Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Sanatın etkileme gücü, çevresel ve sosyal konulara karşı nasıl bir duruş sergilediği ve karbon ayak izi giderek daha fazla önem kazanıyor.
Sanat hayal gücü ve beceriyle yaratılan, güzel olan, önemli fikirleri veya duyguları ifade eden bir araçtır. Bu yaygın tanım, sanatın yaratıcılığa, yeteneğe, güzellik algısına ve derin duygusal veya düşünsel anlamlara vurgu yapar. Oysa benim bu yazıda ele almak istediğim, sanatın yaşamlarımızı iyileştirme, etkileme gücü ve çevresel sosyal konulara karşı nasıl bir duruş sergilediği. Bu yönüyle bakarak, gelin sanatın sürdürülebilirlikle olan ilişkisini mercek altına alalım.
Tarihe baktığımızda, sosyal duyarlılık misyonu yönüyle dikkat çeken ve incelenmesi gereken bazı sanat hareketleri görüyoruz. Dünya Savaşı'na tepki olarak ortaya çıkan Dada hareketi bunlardan birisi. Bu akım, modern kapitalist toplumun mantığını ve estetizmini reddeden sanatçılardan oluşuyordu. Bunun yerine, eserlerinde absürtlük, mantıksızlık ve burjuva karşıtı protestoyu ifade ettiler. Hareket başlangıçta performans sanatı olarak başladı, ancak sonradan görsel, edebi ve sesli medyayı kapsayan bir yelpazeye dönüştü. Dadaist sanatçılar, şiddet, savaş ve milliyetçilik konularındaki hoşnutsuzluklarını ifade ettiler. Bu akım nispeten kısa ömürlü bir hareket olsa da, etkisi devam etti ve prensipleri daha sonraki sanat hareketlerine (Sürrealizm ve kavramsal sanatın bazı yönleri gibi) yol açtı. Dada'nın isyan ve varolan normlara karşı reddetme ruhu, 20. yüzyıl sanatının seyrine kalıcı bir etki bıraktı.
İncelenmesi gereken bir diğer akım ise Duyarlı Sanat Akımı (Sensitive Art Movement): özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkmış olan ve sanatçıların duygusal ifade, içsel deneyimler ve toplumsal sorunlara duyarlılık konularına odaklandığı bir sanat hareketidir. Sosyal ve politik sorunlara odaklanan sanatçılar tarafından üretilen bu akım, sanatın insanların duygusal ve toplumsal zekalarını harekete geçirmesi ve insanların farklı perspektifleri anlamalarına yardımcı olması açısından önemli bir rol oynamıştır. Sanatın duygusal derinliği ve toplumsal etkisi konularında vurgu yapar. Bazı örnekler vermek gerekirse; Çinli sanatçı Ai Weiwei, toplumsal sorunları ele alan birçok esere imza atmıştır. Sunflower Seeds adlı enstalasyonu, kolektif gücün ve bireylerin önemini vurgular. Norman Rockwell'in The Problem We All Live With adlı çalışması 1960'ların ırk ayrımcılığına ve ırk entegrasyonu hareketine dikkat çeker. Barbara Kruger'in Untitled (I Shop, Therefore I Am) adlı eseri, tüketim kültürünü ve cinsiyet rollerini eleştiren bir mesaj taşır. Duyarlı sanat kavramına dair ülkemizden bir örnek olarak ise aklıma, Aslı Çavuşoğlu'nun Lahana pembesi / Soğan yeşili / Portakal mavisi başlıklı kişisel sergisi geliyor. Son yıllarda Türkiye’nin farklı bölgelerinde ortaya çıkan tarım inisiyatiflerinin, endüstriyel tarım uygulamalarına karşı geliştirdikleri alternatif yolları, bitkisel boyalarla yaptığı desenler üzerinden anlatmıştı. Yerel üretim ve duyarlı tüketim konularını yeniden düşünmeye açan bu proje, yeni sürdürülebilir modeller ve biraradalıklar geliştirmenin imkânsız olmadığının umudunu taşıyordu. Renkleri genellikle bir hikâye anlatırken aracı olarak kullanan sanatçının bu çalışmasında, doğal ürünlerden elde edilen renkler, her bir gıda inisiyatifinin yetiştirdiği ürüne referansla, içeriğin kendisi hâlinde sunulmuştu.
Doğa ile etkileşime ilham olmuş önemli akımlardan Land art (Arazi sanatı), ABD'de 1960'ların sonlarında doğmuş bir avant-garde sanat türüdür. Geniş doğal alanlara insan müdahalesini içeren bir sanat formu olarak değerlendirilebilir. Bu sanatın gerçekleştirilmesinde taş, toprak gibi doğal malzemeler kullanılır. Doğaya uyumlu bu çalışmalar, sanatın doğanın bir parçası olduğu düşüncesiyle, sanatsal biçimlendirme doğayla bütünleşmiş bir yaklaşımla yapılır. Land art aynı zamanda geleneksel galeri düzenine karşı bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Land art içinde yer alan eserler bazen galerilerde sergilenmiş olsa da, bu eserler hiçbir zaman satışa sunulmamıştır. Çünkü, örneğin Richard Long'un Wyoming Çemberi eserinde olduğu gibi oluşturulan düzenleme bir kez daha asla aynı şekilde gerçekleştirilemez veya Andy Goldsworthy'nin Çamur Kaplı Taşlar'ında ve kardan, buzdan yaptığı heykellerinde olduğu gibi zamana karşı direnç gösteremeyerek zaman içinde yok olurlar.
Bu alanda biraz daha modern uygulamalara baktığımızda, iklim aciliyeti farkındalığı ile ortaya çıkan bir tanım daha karşımıza çıkıyor: Ekolojik sanat, genellikle eko-sanat olarak adlandırılan, çevresel sorunlara değinen ve ekolojik sürdürülebilirliği teşvik etmeyi amaçlayan bir sanat türüdür. Eko-sanatçılar doğa, ekoloji ve insan faaliyetlerinin çevre üzerindeki etkisi ile ilgilenirler. Eserler genellikle ekolojik konularla ilgili farkındalık, düşünce ve eylemi ilham etmeyi amaçlar.
Londra’da Tate müzesinin bahçesinde izleme şansım bulduğum, Olafur Eliasson'un Buzların Erimesi (Ice Watch) adlı eseri iklim değişikliği ile insan etkileşiminin sembolik bir temsilidir. Ice Watch, büyük buz kütlelerinin taşınarak şehir meydanlarına yerleştirilmesiyle oluşturulan bir enstalasyondu. Bu buz kütlesi, Kuzey Kutbu veya Grönland gibi kutup bölgelerinden getiriliyor ve halka açık alanlarda sergileniyordu. Eliasson, bu eserle iklim değişikliği ve kutup buzlarının erimesi gibi çevresel sorunlara dikkat çekmeyi amaçlıyordu. Buzların erimesi süreci, serginin izleyiciler tarafından izlenirken hızla gerçekleşiyordu, bu da izleyicilere iklim değişikliğinin somut bir göstergesi olarak gösteriliyordu. Eliasson, bu eseriyle izleyicilerin bu önemli çevresel sorunlar hakkında düşünmelerini ve harekete geçmelerini teşvik etmeyi amaçladı.
Ve gelelim en kritik konuya: Sanat dünyasının iklim krizine katkısı, tarih boyunca pek konuşulmayan ve genellikle küçümsenen bir konu olmuştur. Datalar gösteriyor ki; endüstri her yıl 77 milyon ton yani Avusturya'nın tamamından daha fazla karbon dioksit yaymaktadır. Ancak son dönemde nihayet kolektif bir eylem ihtiyacının kritik hale geldiğinde çoğunluk hemfikir. Bu alanda çalışmaya kendini adamış ve bazı platform ve sanatçı kolektifleri kurarak harekete geçmiş olan küratör Alice Audouin'den bahsetmeden geçmemeliyiz.
Audouin, sanatçıların ekolojik konulardaki seslerini yükseltmek istedi ve bu, 2004 yılında UNESCO'da başlattığı "Sanatçı olarak Paydaş" adlı uluslararası bir sempozyumun oluşturulmasına yol açtı. Birkaç yıl sonra, Audouin, çevre dostu yeni sanatçılara destek olmak amacıyla altı yıl boyunca başkanlık yaptığı COAL (Sanat ve Sürdürülebilirlik Koalisyonu) adlı bir oluşumu kurdu. 2014 yılında, bu amaç doğrultusunda bir adım daha atarak 21 sanatçı ve çevre aktivisti ile Art of Change 21'i yarattı. Amacını sanatı daha sürdürülebilir ve iklim duyarlı hale gelmesini olarak tanımlayan küratör Audouin, "Sanat dünyasını daha çevre sorumluluğuna sahip kılmak elbette ki zor bir görev, kimse tek başına başaramaz... Sanat dünyasının kolektif olarak düşünmesi gerekiyor. Sektor henüz tam anlamıyla hazır değil. İnanıyorum ki birlikte daha fazla tartışma yaptıkça, ortak bir kültür oluşturabileceğiz ve aynı yönde ilerlememize olanak tanıyan bir hareket oluşturabileceğiz."