Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Stanley Kubrick’in kızı Katharina Kubrick ile İstanbul Sinema Müzesi’nde açılan ve 1 Mart 2023’e kadar gezilebilecek Kubrick retrospektifi şerefine buluştuk.
Katharina Kubrick tam karşımda oturmuş bana Stanley Kubrick’in kucağında torunları ve kedisiyle olan aile fotoğraflarını gösteriyor. “Babam eğer şu an bizimle İstanbul’da olsaydı burada sokakta yaşayan kedilere bayılırdı” diyor ve ekliyor: “Babam New York’ta büyüdüğü için hayvanlar hakkında pek fazla bir şey bilmiyordu. Ormandaki evimizde bir gün koşarak mutfağa geldi, annemle ben ne olduğunu anlamaya çalışırken büyük şaşkınlıkla kedilerin çok değişik bir yaratık bulduğunu ve onun etrafında beklediğini söyledi. ‘Çok değişik elleri ve alışılmamış bir formu var’ diyordu. Odaya gittiğimizde kediler bir köstebeğe bakıyordu. Daha önce hiç köstebek görmediği için vücut yapısı yüzünden hayvanın başına bir şey geldiğini düşünmüştü. Babam bizden en çok hayvanlar ve doğa hakkında öğrendi.” Katharina ile onun babasına öğrettiği ve ondan en çok öğrendiği şeyleri konuşarak başlıyoruz söyleşiye. Ona ve onun filmlerini izleyenlere... Stanley Kubrick’in işleri hep büyük konuları işledi ve bir şeyler öğretti. İşlerini zamansız kılan belki de buydu. “Büyük konular. Aşk, kıskançlık, hayatın anlamı; babam bu konuları işledi ve dolayısıyla nereden, hangi milliyetten geldiği fark etmeksizin onun işleri herkese hitap etti.” Bugün onun filmlerini izlediğimizde o filmler hâlâ anlamlıysa o zaman dünya hiç değişmiyor mu diye geçiriyorum içimden, bunu Katharina’ya sorunca gülümseyip cevap veriyor: “İnsanlar değişmedikçe dünya düzeni de değişmeyecek. Belki de evrilmeden geliştik. İleri gittik ama gelişmeden değiştik. İçinde olduğumuz sistemin bize dayattığı şeyler var. Seni bir başkasından korkar hâline getiren bir düzen... Bu korku düzeni seni esir alıyor. Bu düzenin içinde her şeyden önemlisi, eğer birbirimizle gerçekten konuşmazsak kaybedeceklerimiz. Çoğu zaman kaybetmemizin sebebi de buydu, birbirimizi duymamak. Ya da tam tersine doğru olmayan şekillerde duymak ve konuşmak. Bugün mesela sosyal medya yüzünden insanlar normalde yüzüne söyleyemeyeceği bir şeyi orada kolayca söyleyebiliyor. Vietnam savaşı sırasında herkes sokaklardaydı ama şimdi buradalar.” Bunu söylerken cep telefonunu gösteriyor Katharina.
Katharina söylenecek şeylerin de bir zamanı ve usulü olduğuna inanıyor, konuşacağın zamanı ve yeri bilmenin öneminden bahsediyor. Hem kişisel hem de profesyonel hayatında... Babası ona bu konuda örnek olmuş. “Babam hayatı boyunca hiçbir televizyon programına katılmadı. ‘Ben bir programa katılıp orada şakalar yapamam’ derdi hep. O, işiyle ünlüydü. Stanley Kubrick normal bir aile babasıydı. Sevdiği bir ailesi ve kedisi vardı. O hayattayken kendisi hakkında bir belgesel yapılmasını istemezdi. Yeni filmleri çıkarken sadece güvendiği gazetecilere filmleri hakkında söyleşi verirdi. Hayatını kaybettiğinde özellikle İngiltere’deki gazeteciler onun hakkında gerçek olmayan haberler yaptılar çünkü orada hiç söyleşi vermemişti. Vefat ettiğinde hakkında bir sürü gerçek olmayan haber çıktı. Hayattayken bu onun seçimiydi ama o artık aramızda değil ve biz konuşmazsak onun hakkında gerçek olmayan bilgiler yayılacaktı. 1999’da bilgisayar kullanmayı öğrenmeye başladığımda (gülüyor) internetteki topluluklara ve sosyal medya girişimlerine katıldım ki gerçekleri anlatabilecek bir platformum olsun. Birisi aileniz hakkında gerçek olmayan bir şey söylediğinde buna cevap vermek istersiniz.”
İçinde yaşadığımız bedenin sesli veya sessiz bir şekilde hayata cevap verdiğini söylüyor. “Babam Eyes Wide Shut’ı çekerken kalp krizi geçirdiğinde aslında hiç hasta değildi, sadece o kadar fazla çalışıyordu ve stres altındaydı ki vücudu artık dur diyordu. Bu, vücudunun ona cevap vermek için seçtiği bir yoldu.” Katharina’ya, çok çalışmanın başarmak için yeterli olup olmadığını soruyorum; çalışmak yeter mi yoksa bazen ne kadar çalışsanız da bazı limitler var mıdır? “Çok çalışmak yetmez, hayat da senin tarafında olmalı. Gerçekten akıllıysan kendi şansını da oluşturabilirsin. Bir kaçış planın vardır. Bazı insanlar şanssız çünkü kendilerine acıyorlar, kendimize şanslı olmak için yardımcı olabiliriz. En iyi planlar bile yerle bir olabilir ama ‘Hata yaptım ve bu işlemedi, şimdi nasıl yapabilirim’ diyebilmelisin. Spartacus filmini çekerken 500 tane figüran asker vardı, babam hepsine tek tek numara verdi. ‘Numara 327, saatini görüyorum!’ diye bağırıyordu. O bir satranç oyuncusuydu, çalışırken bir yandan da ileriyi planlıyordu ama hep iş üstündeydi. Okulda dersleri iyi değildi ama 15 yaşında fotoğrafçı olarak çalışmaya başladı. Kariyerinde yavaş ama ağır adımlarla ilerledi. Birisi gelip ona iyi bir yönetmen olmak için ne yapmak gerektiğini sorduğunda, kamerayı eline alıp herhangi bir şey çekmesi gerektiğini söylüyordu. Yapmadan öğrenemezsin. Örneğin keman çalmayı okuyamazsın, çalman gerekir. Bir şey eğer yapmaya değerse, iyi bir şekilde yapmaya değerdir demektir ve en iyi öğrenme şekli, yapmaktır.”
Kubrick’in detaya verdiği önem şimdi İstanbul’da onun hakkında açılan sergide de önemli bir nosyon olarak karşımıza çıkıyor. İstanbul Sinema Müzesi’nde açılan retrospektif bugüne kadar sanatçı hakkında yapılmış en kapsamlı sergi. İkonik yönetmenin daha önce yayınlanmamış ve gösterilmemiş belge, obje, senaryo, kamera, lens ve orijinal kostümleri de bu sergiyle gün yüzüne çıkıyor, detaylarla örülü bir kürasyon Kubrick’in hayatına kronolojik bir bakışla yaklaşıyor.
Ayrılırken, “Peki” diyorum Katharina’ya, “Zamansız filmlerden, zamanı aşan gerçekliklerden konuştuk, bir gün biz burada, bu dünyada olmadığımızda ne olacak?” Camdan dışarı, İstanbul sokaklarına bakarken yüzünde hafif bir gülümseme, yavaş ve emin bir ses tonuyla cevaplıyor: “Biz gittiğimizde dünya yeniden iyileşecek. Jeff Goldblum’un söylediği gibi: ‘Hayat bir yol bulur’. Biz birbirimize nazik olalım yeter. Bir de kedilere…”