Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Giyim tarzlarımızı kültürel tüketimlerimiz şekillendiriyordu, peki ya şimdi?
İlk gençlik, lise yıllarınızı eminim hatırlıyorsunuzdur. Hatta muhtemelen “era”larınız, dönemleriniz olmuştur. Popçu döneminiz, metalci döneminiz, indie rock'çı döneminiz... Veya müzikten gitmeyelim, kültürel tüketimlere daha geniş bir perspektiften bakalım. Okulu “asıp” sergilere, bienallere giden birini Abercrombie&Fitch eşofmanlarıyla görmemişsinizdir asla. Veya Abercrombie&Fitch eşofmanlarıyla kampüste gelen geçeni “kesen” birini kampüs dışında en fazla House Cafe’de görmüşsünüzdür, İstanbul Film Festivali’ne bilet almak için Emek Sineması önünde sıraya girmiş olarak değil. Veya bir Sosyoloji öğrencisini Barbie logosu desenli bir tişörtle değil, kilim desenli bol kıyafetlerle görmüşsünüzdür. Bilgisayar Mühendisliği öğrencisini outdoor ayakkabılarıyla görürken, Görsel İletişim ve Tasarım öğrencisini ise çoğunlukla dönemin Les Benjamins muadili markası neyse onun ürünleriyle.
Hayır, yanlış anlaşılmasın. Bu yazının gidişatı ve amacı Abercrombie&Fitch markasını veya onun tasarımlarını giyenleri küçümsemek değil. Camper botlarıyla Filmekimi sırasına girenleri gururlandırmak da değil. Genelleme yapmak saygın görülmez, fakat istatistik biliminin belkemiği de genelleme olmasa fıtık olurdu. Dolayısıyla omurgayı sağlıklı inşa edebilmek adına destek almamız gereken bazı tespitler de yol göstericimiz.
Peki, bu tespitler ne işimize yarıyor veya yarıyordu? Zaman ve emek kaybı yaşamadan “ilişkilenebilmemize”. Toplum içinde yaşamak bize evrimsel sürecimiz boyunca kendimize benzeyeni bulmanın bir hayatta kalma yöntemi olduğunu öğretti. Ailenin konforlu alanı olan evden dışarı adım atıp kalabalığa karıştığımız ilk mekan olan okulda, iletişim kuracağımız insanları kendi özgür irademizle seçebileceğimizi ilk defa deneyimledik. Fakat henüz kendimizi tanımladığımız ne bir kültürel tüketim ne de bir giyim tarzı vardı. O sıralar ebeveynlerimizin bizi tanımlamak istediği şekilde görünüyorduk. Bir 6-7 sene sonra metalci olacaktık belki, ama henüz pembeler ve simler içindeydik. Sonra sonra okumayı öğrendik, dinlediklerimiz arasından seçki yapmaya başladık, bazı şeylerin üstüne çarpı attık, bazı şeylerin yanına kalp çizdik. Ve zamanla dahil olmak istediğimiz grubun çerçevelerini ve kriterlerini keşfettik.
Tam burada tabii ki tercih biçimleri ikiye ayrılıyor. İlk motivasyon, tükettiklerimiz üzerinden bir gruba dahil olmak; ikinci motivasyon ise grupları gözlemleyip ya birini daha havalı bulduğumuz için ya da kendimize benzer hissettiğimiz için ona dahil olmayı seçmek. Bu da çoğunlukla, oluşmakta olan karakterimizin öne çıkan özelliklerinde liderlik, bireysellik veya takip edip uygulayan olmasıyla ilintili bir vaziyet.
Bu esnada değinmediğimiz birkaç oldukça önemli etken daha var elbette: siyasi ve sınıfsal tercihler. Sağın ve solun taraftarlarının bambaşka stiller benimsediğini gözlemlememek mümkün değil. Bir tekstil ürününün siyasi bir sembole dönüşmesi apayrı tarihsel arka planlara sahip, ama bu başka bir yazının konusu.
Tabii şu an bambaşka bir çağdayız. Punk’lar, emo'lar, hard-rock'çılar, motorcular, hippiler, gotikler… Bunlar ölmedi ama soyu tükenmekte olan türler. Şu an global sokak stillerine, moda sayfalarına baktığınızda ya aşırı kendine münhasır stiller ya da bir örnek “look”lar görüyoruz. Bu noktada kazanan modanın ta kendisi ve kaybeden alt kültürler mi diye sorsak, cevabı belirsiz. Ama küresel markaların ve sosyal medya ile influencer’ların etkisi yadsınamaz derecede katlandı. Bugün Yenikapı-Hacıosman metrosuna bindiğinizde yan yana oturmuş ve kıyafetleriyle pişti olmuş iki genç kadın görebilirsiniz. Ancak birinin kulaklığında Hadise, diğerinin kulaklığında Tame Impala çalıyor olması ihtimali yüzde 100’e yakın.
Bunu bir jenerasyonel değişim olarak okumak çok mümkün. Benim gibi millenial’lar muhtemelen hâlâ daha kombinlerindeki bir özel dokunuşla ve belki dövmeleriyle bir “statement” vurgulamaya çalışıyor. Dijitale doğan Z kuşağının ise muhtemelen artık derdi kendini giydikleriyle tanımlamak değil; daha ziyade bunu sosyal medya hesaplarında yapmayı tercih ediyorlar. Ancak sokakta olduklarında da öne çıkarmak istedikleri söylemleri var. Burada da moda yine imdatlarına koşuyor. Şu an Kadıköy’de birkaç yüz metre yürüseniz en çok göreceğiniz şey mesajlı çoraplar, çantalar, tişörtler...
Dolayısıyla modanın “self-statement” gücü bazen sakatlanıp yedek kulübesine çekilse de ya da oyun kurucu rolünde olsa da asla jübile yapmayacak. Vitamin haplarıyla beslenip yalnızca ekranlar aracılığıyla iletişim kurduğumuz Black Mirror yılları gelmedikçe, benliklerimizi giydiklerimiz aracılığıyla tanımlamaya devam edeceğiz. Bu da modanın en büyük gücü.