Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Devrimleri tetikleyen, kameraları kendine hayran eden, uğruna mahkemelik olunan kırmızının olağanüstü gücü başka hiçbir renkte yok.
Fotoğraf: Richard Burbridge
Dünyada renge nadiren rastlanan öyle kuytu köşeler var ki, gözlerden uzak bu noktalarda bir parça renk görmek insanı yüze gelen yumruk gibi şaşırtıyor. Nepal’in Tibet Platosu’ndaki ay yüzeyi görünümlü Mustang coğrafyasında hemen her şey gri. Çıplak kayalarla çevrili yüksek gri koridorlar, geniş gri nehir yatakları, yüksek rakımlardaki patikalarda yol alan gri eşek kervanları... Bu tek renkli panoramada Kagbeni adlı bir köy var. Ve buradaki manastırın avlusunda Budist rahip adayları kan kırmızısı giysileri içinde futbol oynuyor. Rüzgarla havalanan gri toz, kırmızıya hareket katıyor, giysilerin etek uçlarını rahiplerin bileklerini yalayan alevlere dönüştürüyor. Grinin sonsuzluğunda renk o kadar çarpıcı ki, adeta anı retinaya kazıyor. Sadece kırmızının böyle bir etkisi var.
Bu rengin enerjik etkisini yaşamak için o kadar uzaklara gitmek gerekmiyor aslında. Birkaç yıl önce, gelinlik seçmeye çalışan bir arkadaşım Vogue kapağında Cate Blanchett’in üzerinde gördüğü bir modelin çekimine kapılmıştı. Uzlaşmaz, çarpıcı krimson kırmızından, üste oturan, straples gece elbisesi muhteşem bir Alexander McQueen tasarımıydı. Üzerinde tekrar tekrar denemiş ve her defasında daha çok sevmişti. McQueen’in nazik çalışanları beyazını yapabileceklerini söylemişlerdi. Evet, diye düşünüyordu arkadaşım, beyaz gelin rengi, uygun olan beyaz. Ama yine de… kırmızısı çok daha güzel değil mi? Tüm özelliği o değil mi? Başka elbiseler, beyaz elbiseler de denemişti ama kırmızı kafasında yer etmiş, diğer bakir renkleri solgunlaştırıp, silikleştirmişti. Büyük bir kararsızlığın ardından farklı bir beyaz gelinlik seçmişti. (Ne de olsa kırmızılar içinde bir gelin çok sıra dışı bir görüntüydü). Ancak o kırmızı elbise hayalinde krimson bir leke olarak yer etti.
Kırmızı doğamızda var. Başka hiçbir renk, en ilkel insani arzularımız açısından bu kadar temelde yer almaz, onlarla bu kadar iyi uyuşmaz. Kırmızı asla ödün vermez. O kendi başına bir vurgudur, dur işareti, uyarı, barikat, alarm, tehlike, şevk, seks, tutku, tahrik, heyecandır. Krallarla kraliçelerin rengidir o, savaşların ve imparatorlukların, tiyatronun ve gücün. Hem şeytandır hem de İsa’nın kanı, cehennem ve Kutsal Ruh, hayvansal güdü ve çarpan yürek, kızıl toz ve gezegenimizin magma çekirdeğidir. Hayatın ve edimin rengidir o, dillerin de işe karıştığı rujlu bir öpüşün ifadesidir. Kırmızı adrenalindir, havai fişektir, geleneksele karşı çıkıştır. Utançtır, şiddettir, yüzün kızarması ve öfkedir.
Kırmızı büyük tutkunun özetidir: Cumartesi geceleri restoranların önünde kırmızı gül satanları, kırmızı kalpleri ve kırmızı iç çamaşırlarını getirin gözünüzün önüne. Devrimin rengidir o, Komünizmin ve gizli kızılların, Rusya’nın ve Çin’in, Budizm’in ve Hinduizm’in, kardinallerin ve hafifmeşreplerin, korku filmlerinin ve önemli sanatın, Rothko ve Titian’ın, Kırmızı Ayakkabılar’ın ve Kırmızı Şapkalı Kız’ın, spor arabaların ve yüksek topuklu pabuçların, gelinciklerin ve katliamların rengidir. ( “Veda, acısı kırmızı ve güçlü olacak sanırım” der, Nabokov’un İdama Çağrı adlı eserindeki tutsak. Başka nasıl olabilirdi ki...) Özel Bir Kadın’da operaya giden Julia Roberts’dan, Venedik’te kırmızı manto giymiş birinin gazabına uğrayan Karanlığın Gölgesi’ndeki çifte kadar filmler, kırmızılı karakterlere bayılır. Kırmızı ateş kadar aydınlatıcıdır.
Givenchy 2017 Sonbahar/Kış
Modada kırmızının rafine etkisi, Givenchy’nin sezon koleksiyonunda fazlasıyla hissediliyor. Riccardo Tisci’nin moda evindeki saltanatının sona erişini ifade eden koleksiyonda, tasarımcının on iki yıllık görev süresi boyunca yarattığı en büyük hitler –Bambi baskılı sweatshirt’ler, çakı gibi üste oturan mantolar, şeffaf tül elbiseler– göz kamaştırıcı mat scarlet tonundaki “Givenchy kırmızısı'’ndan yeniden yorumlandı.
İlginçtir ki, scarlet kırmızısıyla birebir ilişkilendirilen ve hatta tanımlayıcı simgesi olarak kabul edilen Valentino’da, geçmişe fazla meyilli görünmekten kaçındığı gözlenen Pierpaolo Piccioli, kış sezonunda rengin tonunu pembe dantel elbise üzerinde şarap rengi tül olarak yumuşatıyor. Alexander McQueen’de ise tüylü balo kıyafetlerinin ve imparatoriçelere layık dökümlü ipek mantoların (ya da gerçekte bir düşese uygun elbiselerin) çağrıştırdığı gibi, kırmızı kullanımı mutlaka rengin tarihsel ve kültürel önemini vurgulayan bir anlayışla birlikte geliyor. Markanın ilk dönemlerinde şeytanlık, paganizm ve fesatlık fikirleri öne çıkıyordu, rengin günümüzdeki kullanımı da aynı derecede büyüleyici ve tehlikeli bir çekimi ifade ediyor. Sezon koleksiyonundan tipik bir örnek: Deri bir elbisenin korsesini tutturan kırmızı iplerde biraz Frankeştayn’ın canavarını, biraz da seksi çağrıştıran başkaldırıcı bir çekim var.
Prabal Gurung’da ise kırmızı, ülkesiyle arasındaki bağlantı. “Nepal’de kırmızı arılık, iffet ve onur sembolüdür” diyor tasarımcı. “Genellikle evli kadınlar tarafından giyilen bir renk bu ve feminen enerjiyi çağrıştırıyor. Kırmızının Batı dünyasındaki baştan çıkarıcı algısıyla yan yana kullanılmaları bana çok ilginç geliyor,” diye sürdürüyor konuşmasını. “Benim için kırmızı direncin ve gücün rengi. Kendilerini öne çıkarmaktan korkmayanlara uygun ama buna rağmen modern ve feminen olmayı sürdürüyor. Benim “ısırgan dişilik” dediğim ifadeyi yansıtmak için kusursuz bir renk.”
Vogue Amerika 1955 Ocak sayısından
Fotoğraf: Erwin Blumenfeld
Yanıcı potansiyeli olan her şey gibi, kırmızıya da temkinli yaklaşmak lazım. Her kadının mutlaka kırmızı bir elbisesi olması şart. Onun yaratıcı, iş buldurucu, buluşma ayarlatıcı, söylev verdirici, kendine güven artırıcı, düşmanları uzaklaştırıcı, dünyanın kaç bucak olduğunu gösterici gücü asla küçümsenemez. (“Şüphedeyseniz kırmızı giyin,” demişti Bill Blass.) Ancak Virgin Atlantic kabin ekibi üyesi değilseniz ya da İşçi Partisi konferansında açılış konuşması yapmıyorsanız, ayda diyelim bir kereden fazla tepeden tırnağa kırmızılara bürünmek en sağlam kişilikler için bile yorucu. Kırmızı kendini aşmayı, dışa vurumu gerektiriyor. (Hatta belki ayna önünde kendi kendinle konuşmayı da gerektiriyor: “Bunu yaparsak her şeyi yaparız.”) İddia ediyor ve ima ediyor kırmızı. İkna ediyor. Kırmızılar içindeyken geri adım atmak olmaz.
Moda duayeni Diana Vreeland gibi bir kişiliğin kırmızı için yaşamasının nedeni tam da bu. Aslında kırmızılar içinde yaşadı demek daha doğru olur. Bir zamanlar, “50 kat vernikle kaplanmış konuşan biblo” olarak tanımlanan Vreeland, Horst tarafından New York’taki dairesinde çekilen ünlü fotoğrafta, kabuki tarzı boyanmış benzersiz yüzüyle (kırmızı dudaklar ve tırnaklar, yanaklarda, alında ve kulaklarda kırmızılık) scarlet çiçekli duvarlar, kanepe ve yastıklar, kırmızı halı, masalar, kapılar, lamba konsolları ve resimler arasında, –kendi deyişiyle “cehennem bahçesi”nde– tüm görkemiyle uzanıyor.
Vreeland için kırmızıdan sıkılmak “sevdiğinden bıkmak” anlamına geliyordu. Kusursuz tonu bulma arayışını hayatı boyunca sürdürmüştü. “Badanacılara doğru rengi yaptırtmak imkansız” diye yazmıştı. “Sanki ‘içinde bir parça gotik ve biraz Budist tapınağı olan bir rokoko istiyorum’ dermişim gibi... Neden bahsettiğim konusunda hiçbir fikirleri yok. Bahsettiğim şey en güzel kırmızının bir Rönesans portresindeki çocuğun şapkasının rengini yakalamaktan geçtiği.” Vreeland öldüğünde, beyaz bir çarşafa sarılmış olarak evinden çıkarılmış. Komşularından biri, “kusursuz bir pedikür yapılmış kırmızı ojeli minik beyaz ayaklarını” hatırlıyor.
Bir parça parlak rengin –nefesli çalgılar topluluğu yerine tek başına bir klarnetin– daha etkileyici olduğunu ayakkabı tasarımcısı Christian Louboutin herkesten iyi biliyor. (O kadar ki, alametifarikası kırmızı tabanları sıkı sıkıya korumak için mahkemelik bile olmuş) Louboutin’in bu fikri buluş öyküsü masalsı. “Kırmızı tabanı, Warhol’un 1964 Çiçek serisinden esinlenen Pensées isimli ayakkabıya borçluyum” diyor tasarımcı. “Eskizleri her zamanki gibi renkli çizmiştim ve fabrikadan pembe krep olarak gelen prototiple çizim arasında olağan bir kayıp olmasını bekliyordum. Çünkü teknik sınırlamalar yüzünden topuklar yeterince ince ya da kemerler yeterince abartılı yapılamıyor. Model orijinal çizime siluet olarak olabildiğince yaklaşmıştı ama buna rağmen etkisinin tamamen yok olduğunu görmek beni şaşırtmıştı. Sebebinin tabanın blok siyah rengi olduğunu anlamam uzunca bir süre aldı.” Bu konuya kafa yorduğu sırada asistanı tırnaklarına oje sürüyormuş. “Kırmızı ojesini kapıp ayakkabıların tabanını boyadım. Asistanımın hoşuna gitmemişti ama bu renk ilavesi bir keşif anıydı. Orijinal kavram yeniden ortaya çıkmıştı.” Tasarımcı, sözlerine şöyle devam ediyor: “Yürüyüp giden bir kadının arkasından dönüp baktığınızda ne görürsünüz? Çizgileri, salınımı ve ayakkabısının tabanları.” Başka hiçbir renk yanına yaklaşamıyor kırmızının. “Tutku, mutluluk ve talihin evrensel simgesi, enerjinin ve sevginin rengi o.”
Vogue Amerika 1966 sayısından
Fotoğraf: Henry Clarke
Dünya tarihi bir kırmızılar tarihi. Michel Pastoureau, ilginç kitabı Red’de yontma taş devrinde ölülerin kan ya da şarap dolu sürahilerle, yeşim ve lal taşlarıyla birlikte kırmızı aşıboyası yataklarına gömüldüğünü yazıyor. Ortaçağda kırmızı, cehennemin ve lanetin olduğu kadar Kutsal Ruh’un ve ilahi aşkın da rengiydi. Antik Yunanın baş kahinleri ateşe tapılan törenlerde krimson rengi entariler giyiyorlardı. Papaların giysileri kırmızıydı –Velazquez’in Papa Innocent X portresini getirin gözünüzün önüne– ta ki renk ahlaksızlıkla (fahişelerle) ilişkilendirilene kadar. Ondan sonra kırmızılar beyaza dönüştü. Papalık üniformasındaki tek kırmızı dokunuş, ayakkabılar olarak kaldı. Papa XVI. Benedict, kendisine ısmarlama kırmızı ayakkabı yaptırtmıştı; Papa Francis ise alçak gönüllüğünün sembolü olarak siyah pabuçlara geri dönüş yaptı.
En sevdiğim kırmızı bilgisi –Pastoureau’nun kitabından alınmıştır– antik Roma’nın beyaz togalarının aslında krimson rengine boyanmış olduğu. 15. yüzyılda Floransalı kadınlar kırmızıyı tüm şenliklerde giyecek kadar çok sevdiği için, şehir meclisi, boyama atölyelerinin Arno Nehri sularına erişimini düzenlemek amacıyla bir takvim hazırlamak zorunda kalmıştı. Çünkü nehir, kırmızı boyacıların tekeline girdiğinde suların kırmızıya dönüşüp acılaşması mavi renk atölyelerini kızdırıyordu (balıkçılar da cabası). Bu arada Kırmızı Şapkalı Kız’ın kırmızı pelerininin, kırsal kesimlerde çocukların kaybolmasını engellemek için onlara kırmızı giysiler giydirilmesi geleneğinden kaynaklandığını biliyor musunuz? Peki ya spor karşılaşmalarında kırmızı giyerseniz kazanma şansınızın daha yüksek olduğunu? Öte yandan New York Eyalet Üniversitesi'nde yapılan deneylerle kanıtlandığına göre, sınav soruları kırmızı dosya içinde verildiğinde, mavi dosyada verilmesine kıyasla daha kötü sonuç alacağınızı?
Elbette biliyorsunuz. Kırmızıya karşı tepkilerimizi genelde içgüdüler belirliyor. Örneğin kırmızının hakim olduğu bir gece kulübünde hoşça vakit geçirme olasılığı, başka renklerde dekore edilmiş mekanlardan daha yüksek. Amaca yönelik giyilmiş bir kırmızı, ister diğer ciddi takımlar arasında göze batmak, ister potansiyel bir talibin dikkatini çekmek için olsun, aksiyon ve etkinin en kolay ve kesin yolu olmayı sürdürüyor. Ama burada bedeni sımsıkı sarıp göğüsleri dışarı taşıran eskinin krimson elbise klişesinden bahsetmiyoruz. Supreme markası dahi, kaykaycılar için yaptığı kapüşonlu üstlerin etiketinde domates kırmızısı kullanarak rengin bilinen etkisiyle çekim yaratmaya çalışıyor. Kırmızı, hayata yoğunluk katıyor; düşüncesiz bir hareketle mangala benzin dökmek gibi tehlikeli bir yan barındırıyor. Süpermarketteki en pejmürde kırmızı güllerin bile, aksak da olsa kendilerine özgü enerjik bir nabız atışı var. Karanlık, gri, hüzünlü ve çıldırmış bir dünyada canlı, hareketli, yaşamsal bir parça kırmızı, çok kere –ya da belki her zaman– tek ihtiyacımız olan şey.