya çalışılması.” BPD hastalarının disfonksiyonel ilişkiler, yıkıcı davranışlar ve düşük öz benlik belirtilerini iyileştirmeyi hedefleyen aktarım odaklı terapiler (TFP) ise bireyin sınır koyma becerilerini geliştirmekten geçiyor.
En çok umut veren tedavilerden biri, Amerikalı doktor Jeffrey Young tarafından geliştirilen Şema Terapi. Bilişsel, davranışçı, kişiler arası ve yaşantısal teknikleri bütünleştiren yöntem, çok küçük yaşlarda düşünce yapımızı bozan unsurları tespit edip onarmaya programlı. Şema, bize gelen bilgiyi değerlendirmeye soktuğumuz filtre ve süzgeç işlevi gören düşünce mekanizmasına tekabül ediyor. Katı, değişmez, koşulsuz kabul edilen bu değerlendirmeler, kendimizle, diğer insanlarla ve dünyayla ilişkimizi belirleyecek kadar güçlü olabiliyor. Örneğin, kendisiyle ilgili başarısız şeması geliştirmiş bir öğrenci, sınavda 100 üzerinden 95 alsa da kendisini başarısız olarak kabul edebiliyor. Özetle, Şema Terapi, derinliklerdeki bu çarpık değer yargılarını ve beraberinde getirdiği olumsuz duygu durumunu ve davranışları düzeltmeyi hedeflen, olumlu etkileri kanıtlanmış bir tedavi.
Yazı: Zeynep Akdoğan & E. Şevval Yürüten