Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Galerist’te devam eden Yanardağ Sevdalısı adlı sergi, bu doğa fenomenini ve temsil ettiği duyguları uluslararası ve yerel sanatçıların gözünden ele alıyor. Küratöründen dinliyoruz.
Valizleriyle adayı terk eden halkın dramatik görüntülerini izlerken Santorini’de yanardağın patladığı haberinin gelmesinden ve olumsuz senaryoların gerçekleşmesinden korkuyoruz. Dehşet verici ve bir o kadar da görkemli bu doğa olayı karşısında duyduğumuz hayret, endişe gibi ilkel duygular tarih boyunca sanatçılara ilham kaynağı olmuş. Hokusai’nin Fuji’yi resmettiği meşhur Fine Wind, Clear Morning eserinden Werner Herzog imzalı Into the Inferno belgeseli ya da Yüzüklerin Efendisi’ndeki Mount Doom’a, volkanlar bu çalışmalarda aslında biraz buzdağları gibiler; tabiatta tuttukları yer kadar bir de görünmeyen manaları var.
Galerist’in yeni sergisi Yanardağ Sevdalısı’nın küratörü Anlam Arslanoğlu de Coster, 16 yaşında Pompeii’yi ziyaretinde deneyimlediği hisleri ancak “spiritüel” olarak nitelendirebiliyor. Konuya ilgisi zamanla kuvvet kazanırken Susan Sontag’ın The Volcano Lover adlı kitabıyla tanışması bir sergi fikrini doğuruyor. Bu serginin bel kemiğini yanardağ sembolizmini sanatçıların nasıl algıladığı ve yanardağın psikanalizden mitolojiye pek çok kaynakta yer alan dualitesi oluşturuyor. 13 Mart’ta ziyarete açılan sergide Türkiye’de eserleri ilk defa sergilenecek Beatrice Arraes, Lysandre Begijn ve Alex Červený gibi isimler yer alıyor; ayrıca Hera Büyüktaşcıyan, Ahmet Doğu İpek ve Elif Uras gibi 15’i aşkın yerel sanatçı da bu sergi için özel işleriyle ziyaretçilerle buluşuyor. Aynı zamanda Zeyrek Çinili Hamam’ın artistik direktörü olan yazar ve sanat danışmanı Anlam Arslanoğlu de Coster ile sergi çerçevesinde yanardağ fenomenini konuşuyoruz.
Anlam Arslanoğlu de Coster, Fotoğraf: Gökhan Polat
Bu sergiyi hayal ederken Ege’de bu tehlikenin tekrar gündeme geleceğini düşünmeme imkan yoktu. Yanardağları biz bu sergide soyut bir metafor olarak ele alırken canlıları tehdit eden, öngörülemeyen bir yanı olduğunu hatırlamak hayli korkutucu. Bir yandan da bu kadar kudretli ve bilinmeyen bir tehdit olmaları onların çekim gücünü artırıyor ve bizi düşünmeye itiyor, doğa kendi yarattığını kendi yok edebiliyor, bizim kontrolümüz hayli kısıtlı. Volkanlar hem dünyanın oluşumunu ve gezegenimizin yaşanabilir olmasını mümkün kılacak kadar hayati, hem de medeniyetleri ortadan kaldıracak yıkıcı paradoksal güce sahipler.
Sontag’ın Türkçeye Yanardağ Sevdalısı olarak çevrilen kitabının yeni baskısı, sergi ile eş zamanlı olarak Can Yayınları’ndan çıkacak. Üzerine; saatlerce konuşulabilir ama kısaca Sontag’ın romanında volkan, tutku, güç ve yıkımın simgesi olarak karşımıza çıkıyor. Vezüv Yanardağı’nın Napoli coğrafyası ve tarihi üzerindeki belirleyici etkisi gibi, ana karakter Sir William Hamilton’ın yanardağlar, sevdiği kadın ve koleksiyonerlik ile saplantılı ilişkisi de kitabı şekillendiriyor. Vezüv’ün patlamaları, Pompeii’nin kalıntıları ve Hamilton koleksiyonunun akıbeti, insan yaşamının ve maddi olanın geçiciliği ile doğanın kalıcılığını vurguluyor. Sontag, yanardağ sevdalısı bir koleksiyoner üzerinden insanın ölümle yüzleşmesini ve kalıcı bir miras bırakma arzusunu da araştırıyor. Tabii yanardağ ile temsil edilen bir de aşk ve bastırılmış duygular meselesi var ve arka plandaki politik patlamalar... Sergi de yeryüzünün bilinçaltı ya da öbür dünyaya açılan kapısı olan yanardağları, insanın iç dünyasının bir metaforu olarak sunuyor.
Bu sanatçıların bazıları yıllardır takip ettiğim, birlikte çalıştığım sanatçılar, bazılarıyla ise bu sergi sayesinde yeni tanıştım ama sanırım haklısın, hepsinin his olarak bir ortak noktası var. Belki onlar kabul etmez ama bence mağara resimlerinden ilk tapınaklara uzanan kadim bir geleneğin devamında yer alıyorlar. Doğayla, mitlerle, kozmosla bilinçüstü bir bağları var. Hisleriyle üretmekten korkmayan sanatçılar.
Çok doğru, açıkçası gitgide rasyonel ve kavramsal olandan içgüdüsel ve duygusal olana yöneliyorum. Hatta romantizmden de çok önceye, tarih öncesine uzanan bir tema. Sanki gelecekle ilgili asıl cevaplar arkaik geçmişte saklı.
Sergi kapsamındaki okumalarımın çoğu yanardağ biliminin doğduğu, ilk sistemli arkeolojik kazıların başladığı 18. ve 19. yüzyılda yaşayan karakterlerin arayışları üzerine ve aslında insanlığın belli kırılma noktalarını tekrar tekrar yaşadığını fark ediyorum. Aynı zamanda bu dönemler senin de dediğin gibi aydınlanmaya bir tepki olarak romantizmin doğduğu, ezoterizmin teosofi gibi yeni akımlarla tekrar batı düşüncesinde yer bulduğu dönemler. Bunlar Freud ve Jung’un çalışmalarına da ilham olan akımlar, dolayısıyla bizim konumuzla yakından ilgililer. Bu kişiler bizi tekrar antik çağlara götürüyor, özellikle Jung – ilahi olanın ve bilgeliğin doğayla iç içe olduğu çağlara.
Bu sergiyi hazırlarken fark ettim ki, pek çok sanatçı da benzer sorgulamalar içerisinde. Sontag’ın romanına konu olan 18. yüzyıl sonu ve bugün arasında sosyal, sanatsal ile teknolojik dönüşümler anlamında şaşırtıcı benzerlikler var. Etna ve Vezüv’ün de patladığı bu çağda, önce Amerikan Devrimi, arkasından Fransız Devrimi oluyor. Hatta 1783-84 senelerinde İzlanda’da gerçekleşen Laki Yanardağı patlamasının yarattığı kıtlık ve iklim anomalilerinin Fransız Devrimi’ne zemin hazırladığı söyleniyor. Endüstri Devrimi dört nala ilerlerken, aydınlanma çağının antitezi olan romantizmi de üretiyor ve sanatsal anlamda deneysel olanın önü açılıyor. Sınıf çatışmaları güçleniyor, toplumsal bölünmeler şiddetli çatışmalara dönüşüyor. Hayli tanıdık tezatlarla bezeli bir tablo.
Paris malum sonsuz bir derya, sanatın her disiplininde dipsiz bir kuyu gibi. Dolayısıyla seçmek çok zor, ama ilkbaharda yolu Paris’e düşecekler için birkaç sergi önerisinde bulunabilirim: Louvre’da dünyaca ünlü modacıları, müzenin akla ziyan dekoratif sanatlar koleksiyonlarıyla etkileyici bir kurgu ile buluşturan Louvre Couture, Fransa Ulusal Kütüphanesi BnF’teki dünyanın sonu temalı Apocalypse ve Bourse de Commerce’de güncel sanatta beden temsillerini sorgulayan Corps et âmes. Popüler sergilerdeki kalabalıklardan yorulduğunuzda ise Musée de la Vie Romantique, Musée Gustave Moreau, Musée Bourdelle, Musée Delacroix, Maison de Balzac, Musée de Cluny gibi gizli cevherlerde soluklanmak büyük bir keyif ve ilham kaynağı. Ayrıca uzun bir renovasyona girmeden önce Paris Noir ve Suzanne Valadon sergilerine ev sahipliği yapan Centre Pompidou’yu bu haliyle son kez görmek kıymetli. Wes Anderson meraklıları ise yönetmenin Cinémathèque Française’deki sergisini kaçırmayacaktır.
Kapaktaki eser: Alex Červený, Ne Eksik Ne Fazla, 2025, Tuval üzerine yağlıboya