Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Evden çalışmanın yeni normale dönüştüğü şu zamanlarda çoğumuzun, yaşadığımız yerde çalışmanın getirdiği yükü hissediyor olması pek de şaşırtıcı değil. Vogue, tükenmişlik hissinden kaçınmanın, baskıyla baş etmenin ve sınırlar belirleyerek sağlığımızı korumanın yollarını öğrenmek üzere uzmanlarla görüştü.
Getty Images
Anne Helen Petersen 2019’da Y kuşağının nasıl tükenmişlik kuşağı olduğunu anlatan -ve şimdiye dek epey yaygınlaşmış- bir Buzzfeed makalesi kaleme aldı. Makalede dijitale aşina bu grubun (1981 ve 1996 yılları arasında doğanların) “iş yeri için eğitilmiş, yetiştirilmiş ve olgunlaşmış” olduğunu, bitmek bilmeyen yapılacaklar listelerinden müşkül olduklarını ve süregelen optimize etme baskısını nedeniyle tükenmiş hissettiklerini anlattı.
2020’ye saralım. Son birkaç aydır çoğumuz evimizdeki aynı alanda çalışıp yaşamak durumundayız. Karantinaya girip çıkıyoruz ve pandemi sebebiyle çöküşe geçmiş küresel bir ekonominin eşiğindeyiz. Çoğu insana göre Petersen’in bir yıl önce dikkat çektiği endişeler hiç bu kadar göze çarpmamıştı.
Covid-19’un gelişinin çalışma biçimimizi -ve yerimizi- büyük ölçüde değiştirdiğini söylemeye gerek yok. Kimileri ücretsiz izne çıkarılır veya işini kaybederken -dolayısıyla bunların getirdiği endişeleri yaşarken- nüfusun büyük bir bölümü evden ya da dış koşullarda çalışmak zorunda kalıyor. Bunun neticesinde, geçtiğimiz sekiz ay boyunca çalışmaya devam edenler daha da yorgun hissediyor. Ağustos ayında yapılan bir ankette, Amerikalı çalışanların yüzde 58’i tükenmiş hissettiğini belirtti ki bu mart ayından bu yana yaklaşık yüzde 15’lik bir artışa işaret ediyor. Bir başka ankete göreyse insanların yüzde 60’ı, kısıtlamaların uygulanmasıyla birlikte çok daha uzun saatler çalıştığını hissediyor.
Karantina tükenmişliği nedir?
Küresel karantinadan önce de “workism”, yani işin ekonomik üretim için gerekli olmasının yanı sıra bireyin kimliğinin esas bir parçasını oluşturduğu inancının yaygın olduğu bir çağda yaşıyorduk. “İş etiği her şeyin üzerinde tutuluyor,” diyor London School of Economics’te yardımcı doçent olarak çalışan Dr. Thomas Curran. “Ne kadar aşırıysa o kadar fazla değer veriyoruz.”
Sosyalleşmenin yasak olduğu; dükkânların, spor salonlarının ve restoranların kapalı kaldığı bir dönemde evlerimize tıkılı kalıyoruz ve -hâlâ bir işi olanlarımız için- iş çok daha yüksek bir öneme sahip. Bilhassa boş vakit dolduracak aktiviteler anlamında yapacak pek başka şey olmadığından iş, bir anlam ve normallik hissi sağlayan bir cankurtaran halatı oldu.
Dahası, karantina iş güvensizliğinde de bir artışa sebep olarak, iş bağlamında her zamankinden daha iyi performans gösterme baskısı yarattı. “İşimiz risk altındaysa,” ki çoğu insan için geçerli bir durum bu, “gelirimizi kaybetmenin daimi korkusu içinde hayata devam edebiliyoruz,” diyor Exhaustion: A History (Columbia University Press) kitabının yazarı Dr. Anna Katharina Schnaffer.
Tabii bir de evden çalışma sorunu var; birçok anlamda ayrıcalık olsa da bu koşul da ciddi psikolojik riskleri beraberinde getiriyor. Rutin ve yapı yoksunluğu; çocukların, ailenin ve ev arkadaşlarının yarattığı dikkat dağınıklığı, virüsün yayılmasına ve geleceğin belirsizliğine dair daimi endişeler gerekli odakla ve verimli çalışmayı güçleştirdi. “Dışarıdaki yapılar bozulduğunda, daima çalışmamız gerektiğine düşünmeye ve bunu gerçekleştiremediğimizde suçlu hissetmeye meyilli oluyoruz,” diyor Dr. Schaffner. “Neticede iş de güne ve hatta geceye sirayet etmeye başlıyor ve deşarj olma fırsatını ortadan kaldırıyor.”
“Sabah altı buçukta çalışmaya başlıyordum ve bazı günler akşam altıda bile bitmiyordu,” diyor ilkokul öğretmeni Lauren. 30 öğrencilik bir sınıfı birkaç hafta içerisinde çevrimiçi eğitime taşımanın yarattığı aksama nedeniyle günde 12 saat çalışmak zorunda kalmış ve çok yorgun hissetmiş. “Bir tür düzen hissi yaratabilmek adına gece geç saatlere dek çalışıyordum,” diye ekliyor. Elinden gelenin en iyisini yapmasına rağmen kendisini suçlamaktan ve yeterince iyi bir iş çıkardığına asla inanmamaktan kendini alıkoyamamış.
Normalde iş arkadaşlarımız ve kıdemli ekip üyeleriyle paylaştığımız yüz yüze etkileşimlerden alınan geri bildirim, onaylama ve tasvip olmayınca, tek başına evden çalışarak kendimizin, çalışanını fazla eleştiren patronları olduk. “İnsanlar evdeyken sıklıkla daha çok ve yoğun çalışıyorlar; kendilerini dışarıdan gelecek yönetimsel bir beklentiden çok daha sıkı bir öz denetime tabi tutuyorlar,” diyor Dr. Schaffner. Bu durumun süreğen bir stres ve endişe döngüsünü beslediğini ve iş performansımızdan ziyade sağlığımızı da olumsuz etkilediğini söylüyor.
Karantina tükenmişliği kimleri etkiliyor?
Tükenmişlik herkesi etkileyebilir ancak Dr. Schaffner’e göre bazı gruplar, özellikle bakım işi yapanlar daha fazla eğilim gösteriyor. 2018’deki bir araştırmaya göre Çin’de üç doktordan ikisi tükenmişlikten mustarip; ABD’deki bir araştırmaya göreyse aile hekimlerinin yüzde 78’i zorluk çekiyor. Başka yerlerden örnek vermek gerekirse, 2019 verilerine göre Jamaika ve Kanada’daki tıp çalışanları da tükenmişlik semptomlarına sahip. Birleşik Krallık’ta aşırı stres sebebiyle Devlet Sağlık Hizmetleri’ni bırakan çalışan oranı geçtiğimiz yedi yılda neredeyse üç katına çıktı. Üstelik tüm bunlar Covid-19’dan önceydi.
Pandeminin bu zorlukları nasıl kötüleştirdiğini ancak tahmin edebiliriz. Çin’de yapılan yeni bir araştırma, ön saf hemşireleri üzerindeki etkinin boyutunu vurguluyor. Bu sırada ABD’de daha fazla insan virüs nedeniyle hastaneye yatırılıyor ve uzmanlar sağlık çalışanlarının psikolojik kırılma noktalarına potansiyel anlamda yaklaşmakta olduklarını ifade ediyor.
Dahası, araştırmalara göre tüm meslekteki kadınlar tükenmiş hissetmeye, “daima hazır” olmanın artan baskısını yaşamaya istatistiksel bir eğilim gösteriyor. McKinsey’nin yürüttüğü yeni bir araştırma, kıdemli pozisyonlarda çalışan kadınların tükenmişliği ve daha fazla çalışmak zorunda olma baskısını, aynı rütbedeki erkeklere kıyasla çok daha fazla hissettiğini gösteriyor. Dr. Schnaffner’e göre bunun nedeni kadınların çocuk bakımı ve iş yükümlülükleri arasında bir denge kurmada daha fazla baskı hissetmesi. “Çoğumuz işe tam anlamıyla kendimizi verememekten ve ebeveyn olarak istediğimiz kadar adanmışlık gösterememekten ötürü suçlu hissediyoruz.” Özellikle de çocuk bakımına erişimin kısıtlandığı şu günlerde evden çalışmak tabii ki bu hissi perçinleyecektir.
Karantina tükenmişliğinin çözümü nedir?
Bunun en bariz yanıtı öz bakım ya da Dr. Curran’ın deyimiyle “önleyici öz bakım”, yani “tükenmişlik vurmadan zihinsel ve duygusal rezervleri tazelemek.” Kendimize çok yüklenmemek ve bedenimize kulak vermek bu dönemde verimli kalma baskısıyla baş etmemizde gerçekten de faydalı olabilir. Gerek Dr. Curran gerek Dr. Schaffner net bir iş-yaşam sınırı ve rutini belirlemeyi tavsiye ediyor. Dr. Schaffner düzenli molalarla çalışma gününe kesin bir başlangıç ve bitiş koymayı, bunun yanı sıra iş stres etkenlerinden uzaklaşmanın başka yollarını bulmayı (daha keskin bir ayrım için iş e-postalarını veya bildirimleri kapatmak gibi) öneriyor.
Ancak her ikisi de öz bakımın yeterli olmadığı, hatta yapılacaklar listemize eklediğimiz bir başka proje olarak kaldığı konusunda hemfikir. Asıl sorun bugünlerde neredeyse her şeyi iş olarak görmemiz: ilişkiler, ebeveynlik, öz bakım… Dr. Schaffner’e göre “eylemlerimizi ve düşüncelerimizi enerji, efor ve sonuç yatırımı olarak ölçüyoruz.” Gerçekten de öz optimizasyon çerçevesinde, kendimize bakmaya ve zindelik kovalamaya dair modern baskılar, sağlığımızın kötüleşmesine neden olan sorunlar kadar yorucu olabiliyor.
Bunun yerine, tükenmişliği gerçekten önlemek istiyorsak işe dair tavrımızı değiştirmemiz gerek. “İşe gereğinden fazla yatırım yapmayı, bize kurtuluş ve anlam kazandırmasını beklemeyi bırakmalı ve hayata dair esas gayemizi işten ayırmalıyız,” diyor Dr. Schaffner. Verimliliğe dair kültürel takıntımızı yeniden ayarlamalı, sağlığın iş yerinde oynayabileceği rolü ciddi anlamda düşünmeliyiz. Fakat şimdilik, bir karantinadan diğerine geçerken, öz şefkatin ne kadar önemli olduğunu unutmamalıyız.