Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
2026 İlkbahar/Yaz Paris Moda Haftası, yaratıcılığın sınırlarını zorlarken asıl soruyu gündeme getirdi: Moda endüstrisi, kadınların gerçekten ne giymek istediğini hâlâ biliyor mu?
2026 İlkbahar/Yaz Paris Moda Haftası, hayal gücünün sınırlarını zorlayan, neredeyse başka bir evrenden fırlamış gibi duran siluetlerle doluydu. Devasa omuzlar, sürrealist formlar, fütüristik yüz makyajları ve dramatik hacimler… Moda, yine sanatla flört hâlindeydi. Fakat bütün bu görsel ihtişamın ortasında, defilelerin hemen ardından yankılanan bir soru vardı: Tasarımcılar hâlâ kadınların gerçekten ne giymek istediğini biliyor mu?
Son dönemde podyumlar, kadın giyiminin özünden giderek uzaklaştığı sahnelere dönüştü. Thom Browne’un kullandığı uzaylı maskeleri teatral abartısıyla bir moda gösterisinden çok bir performans sanatına dönüştü. Jean Paul Gaultier’nin insan bedenini neredeyse bir heykel gibi biçimlendirdiği tasarımları, giysiyi işlevinden koparıp gündelik hayattan uzaklaştırdı. Öte yandan kadın bedenine giydirilmiş erkek siluetleri, markanın alışılmış cinsellik ve mizah dengesini zorlarken, izleyicide bir yabancılaşma duygusu yarattı. Comme des Garçons’un aşırı deneysel yaklaşımları da benzer şekilde giyilebilirlikten uzak bulundu. Pierre Cardin’in uzay çağı estetiğine yönelen çizgisi ise kadın giyimini gerçek yaşamdan kopuk bir noktaya taşıdı. Tüm bu örnekler, markaların yaratıcılık adı altında dikkat çekme yarışına girdiğini; ancak bu süreçte kadınların gerçek ihtiyaçlarından ve gündelik yaşamdan uzaklaştıklarını gösteriyor. Bu sebepten moda, giyimle ilgili olmaktan çıkıp, giderek bir gösteri türüne dönüşüyor.
Fotoğraf: Comme des Garçons 2026 İlkbahar/Yaz, Vogue Runway
Paris’te bu yılki defileler bir anlamda fantezinin işlevselliğe üstün gelmesi olarak da değerlendirilebilir. Moda, giderek kadının bedeninden, hayatından ve ihtiyaçlarından uzaklaşıyor. Alaïa’da Pieter Mulier’in tasarladığı kolsuz, bedeni sımsıkı saran elbisesi, sembolik olarak kadını yeniden sıkıştıran bir imge yarattı. Glenn Martens’in Maison Margiela defilesinde modellerin ağızlarının metal aparatlar ile açık bırakılması ise, farkında olmadan “sessizleştirilmiş kadın” temasını sahneye taşıdı. Duran Lantik’in Jean Paul Gaultier için hazırladığı cesur koleksiyonda kadınların üzerine erkek bedeni baskılı bodysuit’ler giydirilmesi, beden politikalarını rahatsız edici bir anlatıyla altüst etti. Tüm bu örneklerin arasında neredeyse hiç beden çeşitliliğinin yer almaması ise, kadını sadece bir “form” olarak gören bakış açısını yeniden gündeme getirdi.
Oysa modern kadın yeniden tanımlanmak değil, gerçekten anlaşılmak istiyor. Kadınlar, daha fazla süs değil, daha fazla anlam arıyor. Giydikleri giysilerin yalnızca güzel görünmesini değil, aynı zamanda kendilerini iyi hissettirmesini istiyorlar. Şıklığın konforla, zarafetin işlevsellikle buluştuğu bir denge arayışı içindeler. Bugünün kadını için gardırop artık bir vitrin değil, özgürlüğün ve zarafetin kesiştiği kişisel bir alan. Ofisten sokağa ve davetlere uzanan tempolu yaşamında giysileri onunla birlikte hareket etsin, nefes alsın istiyor. Ancak podyumlarda sergilenen birçok tasarım, bu hızla akan yaşamın gerçekliğine değil, bir sanat galerisinin durağan estetiğine ait gibi kalıyor. Kadınlar podyumlarda gördüğümüz kostüm benzeri deneysel tasarım öğelerinden ziyade kendi hikayelerini anlatan tasarımlar arıyor. Vücudu kalıplara sokan değil, ruhuna alan açan kıyafetler...