Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
“Bir ressam harika bir renkçi, harika bir formalist ya da harika bir hikaye anlatıcısı olabilir. Eğer hepsiyseniz o zaman Matisse oluyorsunuz”
“İlginç resimlerin hala form hakkında, formun benlikle ve dünyayla nasıl ilişkilendiği hakkında bir şeyler söylemesi gerekiyor” diyen Amerikalı çağdaş sanatçı, yazar ve küratör Jason Stopa’nın Türkiye’deki ilk kişisel sergisi olan Interior Monument (İçsel Anıt), Sevil Dolmacı Galeri'de devam ediyor. Stopa ile bu sergiye nasıl hazırlandığını, ilham kaynaklarını ve resimlerinde tarzını nasıl bulduğunu konuştuk. Stopa “Bir ressam harika bir renkçi, harika bir formalist ya da harika bir hikaye anlatıcısı olabilir. Eğer hepsiyseniz o zaman Matisse oluyorsunuz” diyor.
Otel odamdan yazıyorum. Bu akşam solo sergimin açılışı var. Heyecanlıyım. New York’taki açılışlarda kimse gerçekten ne düşündüğünü söylemez, eğer şanslıysanız birkaç yakın arkadaşınız size dürüstçe gerçeği söyler. Şu ana kadar tanıştığım Türkler ise tam olarak ne düşündüklerini söylüyor. Ne rahatlatıcı bir şey!
Son bir yılımı bu seçkiyi yapmakla geçirdim, birçok duraklama ve yeniden başlama sonucu oluştu. 2023’ün başında sıkışmış gibi hissettim, stüdyoda kendimi tekrar ediyordum. 2023’ün Ağustos ayında Fransa’daki The Bau Institute’te bir sanatçı rezidansına gittim. Rezidans, Akdeniz’e bakıyordu ve orada Fransız Rivierası boyunca, Vence’deki Matisse Şapeli ve Aix-en-Provence’daki Cezanne’ın son stüdyosuna kadar seyahat ettim. New York’a döndüğümde oldukça özgürleşmiş hissettim, stüdyomda her şey birden kendini bıraktı ve son bir yıl boyunca bu sergiye doğru yeni imgeler ve fikirler akmaya başladı.
Sergi başlığı mantıklı değil, bunu kasıtlı olarak yaptım. Anıtlar kamusal, iç mekanlar ise özel alanlardır. Bu, bir sanatçının hayatından pek de farklı değil. Stüdyom, duygular ve algılarla dolu özel bir dünyadır. İşler benden, yapıcı olarak bağımsız bir şekilde yaşar ve tarihlerin, trendlerin ve söylemlerin şekillendirdiği kamusal bir dünya ile etkileşir. Form, yapı ve materyal gibi biçimsel meselelerin bir sosyal durumla nasıl ilişkilendiğiyle ilgileniyorum. Birçok mimari alanı araştırıyorum, bunlar ilerleme ile ilgili bazı kavramlarla ilişkili. Bence bizim uğraştığımız şeyler, kaybolmuş veya zamanla kaybolacak kültürlerin kalıntılarıdır; özellikle de iklim değişikliği çağında. Bu resimler, boyanın şeffaflığına ve akışkanlığına yaslanıyor, yüzeyin bildiğimiz dijital medya ve reklamlardan alınan pürüzsüz imgeler ve paketlemelerden ayrı ve açıklayıcı bir şekilde hissedilmesini istiyorum. Yani, bir tür anıttırlar ama kişinin içsel hayat duygusuna aitler. Resimlerin psikolojik yorumlarından genellikle kaçınıyorum, bir çizgi veya bir renk gibi tüm biçimsel kararların kişisel bir trajediyle ilgili olduğunu düşünmüyorum, bu indirgeyici ve çok gerçekçi geliyor. Yine de en erken çocukluk deneyimlerim büyük bir altüst oluş içeriyordu; formlarımı sınırlar olarak düşünüyorum, dört parçaya ayrılmışlar, düğümlenmişler, çekiyorlar ve çevreleyen formla gerilim içindeler. Yani 21. yüzyıldaki tüm dünya büyük bir altüst oluşla başa çıkıyor gibi görünüyor. Eserlerin zarif ve güvencesiz hissettirmesini istiyorum, sanırım ben de hayat hakkında oldukça sık böyle hissediyorum.
Eser: Jason Stopa, The House Of Mario Pani, 2022, Tuval üzerine yağlıboya, 168x137cm
Sevil, 2022’de Miami’de sanat fuarlarını ziyaret ediyordu. Benim de Untitled’da Morgan Lehman Galeri ile solo bir standım vardı. O zamanlarda tanıştık. O ayın ilerleyen zamanlarında New York’a geleceğini söyledi. Stüdyoma geldiğinde birlikte çalışmak isteyip istemediğimi sordu ve sonrasında her şey yerine oturdu.
Bu benim ilk gelişim. Daha önce buraya benzer bir yer görmedim. Biraz Paris gibi, herkes sigara içiyor, havalı ve güzel. Bir o kadar da Doğu havası var, her tarafta yüzyıllık camiler... Kentin mimarisi beni derinden etkiledi. Sanırım bir süre bu konuda düşüneceğim.
Neoliberal dışlama ve yerinden etme, modern şehirlerin egemen modelleridir. Şehir merkezleri, sahil bölgeleri ya da eski sanayi mahallelerinde yapılan büyük canlandırma projelerine baktığımızda bunun büyük ölçüde işçi sınıfı, azınlık ve evsiz nüfusların yerinden edilmesiyle sonuçlandığını görürüz. Şehirler, ticaretin merkezi alanlarını ayrıcalıklı kılacak şekilde kurulur; cam ve çelikten yapılmış sıradan yapılar ya da Barok tarzı, Disneyvari görkemli yapılar inşa edilir. Kamusal alanlar ya tamamen silinmiştir ya da yapay bir his verir. Ben, Archizoom gibi radikal mimarlık gruplarının insanları birbirine bağlayan bir şehir hayal ettiklerini düşünüyorum. Bu tarz radikal mimarlık grupları, gerçek özgürlüğün (sınıf, cinsiyet, ırk vb.), insanların yerleşim, erişim ve gezinti ilişkileriyle bağlantılı olacağını savunuyorlar. Bu, formun özgürleştirici özelliklere sahip olması hakkındaki düşünme biçimimde bana ilgi çekici geliyor. İlginç resimlerin hala form hakkında, formun benlikle ve dünyayla nasıl ilişkilendiği hakkında bir şeyler söylemesi gerekiyor.
Hayır ama artık bakmam lazım!
Evet, çok değişiklik oldu. Kendi sesimi bulmam çok uzun zaman aldı. Başladığımda, sesim sevdiğim ressamların sesiydi, bu hep böyledir. Başkalarının ne yaptığını anlamadan ne yapmadığınızı anlamak zordur. Bence stil, boyanın maddi özellikleriyle bir şey keşfetmeye çalışmaktan daha önemli değildir. Stil, bu arayışın bir ürünüdür. Bir ressam harika bir renkçi, harika bir formalist ya da harika bir hikaye anlatıcısı olabilir. Eğer hepsiyseniz o zaman Matisse oluyorsunuz. Yaklaşık 7 ya da 8 yıl önce, renge ve forma ciddi şekilde odaklanmaya karar verdim.
New York’a 17 yıl önce yüksek lisans için taşındım. O zaman 25 yaşındaydım. Her yıl oradan ayrılacağımı söyledim. Şehir sizi bir şekilde içine çekiyor. 2023’te Fashion Institute of Technology’de tam zamanlı profesörlük teklifini kabul ettim, bu yüzden bir süre orada kalmayı planlıyorum. Sanırım New York'un benimle henüz işi bitmedi. Berlin heyecan verici. Meksiko City de öyle. Büyük şehirler giderek daha pahalı hale geldikçe belki de sanatçılar, işlerini engellenmeden yapmak için kırsala taşımaya başlayacaklar.
Haftada 3 gün ders veriyorum. Geriye kalan 3 günümü stüdyoda geçiriyorum. Her sabah birkaç dakika meditasyon yapmaya çalışıyorum. Stüdyoya saat 11 civarı geliyorum ve 6’ya kadar çalışıyorum. Son birkaç saat genellikle en verimli saatler olarak geçiyor. Boya seansları arasında okuma ya da çizim yapıyorum. Pazar günleri ise dinleniyorum.
Ben eski usul biriyim. Hâlâ baskıyı seviyorum, podcast dinlemek zor, sadece arabada giderken dinlerim. The Paris Review ve The London Review of Books’u sıkça okurum. Jon Fosse’un Septology adlı kitabını bitiriyorum. Bu, bir ressamın ve onun hayatının sonlarına yaklaşırken inanç, zaman ve resim üzerine düşünceleriyle ilgili bir kitap.
Bu sonbahar/kış, Ashland, Oregon’daki The Schneider Museum’da ilk solo müze sergim olacak. Bu, çok büyük bir girişim ve yılın geri kalanını buna hazırlık yaparak geçireceğim.
Sergiyi 1 Mart tarihine kadar Villa İpranosyan'da, Pazar günleri hariç Pazartesi - Cuma 10.00 - 18.00 saatleri arasında ve Cumartesi günleri 11.00 - 18.00 saatleri arasında ziyaret edebilirsiniz.