Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Kısıtlamaların olmadığı bir zamanın hayalini kuruyor; bir anlığına bile olsa kendimizi özlediğimiz şehirlerde, favori görünümlerimizin içinde düşlüyoruz.
Kısıtlamaların olmadığı bir zamanın hayalini kuruyor; bir anlığına bile olsa kendimizi özlediğimiz şehirlerde, favori görünümlerimizin içinde düşlüyoruz.
Gamze Kantarcıoğlu, Yazı İşleri Müdürü - Barselona
Hayalimde, güneşli ve sıcak bir yaz gününde, her ziyaretimde bana bambaşka sürprizler sunan Barselona’dayım. Burası Art Nouveau akımından esinlenen süslü binaları, her kesimden insanı kucaklayan atmosferi, muhteşem yiyecekleri ve günün her saati hareketli sokaklarıyla kesinlikle favori şehrim. Barselona dendiğinde gözümün önüne hemen Joan Miró’nun canlı paleti ve kullandığı semboller geliyor. Şehrin bende uyandırdığı bu enerjiye uygun olarak Sleeper’ın bol kesim, kırmızı pötikare elbisesini giyiyorum. El Born, Barri Gotic, El Raval mahallelerinin dolambaçlı sokaklarında kaybolarak dolaşmayı çok seviyorum, o yüzden ayağımda sıcak havayı unutturacak rahatlıktaki Ganni sandaletler var. Çantam Akdeniz ruhuna ve mevsime uygun olarak hasırdan; içine plaj havlusuyla kitabımı koyacağım için Jil Sander’in hacimli modelini tercih ettim. Akşam El Xampanyet’te keyifle yiyeceğim pintxo’ları düşünerek kendimi Barceloneta’nın plajına atıyorum. Niyetim Mara Hoffman marka parlak yeşil bikinilerimin içinde gün batana kadar denizin tadını çıkarıp güneşlenmek!
Beril Türkmen, Moda Konuları Editörü - Londra
En sevdiğim şehir, Londra. Dinamizmi, enerjisi ve her semtinde hissedilen farklı karakterleriyle pandemi boyunca her düş molamda uğradığım yer burası. Aslında Londra’yı her seyahat ettiğimde bir güne yapabileceğim maksimum aktiviteyi sığdırmayı seviyorum. Zira gezilecek yerler listem epey kalabalık oluyor. Kahvaltım, Breakfast Club’da. Ardından Victoria & Albert Müzesi’ne gidiyor, her bölümü detaylıca geziyorum. Sonraki rotam Holland Park’ta Japon bahçelerini ziyaret ediyorum. Belki bu aşamada yol üzerinde aldığım Hindistan cevizli Ben’s Cookie’lerim de bana eşlik eder. Brick Lane’deki küçük vintage dükkanlarını ve Tate Modern’i de bugüne sığdırabilirsem ne mutlu bana. Elbette mimarisini ve seçkisini çok sevdiğim Dover Street Market’ı asla es geçmiyorum. Büyük final ise kesinlikle en sevdiğim restoranlardan biri olan Chiltern Firehouse’da. Bu yoğun ama muhteşem günde gardırobumun vazgeçilmezi deri biker ceketim ve yüksek bel leopar desenli pantolonum bana eşlik ediyor. Heron Preston çanta, ağırlık yapmaksızın sadece cüzdanımı taşımama yardımcı olacak ideal aksesuar. Maison Margiela’nın Tabi botlarını ise topuklarına aldırmadan giyiyor, kendimi şehrin havasına adapte ediyorum.
Ece Öğütoğulları, Moda Editörü - Paris
Sanatın, modanın, mimarinin bir bütün olarak eşleştiği, en güzeli ve eskiyi yaşatmakta üstat olmayı başarmış şehirlerden Paris… Her daim romantik, sinematografik ve elegan tavrıyla bana ilham veren bu şehir, sanırım hep sonbahar - kış mevsiminde ziyaret ettiğimden olsa gerek, şu sıralar gitmek isteyeceğim yerlerin başını çekiyor. Yürüdüğüm sokaklarda nereye oturursam oturayım kahve - kruvasan ikilisiyle güne zevkle başladığımı anımsıyorum. Buvette, kahvaltı noktası olarak gideceğim ilk mekan olabilir. Kahvaltı sonrası Jardin des Tuileries’de kısa bir yürüyüşün hemen ardından yakınındaki Louvre Müzesi’nde müthiş sanat eserlerini incelemeye gitmek ve orada hayallere dalmak istiyorum. Şehrin farklı noktalarında rastladığım kitapçılarda vakit geçirdikten sonra, Seine Nehri’nin kıyısında mola verdiğimde etrafı izlemekten büyük keyif alacağım kesin. Akşam yemeğinde tadını hâlâ unutamadığım Café de Paris soslu biftek için meşhur Café de Flore’a uğramam şart. Tüm bunları yaparken, hem şık hem de modern vintage görünümlü favori parçalarımla kombin yapıp, şehrin havasına ve dokusuna uyum sağlamak isterim. En kısa sürede kavuşmak dileğiyle, lütfen beni Paris’e ışınlayın!
Merve Arda, Fotoğraf Editörü - Berlin
Kalıpların dışında, günün her saati enerjik ve bir o kadar yaratıcı. Berlin, benim için ilhamın şehri. Özgürlüğün değerini bir kez daha anladığım bu dönemde kendimi Berlin’de, soğuk bir kış gününde hayal ediyorum. Favori kış parçalarımdan oluşan bu kombinimde rahatlık ve zıtlık, şehrin ruhuyla bağdaştırdığım iki konsept. Gün boyu etkisi sürecek soğuk havayı düşünerek tercih ettiğim parçalar arasından ilk seçimlerim, Maison Margiela şişme mont ve olası bir yağmur durumuna karşı taktığım Isabel Marant şapka oluyor. Tamamlayıcı parçalarım olan Loewe’nin çizgili yün atkısı, kırmızı detayıyla Alexander McQueen botlar ise canlı renkleriyle kombinimin enerji kaynağı. Şehirdeki ilk durağım yemekleri ve dekoruyla favori kahvaltı mekanım Benedict oluyor. Ardından rotamı Mitte’ye yakın olan Müzeler Adası’na ve Helmut Newton Vakfı’na ait fotoğrafçılık müzesine çeviriyorum. Gezintim esnasında karşılaştığım özgün yapılar, şehrin multikültürel yapısının verdiği çeşitliliği bana bir kez daha kanıtlıyor. Şehrin önemli sembollerinden East Side Gallery, bir sonraki durağım. Grafik duvarlarının renklerine kapılarak hayranlıkla gezerken yakın mesafede yer alan Holzmarkt’a uğrayarak şehir turum nehir kıyısında devam ediyor. Saatler ilerledikçe meşhur gece hayatıyla şehrin sesi yükseliyor ve Tausend’de bu unutulmaz günü sonlandırıyorum. Bende birçok hissi uyandıran Berlin’e yeniden gideceğim günleri düşünmek bile umut verici.
Aydan Sıvacı, Moda Editörü - Limnos
Yazın olmayı en özlediğim yerler sıcak Yunan adaları. Denize girip güzel yemekler yediğim, doğasını keşfedip tekrar denize girdiğim bu sakin ve huzurlu döngüyü çok özledim. Hayallerimde en sevdiğim adalardan Limnos’taki Red Rock’ta Hunza G mayomla uzanıp güneşleniyorum. Sonrasında The Handloom eteğim, Tohum Design kolyem ve Prada çantamla akşam yemeğinde nefis lezzetler için Glykanesos’e gidiyorum.
Zeynep Akdoğan, Güzellik ve Sağlık Editörü – New York
“New York, Concrete jungle where dreams are made of…” Tıpkı şarkının söylediği gibi hayal gücümü besleyen, ufkumu genişleten, her köşesi sürprizlerle dolu New York, nam-ı diğer Big Apple’da yaşamayı, gökdelenlerin arasında kaybolmayı çok özledim. Eylül ayı, moda haftasına hazırlanan kıpır kıpır, cıvıl cıvıl Manhattan’ı ziyaret etmek için müthiş bir zaman. İlk durak, adanın alt kültürlere ayna tutan Lower East Side bölgesi. Bowery’i boydan boya yürüyor, dekorasyon ve vintage mağazalarının yanı sıra yükselen sanatçıların eserlerine yer veren pop-up galerilerde saatler geçiriyorum. Perrotin Gallery, New Museum ve Storefront Project Gallery de ziyaret listemde (Yüksek topuklu sandalet giymiş olsam da dert değil; çevremdeki birbirinden cool butiklerden düz bir sandalet bulabilirim nasılsa). Ardından yemek molası verip, neredeyse bir asırdır nesilden nesile geçen şarküteri Russ & Daughters’ın önünde, somonlu nefis bir bagel için kuyruğa giriyorum. Akşamüstü saat 5 - 6 civarı, rooftop-hopping için ideal bir zaman. Empire State Building’e karşı manzarasıyla beni büyüleyen 230 Fifth Rooftop Bar’da, Gözleri Tamamen Kapalı filminden bir sahnedeyim sanki. Üzerimde mekanın her ziyaretçisine giydirdiği kırmızı robdöşambrla, kendimi gizli bir cemiyete aitmiş gibi hissediyorum. Bir sonraki durak, Soho’nun sınırlarında konumlanan Saint James Oteli’nin teras barı, Jimmy at The James. Burada New York’u bir solukta içime çekiyor, renkli kokteyllere doyduktan sonra rotayı müziğe çeviriyorum (Bu şehre gelip de caz dinlememek olmaz). Seçim yapmak zor olsa da Greenwich Village’daki samimi atmosfere sahip Smalls Jazz Club veya Lincoln Center’ın üst katlarında yer alan, caz tınılarının yanı sıra manzarasıyla da etkileyen Dizzy’s Jazz Club şehrin en iyileri arasında. Akşam 10 - 11 sularında Hudson Nehri’nin yanı başındaki Ear Inn’deyim. Yazarların, modellerin ve türlü celebrity’lerin uğrak yeri olan barda tabağımda organik lezzetler, kulağımda canlı caz tınılarıyla sabahın erken saatlerine kadar eğleniyorum.