Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Kriz zamanlarında hayal kurmanın öneminin altını çizen Dior Artistik Direktörü Maria Grazia Chiuri ile modanın geleceğinde sinemanın rolünden ve 2020-21 Sonbahar-Kış Haute Couture koleksiyonu için ona ilham veren minyatür modellerden konuştuk.
1945 yılında, Christian Dior henüz Paris’teki Avenue Montaigne 30 numarada kendi modaevini kurmamışken, bir grup moda tasarımcısı Théâtre de la Mode (Moda Tiyatrosu) adını verdikleri bir enstitü altında toplanarak koleksiyonlarını gezici de olabilecek bir sergi ya da gösteriyle sunmanın yollarını aramaya başladılar. İkinci Dünya Savaşı ertesinde kumaş bulmak oldukça zorlaştığı gibi, talep de bir hayli azalmıştı. Bu nedenle aralarında Cristóbal Balenciaga, Jeanne Lanvin, Pierre Balmain ve Nina Ricci’nin de olduğu isimler, 230’dan fazla tasarımı boyları 70-80 cm aralığında değişen oyuncak bebeklere uygun olacak şekilde dikmeye karar verdiler.
Bu girişimle, hem savaşta gelir kaybı yaşayanlara yardımcı olacak bir fon oluşturuluyor hem de ölmek üzere olan modayı canlandıran bir adım atılmış oluyordu. Proje büyük bir başarıya imza attı. Yaklaşık 100.000 ziyaretçi, Théâtre de la Mode Avrupa ve Amerika turnesine çıkmadan önce koleksiyonları görebilmek için, sergi açılışının yapıldığı Musee des Arts Décoratifs’e geldi. O gün sergi, zorluklar karşısında yaratıcılığın kutlaması niteliğini kazanırken; umudun ve dayanıklılığın simgesi olarak da görülmeye başlandı.
Fotoğraf: Leslie MoQuin
Bir haute couture koleksiyonu sunmak pandemi sırasında bir meydan okumaya dönüşmüş olsa da, Maria Grazia Chiuri kendisine gereken ilhamı benzer bir süreçle ortaya çıkan Théâtre de la Mode’da bulmuş. Sonbahar-Kış 2020-2021 Haute Couture Koleksiyonu’nun sunumundan hemen sonra Zoom üzerinden gerçekleşen röportajda, kriz zamanlarında yaratıcılıktan, kendisine ilham veren minyatür modellerden ve modanın geleceğinde sinemanın rolünden bahsediyor Chiuri.
Fotoğraf: Leslie MoQuin
Théâtre de la Mode, çok zor bir dönemde bir kültürün tüm dünyada yayılmaya devam etmesini sağladığı için gerçek bir referans niteliğinde. Moda tasarımcılarının ve sanatçıların birlik olup Parizyen kültürünün yaşama gücünü gösterme fırsatı bulduğu bir platform. Bu koleksiyon için minyatür modeller üzerinde tasarladığım 37 görünüm, defile videosunda gördüğünüz sandık içerisinde bütün dünyadaki Dior couture müşterilerine sunulacak. Böylelikle, denemek istedikleri elbiseleri gerçek boyutlarda dikebilmemiz için seçim yapmış olacaklar. Böyle bir projeyi yaşamlarımızı çok büyük oranda dijital üzerinden devam ettirdiğimiz bu periyotta hayata geçirmiş olmak benim için ayrıca önemli. Bazı zanaatkarlık detaylarını bir fotoğrafta ya da videoda görmek mümkün olamayabiliyor. Couture söz konusu olduğunda kumaşı hissetmeniz, kıyafeti üzerinizde görmeniz gerekir. Geleneksel olarak devam ettirilen zanaatkarlığın böyle dönemlerde yok olmasına izin veremeyiz.
Fotoğraf: Leslie MoQuin
Matteo’nun hayal dünyası çok geniş. Oldukça titiz ve geleneksel yöntemlerle çalışan bir yönetmen. Kadrodan çekim mekanına her konuyla, en ince detaylara varana kadar bizzat ilgileniyor. Sinema ise benim her zaman ilgilendiğim bir alan. Haute couture’ün eşsiz atmosferini yaşatabilmek için son zamanlarda sıklıkla Matteo gibi öngörü sahibi biriyle çalışmayı düşünüyordum. Ben bir moda tasarımcısıyım ve hayal ettiklerimi sinema alanında gerçeğe dönüştürmek için ayrı bir yeteneğe ihtiyaç var. Matteo bizi iyi anlıyor; kendi perspektiflerimizle benzer yaklaşımlarda bulunabiliyoruz.
Fotoğraf: Leslie MoQuin
Bence filmde sanal bir dünyayı kreatif süreçle oldukça iyi sentezlenmiş bir şekilde görüyoruz. Film yaklaşık 10 dakika sürüyor; modanın mitolojisini anlatan kısa bir öykü niteliğinde. Önemi ise “couture” (terzilik) sözcüğünün bir fanteziyi, bir hayali çağrıştırmasından kaynaklanıyor.
Bu yolu seçmemiz bir zorunluluk değildi. Yeni çalışma yöntemleri bulmamız gereken bir dönemdeydik. Sokağa çıkamadığımız günlerde tıpkı Matteo gibi ben de Roma’da evimdeydim. Atölyenin bulunduğu Paris’e göre çok daha sade bir hayat sürüyorduk. Bir film yapmak ve minyatür kıyafetler üretmek zanaatkarlık anlamında da en kolay seçenek olarak gözüküyordu. Çünkü herkes kendi özüne odaklanmıştı. Sonuç olarak Matteo ile farklı projeler için yeniden çalışmayı çok isterim.
Sürrealist sanatçılar arasında erkekler kadar kadın isimlere de rastlıyoruz; artistik yeteneklerini çok iyi tanımasak da ilham perisi rolü biçtiğimiz kadın sanatçılar olabiliyor. Bunlar oldukça modern, dönemlerine göre oldukça ilerici düşünce yapısına sahip, kendilerini giysileri aracılığıyla ifade ediş biçimleriyle beni bir hayli etkileyen kadınlar. Lee Miller’ın hayatı ve fotoğrafları örneğin. Bu genç kadın, İkinci Dünya Savaşı hakkında bir belgesel hazırlamak için Avrupa’ya gelmiş. Onun olağanüstü yeteneğiyle ortaya çıkardığı eserleri sayesinde görüyoruz ki insanlık, en korkunç zamanlarda bile hayatta kalmayı başarıyor.
Carrington resimlerinde çok güzel bir renk paleti kullanıyordu; bazı kumaşlarda bu renkleri görebilirsiniz. Lee Miller’ın bazı fotoğraflarındaki akışkanlık duygusu, koleksiyondaki elbiselerden birinin likit kadife kumaşında kendini gösteriyor. Beyaz tüllerden oluşan bir elbisenin üzerine işlediğimiz “Blanche et muette, habillée des pensées que tu me prêtes” (Beyaz ve sessiz, bana ödünç verdiğin düşünceler içinde) cümlesi Belçikalı şair Marcel Mariën’in dizeleri arasından seçildi. Kendisinin erkek olmasının ironik olduğunu söyleyebilirim, çünkü sanatçılar yalnızca ilham perisi olmuyor; kadın ya da erkek de olsalar ortaya çıkan işin tamamında onların rolü büyük.
Fotoğraf: Leslie MoQuin
Pandemi boyunca düşünmek ve hayal etmek için çok fazla vaktimiz oldu. Sürrealizmin yaptığı da budur; size hayaller kurdurur, ki bu couture çalışmaları için de harika bir program.