Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Dior ve Lanvin'ın önceki tasarımcıları hem yaratıcı hem de duygu dolu koleksiyonlar yaratabiliyorlardı. Peki bu modaevleri onlar olmadan ne durumda?
Mükemmel bir tasarımcı olmak için çok uygun bir zamanda yaşıyoruz. Çünkü bu hafta Dior ve Lanvin'da izlediğimiz dümensiz defileler; hayalgücünün, zekanın, yenilikçiliğin, hiçbir şeyi takmayan saf yaratıcılığın aslında ne kadar gerekli olduğunu kanıtladılar.
Dior defilesinin arka planı, yüksek sanatın tapınağı olan Louvre'u yansıtıyor.
Bu iki modaevinin koleksiyonlarının aptalca, kaba veya kötü dikim olduğunu söylemiyorum. Hatta tam tersi. Hem Dior, Hem Lanvin hem de bu modaevlerinde çalışanlar, yaptıkları işin kalitesine ve "Maison" sözcüğünün ağırlığına son derece özen gösteriyorlar.
İnsanlar dünya çapında bu modaevlerinin kıyafetlerini almaya ve gururla giymeye devam edecekler.
Ama bu modaevlerinin kreatif direktörleri artık yok: Dior'da Raf Simons, strese ve baskıya dayanamayarak istifa etti. Lanvin'da Alber Elbaz'ın ise görevine son verildi. Onların yerine "takımlar" getirildi, yani bu kreatif direktörlerin rehberlik ettiği, perde arkasında çalışan insanlar...
Sonuç olarak, defilelerden geçmişte yapılmış şeylerin sönük bir tekrarını izlediğim hissiyle ayrıldım. Modaevlerinin kendilerine has tarzları hâlâ hissediliyordu hissedilmesine ama gelecekte kaçınılmaz olarak bu da yok olacak.
Dior, Kış 2016 koleksiyonunu tasarlamak üzere, öncesinde Haute Couture koleksiyonunu da tasarlayan İsviçreli tasarımcılar Serge Ruffieux ve Lucie Meier'i seçti. Modaevi bir kez daha gösterişli bir koleksiyonla karşımıza çıktı; bu sefer bizi, Louvre'u yansıtan devasa aynalar karşıladı.
Bu maalesef defilenin tek cesur hareketiydi, geri kalanı sadece bir takım ünlüleri defileye toplamaktan ibaretti. Jessica Alba, "Hepsi Dior'dan," diye açıkladığı siyah bir ceket, yakası altın işlemeli beyaz bir bluz ve kırmızı bir pantolon giyiyordu. Onunla beraber Rosamund Pike'ı, Bond kızı Naomie Harris'i ve Elvis'in torunu Riley Keough'u görmek mümkündü.
Jessica Alba'nın kıyafetleri baştan ayağa Dior'du.
Fotoğraf: Indigital
Kızı Kendall Jenner'ı, cüretkar kürklü kıyafetlerden birini giyerken izlemeye gelen anne Kris Jenner'ın ikinci sırada oturması hakkında da dedikodular dönüyordu.
Podyumda Kendall Jenner.
Fotoğraf: Indigital
Dior defileleri zaten cüretkarlıklarıyla bilinirler hatta John Galliano'nun Dior'daki son zamanlarına doğru bunun "çılgınlık" derecesine vardığını bile söyleyebiliriz. Onun ardından gelen Raf Simons ise Dior'daki görevine geometrik moderniteye vurgu yapan güçlü bir koleksiyonla başlamıştı.
Bu seferki defile; gençti, açılışta bol bol siyah kullanarak sertliğini ortaya koymuştu ve aynı zamanda Christian Dior'un dondurma desenlerinden esinlenilerek yaratılan küçük çiçek desenleriyle tatlıydı da.
Fotoğraf: Indigital
Fotoğraf: Indigital
Ama Bay Dior'un hem kendi bahçesinde hem de elbiselerinin üzerinde desen olarak görmeyi çok sevdiği o büyük dolgun güller eksikti. Şirinlik, onun yerine kabanlar ve örgülerle verilmeye çalışılmıştı. Bir manken bazen sanki yeterli gelmemiş gibi elinde iki veya üç tane çanta taşıyordu.
Fotoğraf: Indigital
Fotoğraf: Indigital
Fotoğraf: Indigital
Bu aynalı koleksiyon, cüretkarlığıyla değil evcilliğile göze çarptı. Modada "yenilikçi tasarım" kavramını açıklamak, tıpkı diğer dekoratif sanatlarda olduğu gibi, zor. Yenilikçi tasarımcılık, kesinlikle Zoolander'ın başvurduğu aptalca defile fikirleri demek değil. Ama zaman zaman moda tutkunlarının gözlerinin yaşardığı ve heyecandan titredikleri zamanlar olur. İşte Dior o sihirli anı yaratamamıştı.
Lanvin'daki podyum, aşçısı olmayan bir restoranı andırıyordu, özellikle de Alber Elbaz'ın eskiden, modaevinin güzel-ama-banal şampanyası yerine kendi yemeklerini ve kurabiyelerini servis ettirdiğini düşünürsek...
Lanvin podyumunda Alber Elbaz'ın ilham dolu dokunuşu eksikti.
Fotoğraf: Indigital
En dikkat çeken değişiklik nükteli, tatlı, ikonik ve ironik parçaların yokluğuydu. Örneğin geçen sezonlarda üzerinde "Yes!" (Evet!) veya "Mine" (Benim) yazıları olan takılar görmüştük.
Üstelik Alber her defilede farklı yönlerin olması gerektiğini savunurdu; uzun, kısa, agresif, sevimli gibi birçok öğe kadınların farklı karakterlerine ve ihtiyaçlarına vurgu yapmak için bir arada bulunmalıydı.
Defilenin açılışını yapan kare kesimli gümüş renk takımı kim kesip dikti bilmiyorum ama o kıyafet, özlemleri ve ihtiyaçları olan bir kadının hikayesini anlatamıyordu. Her şey mükemmel tasarlanmış ve iyi dikilmiş olabilir ama bir sanatçının iç dünyasını taklit edemezsiniz, sadece onun işlerinin bir kopyasını yapar ve orijinalinden hiçbir farkı olmadığını iddia etmekle kalırsınız.
Fotoğraf: Indigital
Moda; erkeksi bir ceketin pileli şifon bir etekle giyilmesi ya da renk paletinin altın renginden kızıla geçişi değildir sadece. Bundan çok daha fazlasını ifade eden uygulamalı bir sanattır.
Fotoğraf: Indigital
Bir kıyafete bakarsınız ve onu bu kadar duygu yüklü yapanın ne olduğunu çözemezsiniz, çünkü her şey soyuttur. Alber, kıyafetleri arzu edilir hale getirme yeteneğine sahipti. Onun ardından iş başına geçen takım ise sadece teknik yeteneklerini sergiliyor ama heyecan ve arzu yaratamıyor.
Fotoğraf: Indigital
Bu dümensiz modaevlerinin devamı nasıl sağlanacak? Gucci'nin de bu dümensizlik durumundan modaevinin içinde büyük potansiyeliyle senelerdir çalışan Alessandro Michele sayesinde kıl payı kurtulduğunu hatırlatalım.
Önemli modaevlerinin ihtiyacı olan tek bir şey var, o da heyecan dolu "moda anını" podyumda yaratabilecek teknik ve duygusal yeteneklere sahip tasarımcılar.