Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Sürdürülebilirlik kavramı, kökünde nesiller arası saygı ve değer aktarımını içeren bir tanıma sahiptir. Hem bireysel hem de toplumsal düzeyde, uzun vadeli refahı önceliklendiren seçimler yapma ve gelecek nesiller için daha iyi bir gelecek yaratma çabasını ortaya koyar. Sürdürülebilir yaşam felsefesi bireylerin yaşlarından ziyade, kişisel tercihler, kolektif eylemler ve toplumsal önceliklerle şekillenir. Peki tüketim ve sürdürülebilirlik kavramlarına kuşak penceresiyle bakınca, nesiller arası nasıl bir dönüşüm gözlemliyoruz? Sizce zaman içerisinde ilerleme mi yoksa gerileme mi yaşanmıştır? Bu yazıda sizleri geleneksel X, Y, Z kuşaklarının davranış biçimlerinin ötesinde, sürdürülebilir yaşam uygulamalarının tarihsel evrimini incelediğim bir yolculuğa çıkarıyorum.
Başlangıç noktası olarak eski çağlara gittiğimizde, ilk insan topluluklarının sürdürülebilir yaşamı zorunluluktan uyguladıklarını gözlemliyoruz; ancak bu dönem insanları tarıma güvenen ve doğanın sınırlarına saygı duyan ideal bir yaşam yaklaşımını benimsemişler. Yerli kültürler geniş ekolojik bilgiye sahiplerdi ve nesiller arası bu bilgilerin aktarımı çok kıymetliydi. Kaynaklara değer verilen, ihtiyaç odaklı tüketim, topluluklara hakimdi. Ardından yaşanan endüstri devrimiyle bir anda odak, ekonomik büyümeye çevrildi. Bu durum, hırslı ve duyarsız bir dönemin başlangıcı oldu.
Sanayi Devrimi hızlı teknolojik ilerlemeleri ve şehirleşmeyi beraberinde getirirken aynı zamanda çevresel bozulmaya, doğal kaynakların sömürülmesine ve zorlu çalışma koşullarına da yol açtı. Kültürel düzlemdeyse, ben-merkezci bir yaşam tarzı yaygındı. 1970’lerde, baby boomer’ların ’Me generation’ olarak anılması oldukça manidar. İçinde yaşadığımız bu antroposen çağı çok iyi anlatıyor: Bu ifade kişisel önceliklerin, sosyal ve çevresel sorumluluktan daha fazla önem kazandığı kültürel bir akım olarak popülerlik kazanmış ve hatta ’açgözlülük iyidir’ mantrası ile genişletilmişti.
Hızlı tüketim kapitalizmin ışığında çığ gibi büyürken, tüm alışkanlıkları kökten değiştirdi. Üretim hatları ülkeler arasına taşınıp, kompleks tedarik zincirleriyle yeni pazar yerleri yaratılırken, tüm bu trafiğin görünmeyen maliyeti ve nasıl bir çevresel ayak izi yaratacağı ancak yıllar sonra fark edilecekti… Ancak ilginçtir ki tam bu dönemin içinden geçerken,1987 senesinde Birleşmiş Milletler’in yayınladığı raporla ilk kez sürdürülebilir ilerleme kavramı tanımlandı ve bir milat olarak tarihte yerini aldı.
2000’li yılların başları, dijitalleşme ve bilgi çağı olarak hafızalarda yer ederken, Y kuşağı da geniş seviyede bilgiye erişebilen bu dijital çağda büyüdü. Buna paralel olarak sanayi devriminden bu yana ilk kez, bir kuşağın sürdürülebilirlik konularında bilinçli ve duyarlı davrandığı görülmeye başladı. Atık sorunu, hızlı tüketimin etkileri sorgulandı. Etik markaların desteklenmesi ve iklim eyleminin savunulması gibi uygulamalar konuşulur oldu. Bu süreci hızlandıran ve sürdürülebilirliği tüm kitlelere genişleten en kritik dönüm noktalarıysa, 2015 -2018 yıllarında yaşandı. İklim değişikliği ve küresel ısınmayı ele almayı amaçlayan Paris Anlaşması (2015) sürdürülebilirliği uluslararası arenada kritik sorun olarak politik gündeme taşımış oldu. Bir diğer dönüm noktası ise, 2018’de Greta Thunberg liderliğinde başlayan Fridays for Future ile gençlerin önderlik ettiği diğer aktivist hareketler, iklim aciliyeti konusunda büyük farkındalıklar yarattı.
Eş zamanlı olarak, endüstriyel alanda birçok yenilik görülmeye başlandı; elektrikli araçlar, güneş panelleri ve rüzgar türbinleri gibi yenilikler enerji sektörünü dönüştürdü. Teknolojik ilerlemeler yenilenebilir enerji ve sürdürülebilir tarım uygulamaları gibi yeşil çözümlerin geliştirilmesini hızlandırmaya başladı. Kurumsal kültürde de ana odak halini alan CSR uygulamaları ve raporlamalarla şirketlerin sürdürülebilirlik stratejileri bir zorunluluk halini aldı. Tüketiciler çevresel ve sosyal etki konularında daha bilinçli hale gelerek sürdürülebilir ürünlere ve etik uygulamalara olan talebi artırdı. Döngüsel ve paylaşım ekonomisinin yükselişi, daha duyarlı tüketim modellerine doğru bir değişimi davet etti. Tüm bu süreçlere baktığımızda, esas dönüşüme ve sistemsel kırılmaya liderlik eden bir nesil var ki, ezberleri bozuyor ve bizlere geleceğe dair umut veriyor. Tahmin ettiğiniz üzere Z kuşağından bahsediyorum.
Sürdürülebilirlikle ilgili kararlar söz konusu olduğunda, Z kuşağı tüketicilerinin eski nesillere göre çok büyük bir ikna gücüne sahip olduğunu görüyoruz. Z kuşağı tüketicilerinin dörtte üçü, satın alma kararlarını verirken sürdürülebilirliğin kendileri için marka adından daha önemli olduğunu belirtiyor. Bir ürünü satın almadan önce ikinci el ve kiralama yollarını deniyor. 2019’dan bu yana, Z kuşağı olgunlaşıp genç yetişkinlere dönüştükçe, kolektif sesleri dünya genelinde daha büyük bir güç haline geldi. Bu demografik grup, kendi değerleriyle uyumlu seçimler yapmaya son derece bağlı ve bu tercihler gezegenin geleceğini ilk sıraya koyuyor. Alternatif tüketim sistemlerini, karbon ayak izini azaltmayı, küçük ölçekli üretici ve yerel işletmeleri desteklemeyi, döngüsel ekonomiye katılmayı geniş kitlelere yayan ve markaları dönüşüme zorlayan bir güçle karşı karşıyayız ne mutlu ki… “Şimdiye kadar görülmüş en yıkıcı kuşak” olacakları öngörüsü pek de şaşırtıcı değil.
Sürdürülebilirliğin tarihsel ve nesiller arası yolculuğuna baktığımızda, duyarsız ve ben-merkezci devrin geride kaldığını görüyorum ve sistemlerin yeniden tanımlandığı heyecan verici bir dönemin yaklaştığına inanıyorum. Gerçek dönüşüm gücü hem bireysel hem de toplumsal düzeyde zihniyet ve davranışta bir değişimle mümkün. Kuşaklar ötesi ve zamansız bir sürdürülebilirlik kavramı ancak bu şekilde köklenebilir.