Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Bir avuç vizyoner moda girişimcisinin ütopik hayalleriyle başlayan moda ve biyoteknoloji işbirlikleri moda endüstrisinde sıkça konuşulan bir mesele hâline geldi. Laboratuvar ortamında üretilen yenilikçi malzemeler ışığında, moda tasarımcıları bilimsel metotları deneysel paradigmalarla geliştiriyor.
Fotoğraf: Less
Geleceğin moda ekosistemi laboratuvarlarda şekilleniyor. Nasıl mı? Bir moda dünyası hayal edelim. Tasarımcı stüdyolarında gerçekleşen; dönemsel akımların, sezon trendlerinin ve geleneksel yaratım süreçlerinin yanı sıra, biyokimyacıların ekolojik endişelerle yeni nesil ve sürdürülebilir ürünler kurguladığı; laboratuvar araştırmalarıyla dönen bir dünya... Bu çok bilimsel aynı zamanda deneysel gelişen sürecin bir adı var: Biyofabrikasyon. Bahsi geçen bilimin modadaki karşılığı; giysileri doğrudan dikmek yerine uygun ortamlarda besleyip büyütmek veya belirli koşullar altında büyük fıçılarda yetiştirmeye dayanıyor. Bu sistem aynı zamanda döngüsel olarak doğadan gelenin doğaya armağan edildiği ekolojik tabanlı bir dönüşüm sistemi olarak tasvir edilebilir. Ananas ve muz yapraklarından portakal, üzüm ve elma kabuklarına; mantarlardan mayalara kadar birçok farklı mikroorganizmalar yardımıyla gelişen, yetişen ve dönüşen bir malzeme evrimi... Her gün yeni keşifsel malzeme denklemleri geliştiriliyor ve moda - bilim kesişimlerinin güncel versiyonları ortaya çıkıyor. Peki, moda endüstrisi neden yeni nesil malzeme arayışında? Öncelikle, modanın çevreye bıraktığı ayak izi göz ardı edilemeyecek kadar büyük ve bununla bağlantılı iklim krizi son günlerde hepimizin gündeminde. Hâl böyle olunca artık değişim kaçınılmaz, tünelden çıkış ışığı ise bilimle parlıyor. Altını çizmemiz gereken bir diğer husus da, pandemi sonrasında yeniden sorgulamaya başladığımız yeni lükslerimizin bu alanla oldukça yakın bir dirsek temasında olması. Yeni nesil moda dünyasında lüks kavramı uzunca bir süredir doğal olana yakınlık ve doğaya dost olmakla doğru orantılı bir grafik çiziyor. Y ve Z jenerasyonunun bilinçli tüketicileri için kullandıkları ürünlerin doğal ve ekolojik bir kimlikle özdeşleşmesi artık lüksün ta kendisi. Tüketicilerin bu yeni nesil ve oldukça inovatif laboratuvar modasına olan ilgi ve talebi arttıkça markalardan da yanıt gecikmiyor. Birçok moda markası malzeme bilimcileriyle işbirlikleri yapmaya başladı bile. Disiplinlerarası bu birleşimi talep eden moda endüstrisinin acil çağrısına, biyoteknoloji şirketlerinden hızlıca yanıt geldi ve geleceğin kıyafetlerinin nasıl yaratılacağı konusunda radikal fikirler havada uçuşmaya başladı. Evet, bahsi geçen bakteri, maya, alg, mantar, yosun, küf gibi mikroorganizmalar, bitkilerin yaprak, kabuk ve çekirdekleri doğadan gelip, laboratuvarlarda işlenip moda tutkunlarının gardıroplarında birer moda nesnesi olarak yer alıyor. Laboratuvar destekli biyoteknolojik moda devrine geçiş yapıyoruz. Peki, bitki bazlı atıklar ve mikroorganizmalardan laboratuvarda üretilen malzemeler modanın geleceği olabilir mi? Gezegeni en çok kirleten ikinci endüstri olan moda, gerçekten bir gün dünyayı kurtarabilecek mi? Bu sorulara umut ve heyecanla cevabımız: Neden olmasın…
Mikroskobik ölçek
Moda ekosisteminde kullanılan laboratuvar kökenli malzemeler arasında şüphesiz aklımıza ilk gelen biyolojik âlem mantarlardır. Son yıllarda birçok biyoteknoloji firması mantarlardan ürettiği yeni nesil sürdürülebilir materyallerle konuya yeni bir boyut kazandırdı. Bunlardan ilki İtalya menşeli biyomateryal üreten teknoloji laboratuvarı Grado Zero Escape’in mantarın şapkasından çıkarılan sporlardan ürettiği Muskin. Mikolog Paul Stamets’in dediği gibi; “Mantarlar modanın geleceğidir.” Bu hipotezi destekleyen bir diğer gelecek vaat eden örnek ise geçtiğimiz yıl New York Moda Haftası’nda tanıtılan Reishi. Kaliforniya merkezli biyomalzeme geliştiricisi startup MycoWorks tarafından geliştirilen Reishi’yi ilk test eden marka April in Paris ve markanın tasarımcısı Béatrice Amblard, Fransız geleneksel teknikleri bu yenilikçi malzemeyle uyarlayarak başarılı bir sonuç elde etti. MycoWorks’ün bir diğer şahsına münhasır çalışmasıysa Fine Mycelium’dan yapılan ilk nesne olan Hermès’in Victoria çantası.
Markalar mantar kökenli malzeme devrimine karşı oldukça hevesli. Adidas, Bolt Treadle ile işbirliği sonucu Stan Smith’in miselyum versiyonu Stan Smith Mylo’yu piyasaya sürdü. Bolt Threads ürün başkan yardımcısı Jamie Bainbridge; “Adidas ekibinin harika ayakkabılar üretme konusundaki rehberliği, derin teknik uzmanlığı ve hızlı geri bildirimleri Mylo’nun Stan Smith siluetine uyum sağlamasında önemli bir etkendir” dedi.
Mantar gibi sürdürülebilir alternatif diğer mikroorganizmalar ise bakteri ve mayalar. Fermente çay, bakteri, maya ve malzemeleri çevre dostu liflere dönüştürebilen ve diğer mikroorganizmaları kullanarak kıyafet yetiştirebileceği hayalinden yola çıkan Biofabricate’in kurucusu Suzanne Lee, ilk olarak 2003 yılında BioCouture projesini başlattı. Lee’ye göre; “BioCouture, radikal bir moda vizyonu önermek için doğadan yararlanan bir araştırma projesidir. Laboratuvarda yetiştirilen mikrobiyal selülozun giysi üretiminde kullanımını araştırıyoruz. Nihai hedefimiz, kelimenin tam anlamıyla bir sıvı fıçısında elbise yetiştirmek.” Lee’nin yaydığı vizyon kısa sürede birçok marka, tasarımcı ve bilim insanı için ilham kaynağı oldu. New York merkezli marka Public School, Fashion Institute of Technology (FIT) profesörü ve malzeme bilimcisi Dr. Theanne Schiros ile bakteri ve maya kültüründen fermente edilmiş yüzde yüz biyolojik olarak parçalanabilen deriden yapılan bir çift spor ayakkabı üzerinde birlikte çalıştı. Slow Factory Foundation’ın yürüttüğü One x One adı verilen girişimde tasarım ikilisi Dao-Yi Chow ve Maxwell Osborne, Theanne Schiros ile alışılmışın dışında bir moda denklemi kurguladı. Kombucha üretimine benzeyen malzeme üretim sürecinde Dr. Schiros iki farklı süreç kullandı: Çay ve şeker atığı kullanarak sıfırdan yetiştirme ve Om Champagne Tea’nin kombucha fabrikasından tedarik ettiği atık SCOBY (bakteri ve maya simbiyotik kültürü) içeren dairesel bir süreç. Dr. Schiros, bu süreci mümkün olan en düşük karbon ayak iziyle tamamlamayı hedefledi. Sürecin kromla tabaklanmış deriden 10 bin kat daha düşük toksiklik ve petrol veya plastik bazlı deri alternatiflerinden 2-3 kat daha düşük karbon ayak iziyle sonuçlandığını kanıtlayan bir yaşam döngüsü analizi yaptı. Slow Factory Foundation’ın kurucu ortağı Céline Semaan; “Bu yıl moda endüstrisi için finansal olarak çok zorluydu. Bu ayakkabıyı yapmak küçük, hızlı bir proje değildi ve çok fazla deneme yanılma gerektirdi” diyerek projenin laboratuvar süreci ve deneyselliğine vurgu yaptı. Bakteri, mantar mayalar ve belki keşfi beklenen birçok yeni mikroorganizma… Modanın gelecek notaları bugün kurulan hayallerde saklı. Her şey bir hayalle başlamadı mı zaten?
Bitkisel güç
Modanın sürdürülebilir geleceği bitkisel genetik kodlarla yazılıyor. The North Face ve Japon biyomateryal firması Spiber ile 2019 yılında bir işbirliği gerçekleştirdi. Spiber’ın bitki kaynaklı biyokütleden ürettiği protein materyali Brewed Protein ile ortaya çıkardığı Moon Parka, laboratuvar temelli modanın en başarılı örneklerinden sadece biri. Spiber’ın küresel kurumsal planlama başkanı Daniel Meyer; “Örümcek ipeği, hem gücü hem de uzayabilirlik konusundaki eşsiz yeteneği nedeniyle, uzun süredir malzeme bilimciler için kutsal bir protein lifidir” diyerek örümcek ipeğini laboratuvar ortamında nasıl ürettiklerini şu sözlerle anlatıyor: “Doğada protein üretiminden sorumlu olan genetik bilgiyi analiz ederek başlıyoruz. İstediğimiz özellikleri sağlayacağını düşündüğümüz bir DNA zinciri tasarladıktan sonra, bu DNA’yı bir mikroorganizmaya dâhil ediyoruz.”
Tükettiğimiz meyvelerin bir gün bir moda nesnesi olarak üzerlerimizde yaşam döngüsüne devam etmesi fikrini hiç hayal ettiniz mi? Eğer cevabınız evetse yalnız değilsiniz. Adriana Santonocito, 2011 yılında Sicilya’nın Katanya şehrinde doğal olarak bol bulunan ve büyük ölçüde israf edilen şeylerden sürdürülebilir tekstiller yapma fikrini bulduğunda Milano’da bir tasarım öğrencisiydi. Amacı yüz binlerce ton çöpe atılan portakalın kabuğunu değerlendirmenin bir yolunu bulmaktı. Vizyoner öğrencinin fikri üniversite tezinde sorulan bir sorudan ilham aldı: Narenciye yan ürünlerinden lüks bir ipek fular yapılabilir mi? Selülozun, portakal kabuklarından çıkarılabileceği biliniyordu. Ancak Santonocito, kimyasal reaktifler kullanılarak bunun daha sonra boyanabilen ve aynı pamuk ve polyester gibi diğer tekstillerle karışabilen bir ipliğe dönüşebileceğini keşfetti. Ardından yan ürün olarak kullanılan portakal kabuğunu bilinçli marka ve tasarımcılar için benzersiz bir bileşene dönüştürmek amacıyla 2014 yılında onun gibi vizyoner olan Enrica Arena ile Orange Fiber firmasını kurdu. Projenin sürdürülebilir moda pazarındaki ilk büyük adımı, İtalyan modaevi Salvatore Ferragamo ile yaptığı işbirliğiydi. Deneysel, yenilikçi ve sürdürülebilir bir malzeme, geleneksel ve kült bir markanın vizyonu ve Akdeniz yaratıcılığını kutlayan İtalyan tasarımcı Mario Trimarchi’nin desenleriyle birleşince ortaya disiplinlerarası bir güçler birliği çıktı.
Benzer misyonla keşfedilmiş ve endüstriye yön veren bitki bazlı sürdürülebilir malzeme de Piñatex. Deri uzmanı Carmen Hijosa 1990’larda Filipinlerde bir deri fabrikasına danışmanlık yaptığı sırada deri üretimi ve kimyasal tabaklamanın olumsuz çevresel etkisi karşısında şoke olur ve bu itici güç onu sürdürülebilir alternatif bir deri malzeme arayışına yönlendirir. Carmen’e göre; “Tasarım insanlar, ekonomi ve çevre arasında bir bağlantı aracıdır. Bütünsel olarak yeni fikir ve ürünleri anlamak ve bunlara saygı duymak bu bağlantıyla ortaya çıkabilir.” Doktora derecesini Royal College of Art’ta tamamlayan vizyoner girişimci Dr. Carmen, kurduğu Ananas Anam adlı şirkette ananas liflerinden ürettiği malzemeyle sürdürülebilir modaya yön vermeye devam ediyor. Hugo Boss, H&M gibi markaların aralarında olduğu binden fazla marka Piñatex’i koleksiyonlarına dâhil ediyor.
Bir diğer övgüyü ziyadesiyle hak eden biyolojik malzeme de Bananatex. Bu malzemenin geliştirilmesinin arkasında Tayvanlı bir iplik uzmanı ve İsviçreli çanta markası QWSTION var. Muz liflerinden yapılan dünyanın ilk su geçirmez kumaşı olan Bananatex güçlü ve dayanıklı olduğu kadar aynı zamanda esnek ve hafif. Perakende devi H&M geçtiğimiz günlerde yenivegan koleksiyonu Co-Exist’i Paris’te tanıttı. Koleksiyonu, H&M’in sürdürülebilir malzemeleri, teknolojileri ve tasarımları keşfetmek için 2021’in başlarında başlattığı İnovasyon Hikayeleri girişiminin üçüncü bölümüdür. Mart ayında Meksikalı girişimciler Adrián López Velarde ve Marte Cázarez ile işbirliği yapan H&M, kaktüs derisinden yapılan Desserto ile bilim hikayesini başlatmıştı. Hayvan hakları kuruluşu PETA tarafından onaylı koleksiyonda şarap endüstrisinin yan ürünü üzüm kabuğu ve çekirdeklerinden yapılan VEGEA vegan derisinden yelek ve pantolonlar, seçkide öne çıkanlardan. Bitkisel gücü temel alan moda endüstrisinde zamanla aileye yeni katılacak üyeler mutlaka olacaktır. Vizyoner dâhilerin domino etkisi yaratan bitkisel ve oldukça deneysel çalışmalarını sabırsızlıkla bekliyoruz.