Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Tasarımcı Jonathan Anderson ve Hepworth Wakefield Gallery işbirliği, moda ve sanat arasında sıradışı ilişkiler kuruyor.
Yerden tavana dek uzanan dev süeterler, Henry Moore’un karaağaçtan oyma iri gövdeli, ‘Reclining Figure’ heykeline rengarenk bir arka plan oluşturuyor.
Jonathan Anderson Fotoğraf: Natasha Cowan
Jonathan Anderson’un Hepworth Wakefield Gallery için tasarladığı, 18 Haziran’a kadar sürecek Disobedient Bodies sergisine hoş geldiniz. Sergi, aralarında 1903, Yorkshire doğumlu heykeltıraş Barbara Hepworth’ün de bulunduğu modern sanatçıların eserleriyle moda arasında bağ kuruyor.
A post shared by Suzy Menkes (@suzymenkesvogue) on
Kişisel markası JW Anderson ve İspanyol moda evi Loewe’deki çalışmalarıyla bilinen Anderson sergiyi, “Modanın hikayesi ille de sanat tarihi demek deği. Bu nedenle sergi, moda ve sanatın beden ve form ile olan ilişkileri kadar, söz konusu ikilinin bedene olan farklı yaklaşımlarını da ele alıyor.” sözleriyle anlatıyor.
A post shared by Suzy Menkes (@suzymenkesvogue) on
“Henry Moore’un 1936 tarihli Reclining Figure heykeli her zaman favorilerim arasında olmuştur. Heykelin o dönem için ne denli asi ve rahatsız edici olduğu fikri beni hep çekti. Fransa’da Picasso, İngiltere’de Henry Moore -tarihi bir dönem!”
2D Comme Des Garcons keçe koleksiyonu, 2012 Fotoğraf: Natasha Cowan
Kuzey İrlandalı, 32 yaşındaki Jonathan Anderson işin içine girdiğinde hedefi, modanın şekillerini bir sanatçının bakış açışından görmeye çalışmak olmuş. Galerinin baş küratörü Andrew Bonacina ile işbirliklerinin sonucunda her eserin bir diğeriyle ilişkilendiği bir sergi deneyimi ortaya çıkmış. Serginin ziyaretçilerini Henry Moore’un heykelinin karşısına konuşlanmış, sütyeni yukarıya işaret eden Jean Paul Gaultier bir elbise karşılıyor.
A post shared by Suzy Menkes (@suzymenkesvogue) on
Disobedient Bodies’in moda seçkisindeki isimler tanıdık. Rei Kawakubo’nun en serebral Comme des Garçons parçalarının da arasında olduğu moda seçkisinde, yerde yatarak heykelimsi şekillerini koruyan kıyafetler, Anderson’un kişisel koleksiyonundan gelen çömlekçi Lucie Ri ve Kenya doğumlu heykeltıraş Magdalene Odundo’nun kase ve fıçılarıyla karşı karşıya.
Suzy ve Jonathan Anderson, Hepworth Wakefield Gallery'de. Fotoğraf: Natasha Cowan
Uygulamalı sanat modanın, sanatın diğer kollarıyla karşı karşıya gelmesi yeni bir şey değil, bu yaklaşım en az yirmi yıldır sürüyor. Buna rağmen sergideki her parçanın, bir sebepten dolayı orada olduğu belli. 6a Architects tarafından tasarlanan bir seri kesişen ‘oda’nın çerçeveleri, ince dokulu gazlı bezden tavşan desenli fitilli kadifeye uzanan farklı malzemelerden yapılmış. 40 sanatçının 100 eserinin bir araya geldiği sergi, farklı enerjileri yakalayarak, şekil, form ve dışavurum arasındaki ilişkiyi gözler önüne seriyor.
Fotoğraf: Lewis Ronald
Cinsiyet karmaşasına odaklanan erkek giyim koleksiyonlarıyla kariyerine başlayan JW Anderson, ziyaretçilerin sergideki kıyafetleri, giyilecek parçalar olmanın ötesinde algılamasını hedeflemiş. Kalıp yıkan parçalar arasında Martin Margiela’nın 1997’deki ‘Stockman’ elbisesi, Issey Miyake’nin 1994’teki pilili polyester diskleri ve 2000’lerin başındaki Helmut Lang’in harness ve kılıfları var.
Helmut Lang Fotoğraf: Natasha Cowan
Tam da sunum fazla ağır ve sanat dolu gelmeye başlarken, Constantin Brancusi’nin çimento alçı figürleri, Claude Lalanne’in elinden çıkma 1969 tarihli Yves Saint Laurent'ın bakır korseli siyah şifon elbisesi ve JW Anderson’un renkli tasarımları sergiye hayat veriyor. Soyut parçalara yer yok, soyuta en yaklaşan noktalar canlı renklerdeki upuzun süeterler ve ortama bir tutam seksapel katan transparan poliüretan Loewe parçalar. Tasarımcının kariyerinin başlangıç noktası olan erkek giyim, işin sanat yönünü dolaysız bir biçimde kucaklamış.
A post shared by Suzy Menkes (@suzymenkesvogue) on
Anderson, tüniklerin origami gibi katlandığı ve ışığı emen neoprene kumaşın silüetlerden ibaret olduğu 2014 koleksiyonu için“Bir erkeği düşündüğümde, aklıma kolon mimarisi geliyor.” demişti.
Fotoğraf: Lewis Ronald
“Her şey işbirliğiyle ilgili, Barbara Hepworth heykeli anlamak için dokunmak ve hissetmek gerektiğini söylerdi. Bugünün dünyasında Barbara Hepworth’ün işlerine dokunup, hissedemiyoruz belki ama buna rağmen insanlarla iletişime geçmek istedim. Örneğin, çocuklar süeterleri bağlasın, aralarında oynayabilsin. Bu sergi baştan sona devam eden bir işbirliğiyle ilgili.”
Fotoğraf: Natasha Cowan
Belki de ahenk yaratmak ve moda şovlarının dramasına ayak uydurmaktaki tecrübesi sayesinde, JW Andersan bu post-endüstriyel mekanda, farklı formlar ve dokunabileceğiniz yüzeylerle istediği enerjiye sahip bir sergi çıkarmayı başarmış. Başkaldırı? Daha çok vücudu bir tuval olarak inceleyen zeki ve ilgi çekici bir çalışma denebilir.
Çeviri: Su Sonia Herring