Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Fransa'nın Asalet Kraliçesi Jacqueline de Ribes, tarzı sanata dönüştüyor.
Jacqueline de Ribes kendi tasarladığı kıyafet içinde, 1983.
Fotoğraf: Victor Skrebneski/Metropolitan Sanat Müzesi
Ribes kontesi Jacqueline'nin Paris'teki malikanesinin pencereleri göz kırpar gibi duruyor ve muhteşem bir ön cepheye sahip.
Ama Rue de la Bienfaisance'daki bu asil bina, bir senedir giyim kontesinin kıyafet koleksiyonunun merkezi oldu. Jacqueline de Ribes'in sanatsal vizyonu ve gösterişli kıyafetleri, bu haftadan itibaren Metropolitan Sanat Müzesi'nde "Jacqueline de Ribes: The Art of Style" adıyla sergilenecek (21 Şubat 2016'ya kadar).
Bir koleksiyoncu ve tasarımcı olan de Ribes'in koleksiyonunda hem aristokratik bir ailede büyümesinden dolayı başka tasarımcıların haute couture parçaları, hem de 1980'lerde kurduğu kendi markasından kıyafetler var.
Bu sergi aynı zamanda Küratör Harold Koda'nın emekliliğe ayrılmadan önce düzenlediği son sergi.
Washington Post, 1984'te bu Nefertiti'ye benzeyen enerjik aristokratı, "Asaletin zirvedeki ismi," olarak tanımlamıştı. Kendisi ise görünüşüyle ilgili daha kibirli bir açıklama yapıyor: "Asalet... Yani, hayret verici bir şey yaratmadan da hayrete düşürebilme sanatı."
Jacqueline'le bir röportaj yaptım, aşağıda kendi sözleriyle moda anlayışını okuyabilirsiniz.
De Ribes, Yves Saint Laurent'in en önemli müşterilerinden biriydi. Yves Saint Laurent, onda çok sevdiği yazar Marcel Proust'un ve onun yarattığı karakter Guermantes Düşesi'nin izlerini görüyordu.
Onu şöyle tanımlıyor: "Uzun boynu binlerce ışığın ihtişamı gibi parlıyor. O bir işaret ışığı gibi ışıyor. Lir kuşu. Kral kuş. Cennet kuşu."
Ines De La Fressange, Paloma Picasso, Karl Lagerfeld, ve Jacqueline De Ribes. Paloma Picasso'nun1986'da Tiffany's için tasarladığı mücevher koleksiyonunun lansmanında.
Fotoğraf: Rex Features
Suzy Menkes: Koleksiyonunuzu görmek üzere New York'a gidiyorum.
Jacqueline de Ribes: 11 aydır her şeyin Paris'teki evden yapılması gerektiği için o kadar baskı altındaydım ki. Evi, atölyeye dönüştürmek zorunda kaldım. Yemek odamda dikiş makineleri var! Bütün evi fotoğraf çekimleri için stüdyoya çevirdik... Kataloğu görebildin mi?
SM: Gördüm, gurur duyuyor olmalısınız.
JR: Evet, katalog üzerinde çok çalıştım çünkü bir tek bunu kontrol edebiliyordum; diğer şeyler hakkında yeterince bilgim yok. O yüzden ben de çok çalıştım ve modelleri giydirdim.
SM: Kıyafetlere ilk kez ilgi duymaya başladığınız zamanlar kaç yaşlarındaydınız? Kumaşlarla oynamaya başladığınız, büyükannenizin eski elbiselerini ele geçirdiğiniz zamanlar... Gençken de çok yaratıcıymışsınız.
JR: Bu ilgi çok, çok erken yaşta başladı. Eskiden bornozdan havlulara kadar ortalıkta ne gördüysem alır onlardan kıyafetler uydururdum. Katalogtaki küçüklük fotoğrafımı görmüşsündür?
SM: Evet, çok şirin.
JR: O fotoğrafta saçıma iki tane çengel takmışım, bir de banyo havlusu! Bir keresinde perdeyi yere indirmiştim, uzunca bir perdeydi. Sonra da sökmüştüm. Ertesi gün birisini çağırıp tekrar diktirdiler. Bunlar, Marie-Hélène de Rothschild'in ailesine ait kırsaldaki şatoda geçirilen haftasonlarında olurdu.
Christian Dior elbise içinde Jacqueline de Ribes, 1959.
Fotoğraf: Roloff Beny/The Metropolitan Museum of Art
SM: Christian Dior, aynı anda hem seksi hem de asil olunamayacağını söylediğinde, ona bunun hiç de doğru olmadığını söyleyerek karşılık vermiştiniz, değil mi?
JR: Bunun daha zor ama mümkün olduğunu söylemiştim.
SM: Bunun sebebi seksapelitenin insanın içinden gelen bir şey olduğunu düşünmenizden mi? Bedenin nasıl bir duruşa sahip olduğu, nasıl hareket ettiği gibi şeyler?
JR: Evet, evet, zaten herkesin sizi seksi bulması mümkün değil. Ayrıca, soyununca veya her şeyi gösterince seksi olunduğunu düşünmüyorum. Hayır. Bundan daha ustaca olması gerektiğini düşünüyorum.
SM: Yani bedenin elbisenin içinde nasıl hereket ettiği mi önemli?
JR: Evet, bedenin hareketleri, hatta gülümseme şekliniz, bakışlarınız, gözlerinizin hareketleri bile önemli.Jacqueline de Ribes, 1961
Fotoğraf: Raymundo de Larrain/Metropolitan Sanat Müzesi
SM: Charlie de Beistegui'nin 1951'de Venedik'te düzenlediği kostüm partisine katılanlardan bir tek siz yaşıyorsunuz, bunu biliyor muydunuz? (Meksikalı maden kralı Charlie de Beistegui'nin şatafatlı kostüm partileri efsaneviydi, konuklar görkemli ve teatral kostümler giyerdi. En iyi kostümleri giyen de genelde Jacqueline de Ribes olurdu.)
JR: Birçok etkinlikten tek sağ kalan benim zaten. Kostümler? Harold Koda'nın ilk kostümüm olarak adlandırdığı şeyi diker giderdim o partilere: patates çuvalından bir etek!
SM: Ah, bu çok özgün!
JR: Evet, kesip mükemmel fırfırlar diktiğim bir patates çuvalı. Kimse bana patates çuvalı dışında oynayacak bir şey vermezdi. Bir tane çocukluk fotoğrafımda, belime doladığım çuval ve saçıma taktığım çiçeklerle sahiilde dans ediyorum, sanırım 10 yaşlarındaydım o zamanlar. Çok tatlı ve güzel bir fotoğraf, aynı zamanda gerçekten de çok zarif.
SM: Kulağa mükemmel geliyor! Umarım sergide de gösterilir!
JR: Metropolitan'daki sergi için Skype üzerinden çalıştık. Harold ve ben, hangi elbiselerin ne düzende gösterileceğini Skype'ta kararlaştırdık. O bana, "Sevgili Jacqueline, kırmızı elbiseyi nereye koyacağımı bilmiyorum, çünkü kırmızı elbise hiçbir yere uymuyor," derdi. Ben de ona, "Siyah elbiselerin arasına koy ki kıpkırmızı büyük bir nokta yaratmış olalım!" diyordum.
Sana kardeşimle sahilde dans ettiğim küçüklük fotoğrafımı göndereceğim. Fotoğrafta; ben, kız kardeşim ve erkek kardeşim hiç güzel gözükmeyen bornozlar içindeyiz. Sırf Christian Dior bebek mağazasından giyinen şımarık çocuklar olmadığımızı kanıtlamak için göndereceğim. Şatonun önündeki hallerimizi bir görsen, korkunç terlikler ve korkunç bornozlarla poz vermişiz, kesinlikle şımartılmıyorduk!
SM: Bu da bana her zaman inandığım şeyi kanıtlıyor aslında: stil, insanın içinden gelmeli. Nasıl yetiştirildiğinle hiçbir alakası yok. Her sanatçıda tanıklık ettiğim şey, bütün bunların insanın içinden gelmesi gerektiği.
JR: Şu aralar, Palais Galliera'da gösterilen 19. yüzyıl Kontesi Greffulhe'nin sergisiyle ilgili bir şeyler okuyorum. O da bütün yeteneğini elbiselere adamış tanınan bir sanatçı. Etrafı hep zeki insanlarla çevriliymiş. Yani, iyi giyinmek, ciddiyetsiz olmak anlamına gelmiyor. Gerçekten, ciddiyetsizlikle hiçbir alakası yok.
SM: İlginç.
Jacqueline de Ribes ve Maryvonne Pinault, 2001'de bir partinin girişinde. Kontes, 1967 Marc Bohan tasarımı Dior bir gökkuşağı elbise giyiyor.
Fotoğraf: Getty
JR: Görmek istediğin başka bir fotoğraf var mı?
SM: Manevi olarak değer verdiğin bir fotoğraf görmek isterdim, kendinin veya Yves Saint Laurent'in tasarladığı bir kıyafet içinde. Kalben "İşte bu benim tarzım," dediğin bir şey.
JR: Hmm. Kendi yaptığım bir şapkayı taktığım fotoğraf olabilir. Önüne tülden bir peçe eklediğim ve kumaşları üst üste yığarak diktiğim koskocaman bir şapka yapmıştım. Metropolitan'ın davetiyesinin üstündeki fotoğrafta da yüzümde tülden bir peçe var. 25 yaşlarındayken sık yaptığım bir şeydi bu.
Peçe fikrini seviyorum. Çok sevdiklerim arasında bir de adını "bahçede bir öğlen" koyabileceğin türden bir fotoğrafım var. Saçlarımı çiçeklerle süslemişim ve çiçekler düzgün dursun diye saplarını ters çevirdiğim süzgecin deliklerinden geçirmişim. Başıma onu geçirmişim, çiçekleri de ekleyip, bir bantla tutturmuşum.
SM: Ne kadar yaratıcı!
JR: Başka ne istersin?
SM: 1980'lerden kendinizin veya Yves Saint Laurent'in koleksiyonlarını düşündüğünüzde sizin stilinizi, kişiliğinizi, özünüzü, kısaca Jacqueline de Ribes'i en iyi yansıtan tasarımın hangisi olduğunu düşünüyorsunuz?
JR: Çok sert duruşlu bir elbise var, ona "Bu, tam da Jacqueline de Ribes!" diyebilirim. Eteğindeki beyaz satenin üzerinde belden kalçaya dek siyah bir tül var. Beni yansıtan diğer bir elbise de yine çok sert duruşlu siyah üzerine siyah bir elbise. Yves Saint Laurent değil ama Jacqueline de Ribes ve Armani. Yani, bir Armani elbisesini alıp keserek etek kısmını kullandım.
SM: Yani bir Armani Privé elbisesini alıp sırf kendi üstünü dikebilmek için kestin mi?
JR: Evet! Ama atölyeyle anlaşarak yaptım. Sık yaptığım bir şeydir!
Saçlarına Kenneth tarafından şekil verilmiş Jacqueline de Ribes, 1955. (Richard Avedon Vakfı)
Fotoğraf: Richard Avedon/The Metropolitan Museum of Art
SM: Şu çok sevdiğin kırmızı elbiseyle ilgili ne düşünüyorsun?
JR: Sevdiğim üç tane kırmızı elbise var. 60'larda giydiğim elbisenin benzeri haline getirdiğim kırmızı Dior elbisesi; Madame Grès tasarımı olan kırmızı elbise; ve bir de.... Ah hayır, ben bütün kırmızı elbiselerimi seviyormuşum meğer!
SM: Ama, gerçekten çok sevdiğin bir elbise olmalı?
JR: Çok sade bir Valentino elbisem var, onu seviyorum. Orijinali bu şekilde kalça kısmından kabarık değildi. Kabarıklık dizlerin altından başlıyordu. Ben değiştirdim!
SM: Zekice, çok zekice.
JR: Ama couture tasarımcısı da hep yanımda oldu ve birbirimizden fikir alarak beraber çalıştık. Aynı sene aldığım aynı tonlarda iki kırmızı elbisem var, biri Dior'dan biri Yves Saint Laurent'den. Mükemmeller! Yves Saint Laurent'in o elbisesini kimse almıyordu çünkü çok pahalıydı ve çok sadeydi. Diğeri ise Dior, onu da benden başka bir tek Monaco Prensesi Grace (Kelly) almış.
SM: Jacqueline, şu konuyu da açıklığa kavuşturalım. Zamanında Valentino'nun senin için çalıştığını, senin onu bulduğunu ve ona çizimler yaptırdığını duymuştum, bu doğru mu?
JR: Tam hikaye şu şekilde: 1952'de ilk kez Amerika'ya gittiğimde Oleg Cassini'yle tanıştım. Moda hakkında konuştuk ve giyinme tarzımı beğendi. O zamanlar sadece bir iki tane couture elbisem vardı geri kalanını kendim yapmıştım. Bana, "Jacqueline, Paris'te benim için çalışır mısın?" diye sormuştu. Ben de kabul ettim ve tavan arasını bir atölyeye dönüştürdüm. Ama kumaş almaya param yoktu, o yüzden ben de müslinle çalıştım. Daha 22 veya 23 yaşlarındaydım. Nasıl taslak veya çizim yapılır bilmiyordum. O zamanlar kıyafetlerimin bir kısmını Jean Dessès'den alıyordum. Ona Oleg Cassini'yle hikayemi anlatınca çok memnun oldu, ben de "Kafamdaki şık tasarımları kağıda nasıl çizeceğimi bilmiyorum," deyince bana, "Benim tanıdığım İtalyan bir tasarımcı var, çalışma saatlerinden sonra gelip senin için çizim yaparak ekstra para kazanmayı çok ister," dedi. Valentino'dan bahsediyordu.
SM: Yani Valentino'yu herkesten önce sen buldun!
JR: Valentino haftada bir, akşam saat altı gibi bize gelirdi. Ama o her zaman benim tasarımlarıma bir kurdele veya fırfır eklemek isterdi, ben de her zaman "Hayır!" derdim. Bir gün bana Paris'ten taşınacağını haber verdi. "Nasıl gidersin? Deli misin? Paris nasıl terk edilir, burası modanın merkezi! Roma'da ne yapacaksın?" dedim. Paris'te küçük mütevazı bir odada yaşardı, ve gitti. 2 sene sonra couture koleksiyonunun davetiyesini aldım. Deliye dönmüştüm: o kadar kıskanmıştım ki sana anlatamam! İşte her şey böyle başladı.
Birkaç sene önce ona fırfırlarla ve kurdelelerle ilgili yaptığımız tartışmaları hatırlattım. Bana, "Ama itiraf et, kurdelelerim beni çok iyi yerlere getirdi!" dedi.
Çeviri: Kardelen Berfin Kobyaoğlu