Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Öncelikle teknenize hiç konuşmadığınız bir kızın ismini vermenin korkutucu olduğunu belirtmeliyim. Yirmi yıl önce, The OC ekranlarımızı süsledi ve - tartışmasız – televizyon dizileri hakkında bildiğimiz her şeyi alt üst etti. Kaotik hikayelerden mükemmel Y2K kıyafetleriyle sorunlu zengin çocuklara, bu gençlik draması o dönem aradığımız her şeye sahipti. İlk olarak 5 Ağustos 2003'te Fox Network'te yayınlanan Josh Schwartz imzalı dizi ondan sonra primetime’da yayınlanan tüm diziler için çıtayı yükselterek dikkatleri üstüne çekti. Aldığı reytinglerle birinci sezonda (Bu arada ilk sezon için 27 bölüm biraz saçma) fırtına gibi esen dizi kısa zamanda kafamızdaki her şeyi netleştirdi: Bu plaj tutkunu isyankâr genç grubu kendi neslinin idolleriydi.
2023 yılında dizinin ilk sezonunu izleyen biri olarak işte benim düşüncelerim…
Daha önce The OC dizisini duymayanlar için bir dipnot geçmek isterim: Bu fenomen dizi Orange County’de Kaliforniya’daki Newport Beach sosyetesine odaklanıyor. Biz izleyiciler ise Josh Schwartz’in yarattığı bu dünyaya The OC’nin baş kahramanı Ryan Atwood’un (Ben McKenzie) avukat Sandy Cohen ile tanışmasıyla giriş yapıyoruz. Üçüncü bölümün sonunda Ryan, Cohen'ler tarafından yasal olarak evlat edinilir ve onların havuzlu evinde yaşamaya başlar. Ryan'ın Newport'un elit sosyal ortamına girip kasabadaki özel okula gitmesi ve dizinin diğer ana kahramanı Marissa Cooper (Mischa Barton) ile yollarının kesişmesiyle sonuçlanır.
Marissa Cooper aslında orijinal Serena van der Woodsen
Marissa bu sörf kasabasının en sevilen kızlarından biridir. Kendisi Orange County’nin en güçlü ailelerinden birinin kızı, erkek arkadaşı Luke Ward ile okulun en popüler çiftinin bir yarısı olarak kusursuz bir hayata sahip gibi görünüyor. Ancak aslında Marissa oldukça hasarlıdır. Madde bağımlılığı, ergenlik isyanları, anne sorunları ve en ufak bir sorunda gerçeklerden kaçma arzusu… Tanıdık geliyor mu? Marissa ile Gossip Girl'ün Serena'sı aynı kumaştan kesilmişlerdir: Anneleri tarafından özenle inşa edilmiş ailelerin içinde ayrıcalıklı olarak büyüyen bu iki kız dışarıdan kusursuz bir hayata sahipmiş gibi görünürken sahip oldukları hemen hemen her ilişkiyi mahvederler. Marissa ayrıca, Serena'nın Dan Humphrey ile olan aşkına benzer şekilde, yerel bir serseriyle (yukarıda adı geçen Ryan Atwood) çıkmaya başlar.
Mükemmel bir oyuncu seçimi
Diziyi izlemeden önce 25 yaşındaki oyuncuların 16 yaşındaki gençleri canlandırmasına dair birçok eleştiri duymuştum. Doğrusunu söylemek gerekirse, Ryan Atwood sorunlu bir gençten çok faturaları ve ipoteği olan yetişkin bir adama benziyor. Ama aynı zamanda çalkantılı bir ailede büyümüş ve ağabeyi hapiste olduğu için zor bir hayat geçirmiş, bu yüzden kırışıklıkları olması şaşırtıcı değil. O da bunları yaşamış.
Bir küçük not: Şu anda hollywood’un önde gelen isimlerini rastgele figüran rollerde görmek görmek her zaman eğlencelidir. Silah taşıyan kötü çocuğu oynayan Paul Wesley'e selam olsun.
Dizinin senaryosu tüm klasik kinayelere sahip
The OC’de Seth Cohen ve Summer Roberts benim en sevdiğim ilişki kinayesini sergiliyorlar: Düşmandan aşığa. Yani, bir nevi. Akıllı ancak sessiz ve utangaç bir çocuk yıllarda okulun popüler ve alaycı kızına aşıktır. Çok inişli çıkışlı bir dönemin ardından ise bu platonik aşk gerçeğe döner. Hiç beklenmedik bir uyum ortaya çıkar. Geek Charming, The Proposal ya da Bridgerton'ın ikinci sezonu gibi mükemmel bir seyirlik.
Ayrıca, bu gençlik dramalarında her zaman başlangıçta nefret ettiğiniz ancak zaman içerisinde değişerek herkesin kalbini feth eden bir karakter vardır. Huzurlarınızda: Luke Ward. Chris Carmack tarafından canlandırılan Ward, The OC'nin yerleşik kabadayısı, Beyaz Atlı Prens benzeri ve Marissa'nın ilk erkek arkadaşıdır. Doğal olarak, ondan nefret etmek zorundasınız. Sürekli kavga çıkarıyor, Seth'e sataşıyor ve kız arkadaşının annesiyle flört ediyor (devamı sonra...). Ancak, sezon ilerledikçe kalp kırıklığı ve ailevi sorunlarla yüzleştikçe, kişisel gelişimi inkar edilemez. Daha da sevimsiz bir karakter olan Marissa'nın yeni, şüpheli arkadaşı Oliver'ın ortaya çıkmasıyla Luke'u yeni bir ışık altında görmeye başlıyoruz. Zaman kadar eski bir hikâye.
Soy ağacını takip edemiyorum
Birinci sezonun sonunda, Cohen'ler ve Cooper'lar o kadar iç içe geçmişti ki, kafamı toparlamak için bir soy ağacı çizmek zorunda kaldım. Julie Cooper (Marissa'nın annesi) kızının eski erkek arkadaşı Luke ile kısa bir aşk yaşadıktan sonra Caleb Nichol ile evlenir. Caleb, Kirsten Cohen ve Hayley Nichol'ın babasıdır. Julie'nin kızı Marissa, bildiğimiz gibi Kirsten ve Sandy'nin vesayeti altında olan Ryan Atwood ile çıkmaktadır. Hayley ise Julie'nin eski sevgilisi ve Marissa'nın babası Jimmy Cooper ile çıkıyor. Yani, sadece bir bölümde Caleb, evlat edindiği torununun kız arkadaşına üvey baba ve yeni karısının eski kocasına kayınpeder oldu. Ve iflasın eşiğinde. Normal şeyler.
Oldukça kaotik bir hikaye
Neyin gerçekçi olup olmadığına dair ayrıntılara boğulmayalım. Sizlere kolaylık olması açısından, zengin ailelerin ıslahevine düştükten sonra 16 yaşındaki sorunlu gençleri yanlarına aldıklarını varsayacağız. Ayrıca bu 16 yaşındakilerin her gece sıkı partiler yaptıklarını, okula zamanında gittiklerini ve sınıfta kalmadıklarını varsayacağız. Ayrıca annelerin kızlarının 16 yaşındaki eski erkek arkadaşlarıyla romantik bir ilişki yaşadıklarını ve bunun sonuçlarına çok az ya da hiç katlanmadıklarını da varsayacağız (Julie Cooper'ın hapis cezası nerede?).
Açıkçası, The OC, Gossip Girl gibileri koşabilsin diye yürüdü. Tüm gençlik dramalarının gelişmek için ihtiyaç duyduğu dağınık olay örgüsüne, kostümlere ve müzik kurasyonuna sahip. Tabii ki tuzakları da var. Senaryoda ürkütücü pek çok an var (Sandy'nin oğlunu Summer'la birlikte olması için kışkırtması çünkü "o seksi") ve şaşırtıcı olmayan bir şekilde oyuncu kadrosunda çeşitlilik yok. Birinci sezondaki tek renkli karakter olan Theresa Diaz'ın korkunç hikayesi (düşük yaptığı yalanını söylemek affedilemez bir şey) ona kızmamıza neden oluyor. Ayrıca dizinin, özellikle Oliver Trask'ın hikayesinde görülen akıl sağlığı ile ilgili konuları daha hassas bir şekilde ele alabileceği gerçeği de var.
Yine de ben bir hayranıyım - nihayetinde, günümüzün gençlik dramaları, The OC'nin yıllar önce Kaliforniya sahillerine getirdiği 2003 ruhundan birazını gerçekten kullanabilir.