Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.


Fotoğraf çektirirken gülümsemin değişen toplumsal normlara ve dönemin teknolojisine bağlı olduğunu ortaya koyan Ludwig Müzesi’ndeki Smile! How The Smile Came Into Photography sergisi, görsel tarihimize dair yeni ufuklar açıyor.
Genel estetik algımızı şekillendiren güzellik trendleri ve sosyal medya her ne kadar fotoğraftaki pozlarımızın çeşitlenmesine yol açsa da günümüzde fotoğraf çekilirken gülümsemek samimiyetin ve kişiler arası bağların göstergesi olan bir toplumsal refleks hatta yazılı olmayan spontan nezaket kurallarından biri olarak karşımıza çıkıyor. Oysa fotoğraf makinesinin 19. yüzyılın başlarında icat edilmesiyle hayatımıza giren fotoğrafın ilk dönemlerini incelediğimizde, çoğunlukla donuk, ifadesiz ve cansız pozlar görüyor ve herhangi bir gülümseme bulgusuna rastlamıyoruz. Hatta ilginç şekilde gülümsemenin hiç de iyi karşılanmayan bir jest olduğunu öğreniyoruz. Zira modern zamanlara değin, özellikle de resim sanatında gülümsemek daha çok düşkünlere özgü, asaletten yoksun, bayağı bir hal olarak algılanıyor. 1878’de fotoğrafçı Josef Janssen bu konu hakkında şöyle yazıyor: “Fotoğraf çektirmenin kendisi öyle garip bir durumdur ki, insanın kişiliğini ifade etmesini baştan engeller. İnsan hareketsiz, sabit bir bakışla, o korkunç kafa dayanağına yaslanmış halde, belirli bir süre boyunca, göz için hiçbir ilgi çekiciliği olmayan bir noktaya bakmak zorundadır. Bunun sonucu da elbette sertlik ve cansızlıktır.” Burada gülümsemenin zorluğuna değinen Janssen’in sözlerinde dikkat çeken şey, kafa dayanağı. Gerçekten de fotoğraf makinesi ve fotoğraf çekim tekniklerinin henüz emeklediği dönemde, poz vermek üzere kameranın önüne oturan kişilerin saatler sürecek şekilde sabit durmaları gerektiğinden, sırtlarına ve başlarına gizli bir metal aparat yerleştiriliyor. Böylece hiç kıpırdamadan uzun süre bir noktaya bakmak mümkün oluyor; ki fiziken rahatsız bir sürecin içine giren özne için gülümseme açısını ve miktarını bu koşullar altında stabil kılmak imkansıza dönüşüyor.
Almanya Köln merkezli Ludwig Müzesi’nde açılan Smile! How the Smile Came Into Photography sergisi, fotoğraf disiplininin tarihsel gelişimini incelerken, yukarıda değindiğimiz gülümseme olgusunun nasıl hayatımıza girdiğini ve gülümsemenin nasıl kültürel norma dönüştüğünü gözler önüne seriyor. Gülümseme, sergi yayınında belirtildiği üzere hemen mutluluk duygusunu çağrıştırıyor. “Gülümseme, ciddiyetle kahkaha arasında bir yerde duran bir ifade olarak görülüyor. Bugün gülümsemeyi doğal bir sevgi ifadesi olarak algılasak da gülümsemenin toplumsal olarak kabul gören ‘okunabilir’ bir yüz ifadesi haline gelmesi için yüzyıllar geçmesi gerekti.” Dolayısıyla kimi zaman nezaket kimi zaman hafiflik göstergesi olan gülümsemeyi, karmaşık doğası olan bir toplumsal kod olarak kabul etmek gerekiyor. Ciddiyet, gülümseme ve kahkaha üzerine yapılan tarihsel tartışmaların temelinde şu soru yatıyor: Bunlar içsel duyguların doğal bir ifadesi mi yoksa sonradan öğrenilmiş yüz hareketleri ve davranış kalıpları mı? Yani gülmek ve gülümsemek tüm insanlara özgü evrensel tepkiler mi yoksa belirli durumlarda avantaj sağlamak için kullanılan stratejik iletişim biçimleri mi? Aslına bakılırsa 19. yüzyıl ortalarında fotoğrafın ortaya çıkışı, bu tartışmada önemli bir rol oynuyor. Sanat tarihçisi Monika E. Müller’e göre, 12. yüzyıldan önce, yüz ifadeleriyle duyguların anlatıldığı neredeyse hiçbir görsel bulamıyoruz. Bunun nedeni olarak, güçlü duyguların gösterilmesine karşı çıkan Hıristiyan ahlakının baskın olmasını öne sürüyor Müller. Antik Yunan ve Roma döneminden Rönesans’a değin, kahkahanın problemli bir ifade olduğunu, 18. yüzyıla geldiğimizde burjuvazinin ortaya çıkışıyla kahkahanın, aristokratların disiplinli yüz ifadelerine öykünerek sınırlandığını ve bir sonraki yüzyılda da yüzlerdeki ciddiyetin devam ettiğini görüyoruz. Dolayısıyla, özellikle I. Dünya Savaşı’ndan sonraki döneme geldiğimizde, Müller’e göre, gülümsemenin fotoğraf için geçerli bir tema olarak ortaya çıkmasının nedeni, bir yandan daha kısa pozlama sürelerini mümkün kılan teknik gelişmeler, diğer yandan da fotoğrafçı ile model arasındaki güç ilişkilerinin yeniden şekillenmesiydi.

Man Ray, Lippen (Lee Miller), 1930, Ludwig Müzesi, Köln.
Gülümsemenin yayılmasında rol oynayan çoklu faktörlerin en önemlilerinden birinin, 1920’lerde sessiz filmlerin kitlelere ulaşması olduğunu görüyoruz. Keza, akıcı diyalogların yokluğunda, yüz ifadeleri yoğunluklu şekilde duyguları aktarmak için kullanıldığından, yakın plan çekimlerde gülümseme kareleri ekranı kaplıyor ve gülümseme fikri yavaş yavaş zihinlere yerleşiyor. Sanayinin gelişmesi, üretim ve tüketimin artışı ile görsel kültürün zenginleşmeye başlamasıyla birlikte, reklamcılık faaliyetleri de yoğunlaşıyor ve ürünlerin tanıtımlarında pozitif yüz ifadeleri memnuniyetle ilişkilendiriliyor; gülümseyen yüzler mutluluk vaat ediyor. Dolayısıyla dudak kenarlarının yukarı doğru kıvrımı ürünlerin cazibesini artırırken, gülümseme ve kahkahanın mutlulukla ilişkilenmesi ve bunun alenen ifadesi, toplumsal olarak kabul gören bir davranışa dönüşüyor. Sergi dahilinde 2015’te yapılan ilginç bir araştırma da yer alıyor. Bu araştırmada, 20. yüzyılın başından bu yana Amerikan mezuniyet yıllıklarındaki öğrenci portreleri yıllara göre inceleniyor ve gülümsemenin gözle görülür şekilde sürekli arttığı saptanıyor. Buradaki diğer bir bulgu ise kadınların erkeklerden daha çok gülümsediği. Gerçekten de dünya genelini kapsayacak biçimde görsel kültürde yüz ifadelerinin daha belirgin hale geldiğini gözlemlerken, ilginç biçimde moda fotoğrafçılığına baktığımızda, statü ve ‘cool’ görünüm için modellerin donuk, cansız ve asık suratlı olduğu gerçeğiyle baş başa kalıyoruz; ama bu da başka bir yazının konusu olsun.
Smile! How the Smile Came Into Photography sergisi 22 Mart 2026 tarihine kadar Ludwig Müzesi’nde ziyaretçilere açık olacak.