Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Çarşamba günü öğle vakti tüm gözler, Julien Dossena’nın ilk couture defilesini düzenleyeceği Jean Paul Gaultier’nin Rue Saint Martin’deki ana binasında olacak. Etkinlik öncesinde iki tasarımcı Vogue ile bir araya geldi; ifade özgürlüğü ile modanın geçmişi, bugünü ve geleceğine dair uzun uzun sohbet etti. Bu sohbeti düzenledik ve özetleştirdik.
Nasıl gidiyor Julien? Hazır mısın?
Julien Dossena: Neredeyse her şey hazır; dikişçişler fazlasıyla proaktif olduğundan bir fikir sunduğunuzda kumaşlar hızla birleşiveriyor. Burada yıllarca devam edebilirim; fikirleri yeniden yorumlamanın sayısız yolu var ve çok keyifli bir deneyim oluyor. Keşif süreci çok zevkli ama bir noktada keşfetmeyi bırakıp icraate koyulmak lazım.
Fazla detay vermeden bize neler anlatabilirsin?
JD (JPG’ye): İlk kez birlikte öğle yemeği yediğimizde yalnızca benim değil, herkesin üzerinde etki bırakmış defilelerden bahsetmiştik. Asıl muhteşem olan bu arşivleri kullanabilmekti çünkü koleksiyona dair fikir sahibi olmak ile söz konusu kıyafetlere gerçekten dokunabilmek ve hakiki cazibelerini görebilmek başka şeyler.
40 yıllık bir arşivle karşı karşıya kaldığında nereden başlarsın?
JD: Üç başlangıç noktam Chic Rabbis koleksiyonu, La Concierge est Dans l’Escalier ve Barbès idi. Bir yandan da muhteşem, vücudu saran elbiselerin yapısını düşünüyordum; önü nakışlı ya da bedeni saran baskılı bir model olabilir. Kesim ve ifade ilkelerine odaklanıyordum; bu parçaları, yıllar sonra bile, güzel kılan şey havalı-tuhaf olmaları, tabii böyle bir şey varsa. Geçmişteki kadar canlılar ve günümüzde bu parçaları giyenler sokaktaki en havalı insanlara dönüşüyor. Bu modern rezonansa sahip olması çok iyi. Tabii hiç bilmediğim parçalar da keşfettim. Üstelik, aslında temalardan ziyade karakterler var. Baktığımız her koleksiyonda silüetlerde öz-ifadeye has bir güçle karşılaştık - kadınsılık ve erkeksiliğin ya da her ikisinin neredeyse sinematik kompozisyonlarından söz ediyorum. Ben bunu çok güzel ve enteresan buluyorum. Parçaları tek başına birer varlık olarak düşünmek çok keyifliydi. Her birine isim vererek çalıştık.
Jean Paul Gaultier: Bunu duyduğuma çok sevindim zira karakterlerle ilgili tespitin çok yerinde. Moda tasarımcısı olmaya, Micheline Presle’in rol aldığı Falabalas (Paris Frills, 1945) adlı filmi izlediğimde karar vermiştim. Modellerimi de her zaman, gerçek birer şahsiyeti olan kadın kahramanlar, karakterler olarak gördüm. Senin de kıyafetleri bu şekilde görmüş olman beni mutlu etti.
JD: Araştırma ile hareketin en asil duygusuyla da uyumlu. Bir enerji ve canlılık fikri hâkim zira yalnızca “parçayı” değil, yaşayan karakterleri andırıyorlar. İşlerindeki ustalık onlara hayat veriyor. Kreatif süreç bana göre biraz daha soyut ama yine de bununla ilintili çünkü teknik iş ile sen podyuma çıkarmadan önce modada var olmayan karakterler grubuna öz-ifade vermenin ender görülen bir bileşiminden söz ediyoruz.
JPG: Ne kadar onurlandım; insan buna ne söyleyebilir? Bir analize konu olacak derinlikte bir yorum! Belki de bir terapist çağırmalıyız (gülüyor). Mükemmel.
Jean Paul, arşiv turunda birlikte değil miydiniz?
JPG: Hayır, değildik. Bu [moda iş birliği] konseptinin amacı, yeteneğine saygı duyduğum misafir bir tasarımcıya güvenmek. Dolayısıyla onlara tam özgürlük veriyorum. Herhangi bir talimat yok çünkü ben başka bir moda eviyle çalışacak olsaydım belki talimat isterdim ama bunun olmaması daha iyi zira etkisinde kalmamanız imkânsız, fakat asıl odak noktası kendi vizyonunuz olmalı. [Misafir bir tasarımcıyı] etkilemenin anlamı yok; aksi takdirde sizi memnun etmeye çalıştıkları bir duruma düşüyorlar. Belki defile için gelip sana danışırım (gülüyor).
JD: Asıl harika olan cömerliğin ve her şeyden öte, bu iş için gerekli kreatif özgürlüğe dair farkındalığın. Bir başka tasarımcının işlerini yorumlamasına izin vermek büyük bir özgüven işareti olmalı.
JPG: Özgürlüğü oldum olası sevmişimdir; büyük bir moda evi veya marka için çalışmak tamamıyla başka bir şey.
JD: Ama sen de Hermès’te özgürdün, değil mi?
JPD: Bu deneme benim için de keyifliydi ama ben hâlihazırda tanınan bir tasarımcıydım. Cardin’de başladığımda, moda evinin son derece spesifik stiline uygun olabilecek fikirler sunarak “Cardin tasarlıyordum.” Hermès’teyken, moda evinin yorumladığım stiline kendimden bir şey katmaya çalıştım. Hermès için muhteşem, benimkilere kıyasla [moda evine] daha sadık işler yapan tasarımcıysa Martin Margiela’ydı. Zamansız ve tam anlamıyla Hermès olan işler üretti; imzası orada olmasına rağmen görünmezdi. Mutlak Hermès’i bütüncül bir anlayış ve saygı ile tasarladı. Fakat benim için [bu proje açısından] en iyisi herhangi bir talimatta bulunmamak zira bir sürü insanın değersiz fikirlerini duymayı istemezsin; gereğinden fazla tavize neden olur.
Julien, Jean Paul’ün işleri ile kendi vizyonun arasında nasıl bir denge kurdun?
JD: Benim için yeni bir deneme çünkü hem misafirim hem de eşsiz bir ortam sunan ve yaşayan bir mirasla çalışıyorum. Bu, XYZ kodlarının olduğu bir moda evi için çalışmaktan çok farklı bir yaklaşım. Bir diğer şey de Paco Rabanne’den bir şey katmak, iki tasarımcı arasında diyalog kurmaktı. Bir de benim işlerim var ki ister nakış ister kadınsılıkla son derece içgüdüsel bir karaktere, akışkanlığa sahip ve bunu da almak istiyoruz. Tabii bir de sunum var. Dramatik olmak istiyor muyuz? İkimiz de Fransızız, bunu vurgulamak istiyor muyum?
Çokça mizah da var aslında…
JD: O da var; büyük bir cömertlik de var ve bu benim için büyük önem taşıyor. Ben de bunu, bazı noktalarda daha ekstrem ve belirli bir hafifliği olan işlerle yorumlamak istedim. Burada büyük bir zenginlik mevcut: puces adlı bitpazarının ruhu, yaşanmışlığı olan kıyafetler… Farklı kayıtlardan bir bileşim oluşturmak Fransızlara has bir şey bence. Net ve asil olmaya önem veriyorum; karaktere, geldiği yere ve gittiği yöne dair düşüncelere dalmanızı sağlayacak bir dokunuşa sahip olurken Jean Paul’ün ustalığına da şapka çıkarmayı umuyorum.
Bu ilk couture projeniz. Sizin için nasıl bir deneyim oldu?
JD: Atölyeyle çalışmak, herkesle tanışmak süperdi. [Jean Paul’e:] Ekibinin yaklaşımında büyük bir özgürlük mevcut çünkü onları öyle eğitmişsin. Bu hafifliği, rahatlığı ya da sofistikeliği görüşlerine dair gerçek bir diyalog kuruluyor.
Jean Paul, bu koleksiyonda gördüklerinden bahseder misin?
JPG: Hiçbir şey görmedim. Madonna için bir iş üzerinde çalışıyoruz ama oraya gittiğimde [henüz] hiçbir şey görmek istemediğimi söylüyorum! Bir keresinde Julien’in Paco Rabanne işlerini Matmazel Agnès’in televizyon programında görmüştüm; Paco Rabanne’e fazlasıyla sadık işlerin yanı sıra çok farklı ve enteresan işler de gördüğümü hatırlıyorum. Koyun kırpmasından bir kaban vardı. Çok güzeldi; “İşte bu,” dediğimi hatırlıyorum kendi kendime. Paco Rabanne için son zamanlarda yaptığın işlerin çok iyi olduğunu düşünüyorum; mesela deri drapeli zincir zırhtan elbise. Bu bileşim Paco’yu yeni bir yere taşırken mesajı da kaybetmiyor. Kreatif anlamda, bu evrenin birbirine karıştığını ve modernleştiğini görmek çok heyecan verici. Etkili ve güzel işler yaratabilmek adına risk almaktan korkmuyorsun.
Bu, moda evinin beşinci moda ortaklığı; ilki Puig’den geldi. Bu karar nasıl verildi?
JPG: Çok kolaydı. Julien’in Paco Rabanne için yarattığı işleri ve kendi tasarım imzasını düşününce mantıklı olan buydu. İstediğim kişiyi seçme konusunda mutlak özgürlüğe sahibim, dolayısıyla grubun empoze ettiği bir karar değildi. Ben kendimi geri çeksem bile, modayı hâlâ çok seviyorum; yani benim için [misafir bir tasarımcıyı davet etmek] kişisel bir memnuniyet kaynağı. Yetenekli bir tasarımcının benim işlerimi alıp kendisinin kılması egomu okşuyor. Taklit edilmeyi hiçbir zaman istemedim; 36 başka insandan “ilham” almamış biriyle [tasarımcıyla] çalışmaya önem veriyorum. Fakat bu kişi, sohbete bir şeyler katabilecek biri olmalı. Neo-Paco Rabanne işler yaratabiliyorsa neo-Gaultier işler de pekâlâ yaratabilir.
Julien, sana en çok ilham veren koleksiyonlar hangileri?
JD: Jean Paul’ün yıllar içerisindeki çalışmalarını dönüştürme fikrini seviyorum: bir şey olarak başlayıp başka bir şeye dönüşen bir parça mesela. Bir de gündelik şeyleri fantastik kılma olgusu var ki bunu son derece şiirsel buluyorum. İllüzyon fikrine dokunduğu kadar hareket fikrini de barındıran nakışlar yaptık; JPG kodlarının yeniden yorumlanması ama başka teknikler kullanıyoruz. Entegre ayakkabılı ve bağcıklı tulum konsepti bana ikinci deri sahibi olmak gibi geliyor; 19’uncu yüzyıldan alınmış şeffaf ve vintage bir iç çamaşırı var; 1950’lerin gecelik konsepti… Christine Bergstrom’un yer aldığı koleksiyonda, payetli daracık Botticelli işini taşıyan elbise, şeffaf tülden ve nakışlı güpürden yapılmış. Bu da [Jean Paul’ün] çıplaklık ve bedenle alakalı işlerine atıfta bulunuyor.
Bazı nakışlar yeniden yapıldı, düşünüldü ve farklı şekillerde kullanıldı. “Eski ruha” yeni bir yaşam verme fikrini seviyorum; bitpazarındaki Sarah adında bir kadından vintage dantel aldım çünkü müşteriye, ten rengine uygun, 20’nci yüzyıl farklı dantel türlerini sunabilme fikrini çok sevdim. Eski kot parçalara yeni bir yaşam sunmak da couture ile yakından ilintili. Moda evinin ölü stoğunda grain de poudre elbiselerden ve tenis çizgili takımlarından bulduk.
Jean Paul Gaultier "Chic Rabbis" koleksiyonu
Spesifik koleksiyonlardan bahsetmişken, Chic Rabbis koleksiyonuna değindin.
JPG: Bu koleksiyon fikri aklıma, Londra’daki Yahudi mahallesini ziyaret ettiğimde geldi. Topluluktan ve giyimlerindeki güçten çok etkilendim.
JD: Benim içinse, bir kıyafet yönetmeliğinin potansiyel parçaları olan kıyafetler, albeni ve tavırlar var ama bunlar aslında dönüşmüş durumda. Asıl mesele bir unsuru alıp, dünyanın tüm iyi niyetiyle, buna dikkat çekip “Bakın, ne kadar da güzel,” diyebilmek.
JPG: Bununla birlikte, günümüzde böyle bir şey yapılabilir mi emin değilim.
JD: Bir şeyi dönüştürüp tek bir çizgiyi ya da unsuru korumanın, ustalıklı bir iş olduğu kanısındayım. Hawaii’ye özgü rafya eteği alıp lei elbisesiyle birleştirirsen modaya yeni bir şey sunmuş olmazsın. Ama bir tasarımcı, işini gerçekten iyi yaparsa, farklı türlerin ve kodların karışımı yeni bir olgu ve kimlik meydana getirebilir. Buna saygıyla yaklaşırsanız çok enteresan bir deneyim olabilir. Farklı kodlar keşfetmenin ve bunları yeni şeyler yaratacak şekilde tekrar tekrar uygulamanın önemine inanıyorum. Kendi saygınıza ve harcadığınız emeğe güvenin; mesela ben Chic Rabbiskoleksiyonunu böyle görüyorum.
Burada nostalji unsurundan da söz edebilir miyiz?
JD: Benim açımdan edemeyiz çünkü [arşivdeki] kıyafetler hâlâ yaşıyor. Benim açımdan nostalji, bir şeyi yeniden görmekten kaynaklanan bir duygu. Örneğin eskiden şapkalar için kullanılan ama artık üretilmeyen drapeli, ezilmiş kadife kumaştan bir elbiseyi keşfetmek olabilir. Gördüğünüz an “İşte burada,” dersiniz. O anlar kutsal sayılır ama nostaljiyle alakası yok.
İlham periniz var mıydı?
JD: Bir topluluğu ifade etmekti amaç daha ziyade. [JPG açısından ve] benim açımdan size ilham verenler etrafınızdaki insanlar oluyor; özel olarak birini düşünmeden, bunu referans aldım.
JPG: Kesinlikle böyleydi. Bana ilham verenler, giyimleriyle dikkatimi çeken insanlardı. Nihayetinde sosyolojik bir şey.
JD: Kurgusal sosyoloji.
JPG: Keyif ve zevk kavramı da var. Kıyafetlerden konuşarak (tasarımcılar olarak kendimizi böyle ifade ettiğimizden) gerçekten bir şeyler söyleyebilirsiniz.
JD: Keyif fikri çok önemli çünkü hiç kimse provokasyon ve ironi fikirlerini, senin işlerinde gördüğümüze benzer şekilde ifade etmemişti. Bunun masum ve cömert bir yönü var.
JPG: Bu, gerçeklikten geliyor: gördüğün, tanıştığın ya da tavırlarıyla sana ilham veren insanlarla alakalı.
JD: Mesela bir kızın partide dans etme biçimi olabilir. Karizma ve özgün tavır sahibi insanlar seni yepyeni karakterler yaratmaya götürebilir. Kıyafet tasarlamanın katiyetinin yanı sıra, işimizi ilginç kılan da bu.
JPG: Bir kızın ellerini cebine koyuş biçimi kadar basit bile olabilir.
Julien; akışkanlık, beden olumlama veya “çıplak giyim” gibi akımları bilerek göz önünde bulundurdun mu?
JD: İlhamın mümkün olduğunca doğal gelmesini istiyorum ve genel anlamda özgürlük fikrini seviyorum. Mizacım gereği iyimser bir insanım; “erkek gibi” ya da “kız gibi” görünmek isteyip istemediğini düşünen bir nesil gördüğümde… Artık androjenlikten bahsetmiyoruz, onun ötesine geçtik. Bu yeni nesil eski düşünme biçimini, olası gördüğüm derecenin de ötesinde, altüst etti. Artık ifade özgürlüğü oldukça saf bir hâl aldı; istediğin her şey olabilirsin. Bence bu çok güzel bir şey. Kısıtlanmamış özgürlük bana ilham veriyor. Geleceğe dair ümit veriyor.
Jean Paul, bu özgürlük ve ifade çeşitliliği senin için de memnuniyet verici olmalı zira sen de buna podyumda öncelik eden kişisin.
JPG: Bence gerçekten asıl mesele hep diğerleri; ilham verici ve tam anlamıyla anda olan birini görmek… Bence hepimiz böyle oluşuyoruz; bir şey görüyoruz ve gördüğümüz şeyi yeniden sunuyoruz. Adres tarif etmek gibi biraz.
JD: Evet, bir tür mütercim veya çevirmen olmak gibi. Bir kültürü var. Karakterlerden ve konuşan kıyafetlerden bahsettik mesela; atölyenin işleri, sofistike işleri ve senin silüete yaklaşım biçimin… Buraya kıyafetlere bakmaya geliyoruz; [podyum] eğlence parkına dönüşmemeli, aksi takdirde çok uzağı göremezsiniz. Burada amaç kıyafetler; görülmesi, giyilmesi gereken kıyafetlere duyulan sevgi; o kıyafetleri giyecek ve tıpkı bir sanat eseri gibi satın alacak müşteriler… Evet, moda olduğu kadar gerçek de.