Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Sarah Burton’ın Alexander McQueen’den sonraki hayatı, onu Paris’e ve Givenchy’ye sürüklüyor. Tasarımcı, yepyeni ve görkemli bir gelecek hayal etmek için modaevini yeniden inşa etmeye hazırlanıyor.
Sarah Burton’ın Paris’te, George V Caddesi’nde konumlanan ofisindeki masasının üzerinde, Givenchy'nin Burton ile başlayan ikinci baharı duruyor: Markanın kurucusu Hubert de Givenchy’nin 1952’deki ilk koleksiyonuna ait lookbook çalışması... Her biri Collier Schorr’un fotoğraflarını anımsatan keskin bir mimariye sahip tasarımlar, leopar çanta gibi şaşırtıcı aksesuarlarla tamamlanarak dikkatleri üzerine çekiyor. Bu kitapların yanında, Hubert de Givenchy’nin birinci ve ikinci koleksiyonlarına ait −tasarımcının eski atölyesinin duvarlarında konumlanmış− patiska desenlerden oluşan bir yığın yer alıyor.
Geçtiğimiz eylül Givenchy’nin başına geçen ve bu ay 2025-26 Sonbahar/Kış Paris Moda Haftası kapsamında ilk defilesini gerçekleştirecek olan Sarah Burton’ın yaptığı da tam olarak bu: Geçmişi gün yüzüne çıkararak geleceğe uzanmak. Daha önce John Galliano, Clare Waight Keller, Riccardo Tisci ve eski patronu Alexander “Lee” McQueen gibi tasarımcılar tarafından yönetilen bu modaevi hakkında, “Tarih boyunca birçok farklı Givenchy hikayesi oldu” diyor ve ekliyor: “İleriye gitmek için her zaman başlangıç noktasına geri dönmeniz gerektiğini düşünürüm −markanın özünü anlamak için.” Ardından masanın bir kenarında, lookbook’u karıştırmaya başlıyor: “Bu siluet bir bakıma Hitchcock’a benziyordu; tamamen biçim ve yapıyla ilgiliydi. Hubert de Givenchy pamuk ve ipek gibi saf, sade kumaşlar kullanıyordu. Belki yapacağım şey bu şekilde sonuçlanmayacak, ancak günümüz dünyasının gerçeklerini bir kenara bırakma fikri hoşuma gidiyor. Instagram için değil insanlar için kıyafet hazırlamak... Şu tasarımlara bakın, her biri hâlâ elleriyle bir şeyler yapan sihirbazlara ait. Ve bu sihirbazlar hâlâ çalışmaya devam ediyor. Benim de istediğim, insanların kendilerini içinde iyi hissedecekleri tasarımlara imza atmak.”
Modanın yarattığı duyguyu anlayabilecek biri varsa o da Burton’dır. Onun McQueen’de imza attığı koleksiyonlar hem haute couture düzeyinde bir işçiliğe sahipti hem de insanlarda farklı duygular yaratıyordu. LVMH’ın Givenchy kreatif direktörlüğü için ona teklif yapmasının arkasındaki neden de bu yetenekleriydi. Bir tasarımcı olarak güçlü bir hayal gücüne sahip olmanın yanı sıra çizim ve terzilik konusunda da oldukça uzman biri olduğuna hiç şüphe yok.
İlk defilesinde ne yapacağına dair ipuçları arıyorsanız, “Terziliği seviyorum” açıklaması −modaevinin ünlü couture geçmişini mükemmel bir şekilde yapılmış ancak herhangi bir gösteriş veya teatrallikten yoksun kıyafetlere dönüştürdüğünü hatırlarsak− muhtemelen başlamak için iyi bir yerdir. Burton, “Terziliğe yeni bir yaklaşım getireceğini umduğum yeni siluetler geliştirmekle ilgileniyorum” diyor ve ekliyor: “Bazen bir erkek giyim anlayışıyla dikilerek net ve çarpıcı olacak; bazen de bir kadının bakış açısıyla daha seksi olacak. Tüm bunları kapsayan bir gardırop yaratmak istiyorum. Givenchy siluetle ilgilidir ve önden nasıl göründüğü kadar arkadan nasıl göründüğü de önemlidir.”
Kendisi kesinlikle Givenchy’ye farklı açılardan bakmaya özen gösteriyor: “Markanın çok güçlü bir tarihi var. Ayrıca butik bir modaevi olarak Paris’te konumlanması bana cazip geliyor. Hubert de Givenchy’nin giydirdiği kadınlarla olan ilişkisini çok seviyorum; çok fazla empati kuruyordu.” Londra ve Paris arasında yaşayan Burton şu sıralar bu şehirde yeni bir daire arayarak Paris’i keşfetmeye çalışıyor: “Paris’i çok seviyorum ancak kendisini yakından tanıma fırsatım hiç olmadı. Hep iş için gidip geldim. Bu nedenle de şehre damgasını vuran o muhteşem sergileri ya da galerileri gezememiş, o muhteşem insanlarla tanışamamıştım.”
Bu, Burton’ın Givenchy için ilk çalışması değil; ancak son seferi çok resmi olmayan bir sıfatla olmuştu: 1997 yılında Alexander McQueen’de çalışmaya başladığında, İngiliz tasarımcı Givenchy ile Paris’te fırtınalar estiren koleksiyonlara imza atıyordu. Burton da McQueen’in Londra Hoxton’daki ofisinden Paris’e onun tasarımlarını götürüp getiriyordu. “Ayaklarımın dibinde bir robotla günlerim Eurostar’da geçiyordu” diyen Burton, Londra’nın merkezindeki kendi küçük stüdyosunda çalıştığı ve sadece zevk için üretme fikrinin tadını çıkardığı bir yıllık aradan sonra Givenchy’nin teklifini kabul ederek Paris’e geldi. “Durmak için yeterli vaktiniz olduğunda, her şeyi biraz daha net görüyor ve kendinizi daha yakından tanıma şansına sahip oluyorsunuz.” Bu durum ona yeni görevine başlamak ve ilk defilesini gerçekleştirmek için ihtiyaç duyduğu rahatlığı vermiş gibi görünüyor. Hubert de Givenchy’nin 70 yıl önce modaevini açarken sorduğu gibi Burton da “Bugün kadınları nasıl giydiriyorsunuz?” diye soruyor. “Bir kadın bir müze parçası giymeden gerçek hayatta nasıl yaşar? Bu, gösterişli süslemelerle ilgili değil; en temele geri dönmekle ilgili −bazı açılardan desen çizimine geri dönmek, şekil vermek ve kesim yapmakla ilgili. Aslında basit ve güzel bir şey yapmak çok daha zor.”