Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Ferzan Özpetek’in yeni filmi “Elmaslar” kadın dayanışmasını ve güçlü karakterleri bir araya getiren anlatımıyla izleyiciyle buluşuyor. Ödüllü yönetmen, yeni filminin perde arkasını Vogue Türkiye’ye anlatıyor.
Geçmişin büyüsü kadınların gücüyle buluştuğunda sinema ekranında adeta bir masal canlanıyor. Ferzan Özpetek’in yeni filmi Elmaslar (Diamanti), 1970’lerin Roma’sında, prestijli bir terzi atölyesinin büyüleyici dünyasında geçen, güçlü kadınların ilham verici hikayesini beyazperdeye taşıyor. Aralık 2024’te İtalya’da gösterime giren, 10 Ekim’de Türkiye’de sinemaseverlerle buluşan yapım, İtalya'da kısa sürede gişe rekoru kırdı; 2,6 milyonun üzerinde seyirciye ulaştı ve 63 ülkeye satılarak dünya yolculuğuna başladı. Elmaslar, yalnızca bir film değil duygularla örülmüş, görsel ihtişamıyla büyüleyen bir deneyim. Özpetek’in bugüne kadar en çok iş yapan filmi olarak anılıyor. Aynı zamanda izleyiciyle kurduğu güçlü bağ ile de fark yaratıyor. Ferzan Özpetek, “Daha ilk haftasında insanlar sinema salonlarının önünde kuyruklar oluşturdu” diyor. “Bu durum hem benim hem de dağıtım şirketi için çok şaşırtıcıydı. Filmin gösterildiği ilk akşamdan itibaren o heyecanı hissetmeye başlıyorsunuz.” Filmlerinin izleyici kitlesinin yüzde 80’ini kadınların oluşturduğunu söyleyen Özpetek, ilk defa İtalya’da seyirci yelpazesinin genişlediğini ve erkek seyircilerin de filmi sahiplendiğini dile getiriyor: “Bir şekilde erkekler de bu filmde annelerini, kız kardeşlerini, eşlerini, kızlarını buldular.”
Özpetek’in senaryosunu iki kadın senaristle, Carlotta Corradi ve Elisa Casseri ile birlikte yazdığı Elmaslar’da 18 kadın oyuncu yer alıyor. Onun için kadınlarla kurduğu bağ çok derin ve sahici. Kadınların içinde yer aldığı her şeyin mükemmel olduğuna inanıyor. Hikaye, Roma’da prestijli bir kostüm terzihanesinde geçiyor. Burada çalışan kadınların hepsi farklı karakterlere sahip; kimi otoriter, kimi naif, kimi içine kapanık... Ama ortak bir noktaları var: Koşullar ne olursa olsun birbirlerini kollayan ve tutan güçlü bir bağ. Özpetek bunu şöyle açıklıyor: “Dünyanın her yerinde kadınlara dair geçerli bir durum bu. Bir yandan büyük çatışmalar, çelişkiler yaşanır, öte yandan birbirlerini koruyan, tutan çok derin bir bağ vardır. Kadın ilişkilerinde çok yoğun yaşanan, çok özel bir şeydir bu.”
Filmde kadınların günlük yaşamda karşılaştıkları şiddet olgusu, ekonomik baskılar, annelik sorumluluğu gibi zorluklar ele alınıyor. Hepsi sahnelerin arasında bir nakış gibi işleniyor. Yine de film boyunca en baskın şey, kadınların birlikte var olma gücü. “Ben değil biz” sözleri ve “karıncalar gibi” replikleri, bu dayanışmanın şifreleri gibi perdeye yansıyor.
Özpetek, filmin çıkış noktalarından birinin gençlik yıllarına, İtalya’daki 16 yıllık asistanlık dönemine uzandığını anlatıyor. O yıllarda, neredeyse her gün oyuncuları kostüm provasına götürüyormuş. Onun için en büyüleyici adreslerden biri Umberto Tirelli’nin ünlü terzihanesi olmuş: “Tirelli’de detaya çok önem verirler. Çalışanlar araştırmacı, çalışkan, titiz insanlardır. Özel hayatlarını işlerine karıştırmamaya özellikle dikkat ederler.”
Oscar ödüllü kostüm tasarımcılarıyla aynı ortamı paylaşan yönetmen, ışığın, rengin ve kostümün sinemada nasıl başlı başına bir karaktere dönüştüğünü işte o dönemde kavradığını söylüyor. Federico Fellini’nin Satyricon filmindeki başlıkları tasarlayan dostlarından, Il Gattopardo’nun The Leopard filminin efsanevi kostümcüsü Piero Tosi’ye birçok usta ismin yanında bulunmuş. Uzun yıllar boyunca yakın dostu olan Tosi’den kostüm, senaryo ve yönetmenlik üzerine paha biçilmez öğütler almış.
Ferzan Özpetek kendi hayatından izler taşıyan bir hikaye anlatıyor filmde. Asistanlık dönemini ve oyuncuların prova zamanlarını olduğu kadar uğurlu balığını da filme taşımış. “O balık hep cebimde, 47 yıldır yanımda taşıdığım, uğurum olan bir şey. Bunun gibi benimle ilgili birçok ayrıntı var filmde.” Filmin çekim sürecinde de bu birikim yeniden sahneye çıkıyor; terziler bizzat sete geliyor. Art direktör Deniz Kobanbay ile beraber çalışan Özpetek, ortaya çıkan dekoru hayranlıkla anlatıyor: “Deniz, Umberto Tirelli’ye gitti ve orayı gördü. Çekim yaptığımız bina da aslında eski bir sefaret binasıydı, içi tamamen boştu. Deniz, o binayı Tirelli’nin yolundan giderek yeniden tasarladı. Ortaya inanılmaz bir iş çıktı.”
Filmde müzik, kostüm ve set tasarımı adeta sinematik bir şiire dönüşüyor. Özpetek, sette yakalanan bu ahengi şöyle anlatıyor: “Aramızda büyük bir uyum vardı; hiçbir şey oluruna bırakılmadı. Ben günde sekiz saat çekim yapıyorum, ama çoğu zaman çekimleri altı saatte bitirdik. Çünkü öyle bir enerji vardı. Her sabah geldiğimde, ‘Şu cümleyi değiştirelim, sen buradan gir, şunu şöyle söyle’ derdim; sanki büyülenmiş gibi oluyordum. Bir tek, iki kız kardeşin kavga ettikleri sahnede söylenen ağır sözler aslında senaryoda yoktu. Çekim sırasında oyuncuları ‘Bunu söyle, şunu yap’ diye yönlendirdim. Onları söylerken ben bile ağlamaya başladım. Çok ağırdı. Kameramanlar dahil hepimiz çok etkilendik. O gün sadece iki saat çekim yapabildik.”
Fotoğraf: Alamy
Elmaslar, Ciak d’oro’da “Altın Ödül”e layık görülürken, senaryosu ve yönetmenliğiyle “Altın SuperCiak” ödülünü kazandı. Başrol oyuncusu Luisa Ranieri, performansıyla “En İyi Kadın Oyuncu” ödülünü aldı. Venedik Uluslararası Film Festivali kapsamında Özpetek’e “Filming Italy Best Director Venice” ödülü verildi. Başarılı yönetmen ödüller değerli olsa da kendisi için asıl önemli olanın seyirciyle kurduğu bağ olduğunu ve bu bağı her şeyden üstün tuttuğunu belirtiyor.