Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
My Beachy Side markasının kurucusu Gamze Ateş ile ilham veren hikayesini, kadın girişimcilere olan tavsiyelerini ve çok daha fazlasını konuştuk.
The White Lotus'un üçüncü sezonu dizideki karakterlerin stili ile oldukça konuşuldu. Tayland’ın en büyük ikinci adası olan Koh Samui'de geçen hikayede Aimee Lou Wood'un giydiği panelli kroşe mini elbise ve Charlotte Le Bon'un giydiği file elbise, dizinin stil analizi içeriklerinde başı çekerken, her iki tasarımın da ait olduğu My Beachy Side markası bir kez daha modaseverlerin radarına girdi. “Bir kez daha” diyoruz, keza Gamze Ateş'in Wall Street'teki işini bırakıp kurduğu resort wear markası My Beachy Side, daha önce de Emily in Paris dizisinde görülmüş, ardından Netflix ile bir işbirliği koleksiyonuna imza atarak tüm dikkatleri üzerine çekmişti.
Gamze Ateş, My Beachy Side markası ile bugün Türkiye'nin beş şehrinden 1200’ü aşkın kadının ilmeklerini Hollywood yıldızlarının gardırobuna taşıyor. “Kadınların evden çıkamama, ofise gidememe ya da eğitim eksikliği gibi bariyerlerini aşabilecek bir iş modeli aradım.” diyen Ateş, Adana, Diyarbakır, Elazığ, Bayburt ve İstanbul'daki kadın kooperatifleriyle çalışıyor. “Bizim markamız, sadece iyi görünmek değil, aynı zamanda iyi hissetmek isteyen kadınları hedefliyor. El yapımı, etik üretim ve çevre dostu malzemelerle tasarlanmış ürünler, onları sadece şık hissettirmekle kalmıyor, aynı zamanda doğru bir seçim yaptıklarını da hissettiriyor” cümleleriyle My Beachy Side'ın bir anlamda felsefesini özetleyen Ateş ile kendisinin ve markasının ilham veren hikayesini, kadın girişimcilere olan tavsiyelerini ve çok daha fazlasını konuştuk.
Evet, aslında süreç şöyle başladı: Şehir ve Bölge Planlama okudum ama çocukluktan beri içimde bir iş kadını olma hayali vardı. Bu hayal, yurt dışında bir kariyer yapma isteğiyle birleşince şehircilik eğitiminin ardından bir MBA programı yapmam gerektiğini düşündüm. Zaten küçük yaşlardan beri yurt dışında bir yüksek lisans yapma hayalim vardı.
Master için yurt dışına gittim. O dönem Green Card’ım da yoktu, dolayısıyla vatandaş olmadığınızda istediğiniz işe değil, sizi kabul eden işe girebiliyorsunuz. İlk bulduğum iş bir nakliye şirketinde satış ve pazarlama pozisyonuydu. Orada dört yıl çalıştım. Ardından girişimcilik tarafım devreye girdi ve kendi şirketimi kurdum.
Dört yıl sonra, şirketim DHL tarafından satın alındı. Sonrasında DHL'de 12 yıl üst düzey yöneticilik yaptım. 82 ülkenin dahil olduğu bir divizyonu yönettim. Kurumsal hayattaki tecrübem de bu süreçten geliyor. Aslında bu yolculuk biraz "kazara" başladı diyebilirim; çünkü seçim şansı her zaman olmuyor. Yakaladığınız fırsatları en iyi şekilde değerlendirmek gerekiyor. Benim yakaladığım fırsat lojistik sektöründeydi ve elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım.
DHL'deki 12 yılın sonunda artık çok seyahat edemeyeceğim bir iş arayışına girdim ama yine de bana bir şeyler katacak, yeni bir dünya açacak bir alan istedim. Bu da Wall Street oldu. Orta Doğu pazarını bilen biri olarak çok büyük bir yatırımcının yanında çalışmaya başladım.Daha önce tecrübem olmayan bir alandı ama öğrenmeyi ve değişimi seven biri olarak bunu benimsedim. Değişimin insanı geliştirdiğine inanıyorum.
Üç yıl Wall Street’te çalıştıktan sonra maddi ve manevi anlamda belli tatminlere ulaşmıştım. Sonrasında gönül işlerine yönelmek istedim. My Beachy Side da böyle doğdu. Artık kariyer ve para odaklı değil, beni ülkeme bağlayan ve ülkem için bir şeyler yapabileceğim bir proje arayışındaydım. My Beachy Side markası böyle ortaya çıktı.
Vogue Türkiye'nin açılması büyük bir olaydı. Moda, sanat, kültür ve seyahati seven herkesin içinde bence bir Vogue kızı vardır. Benim için de öyleydi. Türkiye’de bu derginin yayın hayatına başlaması çok heyecan vericiydi. Kadro oluşturulurken ben de bir şekilde sürece dahil oldum. O dönem New York’taki hayatımı, neler yaptığımı, beni heyecanlandıran konuları içeren bir yazı hazırlayıp Neyyire Ozkan Hanım’a gönderdim. O da, “New York’ta yaşayan bir gözümüz olması iyi olur,” diyerek beni ekibe dahil etti. Sanıyorum 35 yıllık New York tecrübem, çevrem ve modaya olan ilgim Vogue’a katkı sağlayabileceğim düşüncesini doğurdu.
New York editörü olarak yaptığım işler arasında Juergen Teller’la küçük bir masada samimi bir sohbet etmek, koleksiyonlariyla alakalı röportaj yapmak gibi unutulmaz deneyimler var. Donna Karan, Tory Burch gibi tasarımcılarla daha kişisel röportajlar gerçekleştirdim. New York Moda Haftası gibi etkinlikleri takip ederek gözlemlerimi Türk okuyucularla paylaştım. Ayrıca sadece New York değil, Aspen, Karayipler gibi destinasyonlar üzerine kültürel ve seyahat içerikleri de hazırladım.
En keyif aldığım yazılardan biri ise One Night in Paris adlı makaleydi. Paris'te bir kadının bir gün içinde neler yapabileceğini hikayeleştirdiğim, seyahatle iç içe geçen bir rehber niteliğindeydi.
My Beachy Side aslında bir sosyal sorumluluk projesi olarak doğdu. Doğu Anadolu’daki bir vakfın yönetim kurulundaydım ve STK'ları ziyaret ederken kadınların ihtiyaçlarını dinleme fırsatım oldu. En çok duyduğum şey “para değil, iş” istedikleriydi.
Kadınların evden çıkamama, ofise gidememe ya da eğitim eksikliği gibi bariyerlerini aşabilecek bir iş modeli aradım. Bu da el emeğine dayalı işlerdi. O dönemde ben de bir tasarımcı değildim, ama çok niş ve dikkat çekici bir ürünle başlamak istedim. Herkes kolye, küpe, etek yapıyordu ama ayak aksesuarı yoktu. Böylece barefoot sandals fikri doğdu.
Kadınların el emeğiyle yaptığı bu ürünler çok ilgi gördü. Zamanla iki elbise, iki çanta derken koleksiyon büyüdü ve tam anlamıyla bir resort wear markasına dönüştü.
Resort wear seçmemizin nedeni, çok rekabetçi bir moda arenasına girerken kendimizi en iyi ifade edebileceğimiz alan olmasıydı. Yaz sezonu, insanların en mutlu, kaygısız ve yeniliğe açık oldukları dönem. Şehirde daha klasik, kurumsal giyiniriz ama tatilde kendimizi ifade etmek için daha özgür seçimler yaparız. Ayrıca küçük bir firma olarak dört mevsim koleksiyon üretmek zordu. Resort wear ile iki sezonla sınırlı kalmak, süreci daha kontrol edilebilir kıldı.
Tasarım süreci her yıl belirlediğimiz bir konseptle başlıyor. Bu, bazen global olaylardan etkileniyor; örneğin savaş, kadın hakları ya da çevre gibi temalar. Bir sezonumuzun teması Amour Vincit Omnia idi yani aşk her şeyi iyileştirir. Bu temayla birlikte koleksiyonun motifleri, renkleri, mesajları şekilleniyor.
Genel tasarım çerçevesini ben belirliyorum ama kadınlarla çok interaktif bir süreç yaşıyoruz. Deneyerek, örerek, fikir alışverişiyle ilerliyoruz. Onların bazı teknik bilgileri, benim bilmediğim geleneksel el işçiliği detayları, tasarımlara değer katıyor. Geleneksel teknikleri alıp modernleştirmeyi seviyorum. Yani tasarımları ben yapıyorum diyebilirim ama koca bir ekip ruhuyla; kadınların katkıları çok büyük.
Şu anda beş şehirde üretim yapıyoruz: Adana, Diyarbakır, Elazığ, Bayburt ve İstanbul; ve bugün 1200’ün üzerinde kadınla çalışıyoruz. Bu şehirlerde kadın kooperatifleriyle çalışıyoruz. Ayrıca Kabataş’ta genel merkez ofisimiz var. Planlama, satış, pazarlama gibi tüm süreçleri oradan yürütüyoruz.
Hayır, aslında hiçbir şeyi New York’tan yönetemiyoruz diyebilirim. Markamız her ne kadar New York temelli görünse de kalbi Türkiye’de. Son 3-5 yılda tüm beyaz yaka operasyonları, yani dijital, satış, pazarlama, üretim planlama, lojistik, hepsi Türkiye’ye taşındı. New York artık yalnızca bir satış ofisi gibi konumlanıyor.
Fotoğraf: Netflix
Emily in Paris dizisinde yer alan Pop the Top (Amour Vincit Omnia) tasarımı ve ardından gelen koleksiyon, My Beachy Side için çok önemli bir dönüm noktasıydı. Bu koleksiyon, aşkın dünyayı iyileştireceği temasıyla tasarlanmıştı ve aslında markamızın dönüm noktalarından biriydi. Emily in Paris'te sadece Lily Collins'in giydiği o tasarım değil, aynı zamanda Netflix ile ilk kez gerçekleştirdiğimiz işbirliğiyle çok büyük bir koleksiyon da piyasaya sürülmüştü. Bu koleksiyon, sadece Emily in Paris adıyla satılmak üzere tasarlandı, bu da markamıza finansal ve duygusal açıdan büyük geri dönüşler sağladı.
Marka bilinirliği açısından çok faydalıydı ve en değerli tarafı, Doğu Anadolu'da ilmek ilmek örülen ayak sandaletleriyle başlayan ve Hollywood yıldızlarını giydiren kadınların yüzlerindeki gururdu. O kadınların başardığı şey, arkasındaki gururun ötesinde, bizim için en kıymetli tarafıydı. Hala, bu kadınlar için Hollywood yıldızlarını giydirmek çok normal bir şey gibi geliyor. Bu deneyim, My Beachy Side'ın dünya çapında daha geniş bir kitleye ulaşmasını sağladı ve markanın gücünü pekiştirdi.
Fotoğraf: Sky
Bu elbiseler aslında dizi için özel olarak tasarlanmadı. Kostüm tasarımcısı, bizim koleksiyonumuzdan bu parçaları seçti. Chelsea karakterinin tarzına uygun olduğu için bu modeller tercih edildi. The White Lotus'ta sadece bu iki tasarım değil, toplamda 4-5 modelimiz vardı. Özellikle bohem bir stilin hakim olduğu bir karakter olduğu için bu tasarımlar, dizinin ruhuyla uyum sağladı. Ayrıca, bu koleksiyonumuzda kullanılan vegan deri ve kroşe teknikleri, doğa dostu bir yaklaşımı simgeliyor. Yani biz hem moda hem de çevre dostu olmayı bir araya getirdik. Bu durum bize gerçekten çok anlamlı geri dönüşler sağladı.
Mike White'ın yazdığı karakterler gerçekten eşsiz. Her biri kendine özgü bir tarzı ve kişiliği yansıtıyor. Bu da diziyi izleyenlerin, karakterlerle özdeşleşmesine yol açtı. Her karakter farklı bir tipte; mesela anneler, babalar, çılgın kızlar, şık moda düşkünleri... Resort wear dediğimizde, bu karakterlerin her biri başka bir tarzda giyiniyor. The White Lotus'un bu geniş yelpazede farklı karakterlerin giysilerini sergileyerek büyük bir etki yarattığını düşünüyorum. Bu, insanların tatil yerlerine giderken kendilerini o karakterlerle özdeşleştirmelerini sağladı. Bu duyguyu yaşamayı sevenler için The White Lotus çok büyük bir etki yarattı.
My Beachy Side’ın hedef kitlesi cesur, kendini ifade etmekten korkmayan kadınlardan oluşuyor. Yaşları 25'ten 65'e kadar değişiyor ve hepsi stil konusunda cesur ve özgün. Gen Z'ye de hitap edebiliyoruz, çünkü bu nesil özellikle etik ve sürdürülebilir moda konusunda oldukça bilinçli. Gen Z, My Beachy Side’ı kendi yorumlarıyla stilize etmeyi seviyor, özellikle kıyafetleri birkaç farklı şekilde giyebilme esnekliği onları cezbediyor. Bizim markamız, sadece iyi görünmek değil, aynı zamanda iyi hissetmek isteyen kadınları hedefliyor. El yapımı, etik üretim ve çevre dostu malzemelerle tasarlanmış ürünler, onları sadece şık hissettirmekle kalmıyor, aynı zamanda doğru bir seçim yaptıklarını da hissettiriyor.
Resort wear pazarında öne çıkabilmek için en önemli şey bence benzersiz olmak. Çok kalabalık bir pazar, eğer herkes aynı tarzda tasarımlar yaparsa, müşteri yeni ve farklı bir şeyler arıyor. Bu yüzden yenilikçi fikirler sunabilmek çok önemli. Aynı zamanda markanın bir hikayesinin olması da önemli; sadece güzel tasarımlar yapmak yeterli değil. Markanın arkasında güçlü bir hikaye olmalı, bu hikaye markayı ve tasarımları anlamlı kılar.
Moda sektörüne girmeyi düşünen girişimcilere en büyük tavsiyem öncelikle sektörü iyice tanımaları. Çalışmadan bir şeyler başarmak zor olabilir, bu yüzden sektörde tecrübeleri olan insanlarla çalışmak çok kıymetli. Ayrıca büyük bir koleksiyon yapma isteği yerine küçük bir koleksiyonla başlayıp, o koleksiyonu çok iyi yapmaya odaklanmalılar. Sadece tek bir ürün üzerinde uzmanlaşmak da önemli. Moda sektörü gerçekten büyük bir iş; ama doğru stratejiyle küçük başlayıp doğru adımlar atarak büyümek çok daha verimli olabilir.
Bir günüm genellikle sabah, Türkiye ofisiyle yapılan konuşmalarla başlıyor. Ardından, öğleye doğru Central Park’ta bir saat yürüyüş yapmaya özen gösteriyorum. Yürüyüş yaparken e-mail'lerimi kontrol ediyorum. Günün geri kalan kısmı ise işime odaklanarak geçiyor; ama boş zamanımda arkadaşlarımla vakit geçirmeyi seviyorum. New York’ta olduğumda sık sık sokakları gezmeyi ve yeni yerler keşfetmeyi de seviyorum.
Son zamanlarda, güncel politikalarla ilgileniyorum ve Nevşin Mengü, Özlem Gürses gibi isimlerin podcast'lerini takip ediyorum. Ayrıca, klasik edebiyatı tekrar okumaya başladım. Şu an Tolstoy'un The Death of Ivan Ilyich adlı kitabını okuyorum.
Beni en çok besleyen şey seyahatlerim. Yeni kültürler görmek ve insanları gözlemlemek, bana ilham veriyor. Her gittiğim yerden farklı bir şeyler öğreniyor ve bunları hayatıma katıyorum. Ayrıca, yeni yerler keşfetmek de beni her zaman motive ediyor.
My Beachy Side’ın gelecekteki hedeflerinden biri, kış koleksiyonları da dahil olmak üzere ürün yelpazemizi genişletmek. Resort wear pazarında oldukça güçlü olduğumuzu düşünüyorum ama şimdi kendi sınırlarımızı zorlayarak kış koleksiyonları da üretmek istiyoruz. Geçen yıl küçük bir teaser ile başladık ve yakın zamanda bu projeyi daha da büyütmeyi planlıyoruz.