Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Tuba Büyüküstün’ün çekim setine Serdar Turgut gibi imajinasyonu derin, mizah duygusu keskin, metaforları zengin bir yazar girerse ne olur? Tabii ki ortaya, içinden cinayet bile geçen tutkulu acayip bir yazı çıkar. Yazarın “Bal gözlü sevgiliden yeşil gözlü öldürücü kadına dönüşümün hikâyesi” diye sunduğu...
Fotoğraf Stefano Galuzzi
Tuba Büyüküstün’ü fotoğraf çekiminin ilk seansına giderken arkasından izledim. O anda fonda, dünyanın yalnızlığı en çağrıştıran trompetini çalabilen Miles Davis’in bir parçası olabilseydi, kendimi bir film-noir filminin başrolündeki tutkulu olduğu kadının elinde hayatını mahvetmeye zevkle giden bir adam olarak hissedecektim. Aynı anda o yürüyüşü önümde görünce fetişistik aşkın usta yazarı Japon Junichiro Tanizaki’nin ‘Diary of a Mad Old Man’ adlı kitabından esinlenerek yapılan aynı adlı filmin açılışını da hatırlamamak imkânsızdı. O sahnede yaşlı adam önünde yürüyen yüksek topuklu kadına yönelik fetişistik tutkunun pençesine düşmek üzereydi.
Tuba edasıyla, elegan yürüyüş stiliyle, stiletto topuklu siyah ayakkabısıyla bana Louis Malle’nin film-noir klasiği olan ‘Elevator to the Gallows’daki Jeanne Moreau’yu hatırlattı. O filmin bilinçlere kazınan sahnesinde Jeanne Moreau’nun Paris’in ıssız sokaklarında yürürkenki ritmi fonda başlayıveren Miles Davis parçasının ritmiyle olağanüstü uyum sağlar, yürüyen kadın adeta Miles Davis’in müziğiyle sevişir gibidir o sahnede. Bu yüzden Tuba yürürken fonda bir Miles Davis çalmasını arzuladım.
Sonra pozlar verilmeye başlandı, adeta gösterime hiç girmemiş bir film- noir film çekiliyordu gözlerimin önünde. Tuba bir anda bal gözlü romantik bir sevgiliden yeşil gözlü öldürücü kadına (femme fatale) dönüşüvermişti.Bu göz rengi vurgulamasını kelime oyunu yapmak arzumun sonucu sanmayın, şahit olduğum şaşırtıcı bir değişimdi bu. Tuba, kendisini taparcasına seven adamı öldürtmeye karar verdiği andaki pozunda bal renkli gözleriyle bakıyor, hemen bir sonraki pozda, adamın öldüğü varsayılan andaki küçümseyen, çemkiren vahşilikteki o gözler yeşil renge dönüşüveriyor.
Çekilen ama gösterime girmeyecek filmde, öldürücü kadının görüntüleri dışında her şeyin siyah beyaz tutulduğu ama sadece kadının görüntüsüne renk verildiğini düşünelim. Kimbilir o filmdeki Tuba’nın göz renk değişimleri ne kadar da güzel gizem sağlayacaktı siyah-beyaz filme. Jean Luc Godard “Bir film çekmek için sadece bir kadına ve bir silaha ihtiyacınız vardır” demişti. Film-noir ekolünün esasını anlatıyordu büyük üstat ama bu işin o kadar da kolay olmadığını gayet tabii ki biliyordu. En önemlisi öldürücü kadının ruh halini yüzünde, tavırlarında, duruşunda yansıtmayı becerecek kadını bulmayı başarmaktı.
Bu tür kadınlar öyle fazla yok etrafta, böyle olmak iddiasında olanlar da kendilerini rahatlıkla rezil edebilirler. Doğru kadını bulduktan sonra ona tapacak, onun uğruna cinayet işlemek de dahil her şeyi yapacak kadar kendini teslim edecek erkek karakterler bulmak o kadar da zor bir iş değil. Fotoğraflardan da görüyorsunuz, öldürücü kadına dönüşmek Tuba'ya çok rahat gelen bir ruh haliydi.
Gösterime girmeyen film-noir filminin çekimi başlamadan önce herkesin seveceği romantik sevgili tavrıyla aramızda dolaşan Tuba çekim başlar başlamaz fazla zorlanmadan havaya giriyordu. Öyle ki Tuba’ya âşık olan ve onun tarafından beğenilmek için öldürmeye bile hazır olan adamın cinayetinden sonra ayağının dibinde yatan gövdeye duyduğu umursamaz, acımadan yoksun ve biraz da çemkiren seksüaliteyi bile suratında gördüm Tuba’nın.
Çekimleri seyrederken elimde olmadan ben bu filmin neresinde yer alırdım diye de düşündüm. Öldürücü kadının ayağının dibinde yatmak fikri de çekici geldi ama bu çok rutin bir rol olacaktı. O rol çok ekstra işiydi ben bir ucundan esas adam kategorisinde olmalıydım.
Kendime film-noir’ların kaçınılmazı olan özel dedektif rolünü uygun gördüm ve hayal ettim.
Mis-en-scene
Dışarıda yağmur yağan bir gecede camlarına düşen yağmur sesinden başka sesin duyulmadığı bürosunda dedektif masasında karşısındaki kapıya bakarak oturuyor. Zaten odada o iskemleden başka bir de masanın önünde duran ve müşterilerin oturduğu koltuk var. Dedektif arada bir masasının çekmecesinin alt gözünden çıkardığı bir şişe viskiden yudumlar alıyor. Sigarasını yakıyor. O an çok yalnız hissetmektedir kendisini, yağmurun penceredeki pat pat sesi de yalnızlığını artırmaktadır. Bir fırt daha almak için çekmecesinin alt gözünü açar ve o anda yalnızlığın trompetçisi Miles Davis’in parçası başlar.
Özel dedektif arkasına yaslanır ve gözünü hafif kapar. Müziğin sesi azalmaya başlayınca merdivenden çıkmakta olan kadının ayak seslerini duyar. Ayak sesleri yaklaşır yaklaşır, odanın kapısında durur ve sonra bir tık sesi ve kapı açılır loş odaya holün ışığı sızar ve kapıda eşiğe yaslanıp içerideki adama delici gözlerle bakan Tuba görünür. Dedektif başının belaya girmekte olduğunu o an anlar; ya bir cinayete şahit olacaktır ya da o kadın için kendisi katil olacaktır. Kapıdakinin bal rengi gözleri yeşile dönüşür ve dedektif ‘buyrun’ diyebilir sadece. Kadın gelip müşteri koltuğuna kurulur, yine bakar adama, bu sefer gözleri sarı bakmaktadır, Dedektif alıştığı rutin yaşamına hoşçakal demekte olduğunu hissetmektedir ve kadına bir şişe kapağı ile viski ikram eder. Kadın diker viskiyi ama boğazını yaktığını belli eden bir ifade yoktur yüzünde, o kendinden gayet emin bir biçimde plan kurmaktadır hâlâ daha... Dedektif sonradan pişman olacağı soruyu sorar ‘buyrun, sizin için ne yapabilirim?’
Tuba’yla sohbetimiz;
Son derece boğucu bir sıcağın olduğu günde devamlı pozlar vermek inanılmaz yorucu olmalıydı, ancak Tuba Büyüküstün müthiş bir profesyonel, yoruluyorduysa da bunu göstermiyor etrafa, çekim esnasında sadece çok alçak sesle amma da sıcak demekle yetindi. Bizler ise oturduğumuz halde durmadan şikâyet edip durduk. Öğle yemeği için ara verdiğimizde o yine çekici bir kıyafet ile yemeğe katıldı. Havuz kenarında oturan mayolu insanların arasından geçerken gerçekten de fantastik bir görüntü oluşturuyordu. Öylesine şıktı ki ben o kıyafeti de fotoğraf çekimi için giydiğini sandım ama gerçek yaşamında giydiği bir kıyafetmiş o, ‘rutin olarak bu şekilde mi giyiniyorsun’ soruma da ‘sadece bazı dönemlerde’ diyerek cevap verdi. Bu tür çekimlerin yoğun olduğu dönemlerde çok şık, hep poz vermeye hazırmış gibi kıyafetler giyiyormuş, bunu anlattı bana. Şık giyinmek onda bir tür alışkanlık yaratıyor olmalı.
Yemek esnasında annesiyle de telefon konuşmasına kulak misafiri oldum. Ana kız arasındaki ilişkinin çok sıcak ve arkadaşça olduğu belliydi. Annesine, çekimden sonra gecikerek de olsa geleceğini söyleyerek kapadı telefonunu.
Tuba Hanım çok gündemde olduğu için Gazze’de de seyrediliyor musun soruma İran Irak ve tüm Ortadoğu’da çok sevildiğini bildiğini ama Gazze konusunda bir fikri olmadığını söyledi. Biz hemen ajansından bu konuyu soruşturduk. Gazze’de de çok popülermiş hem dizileri hem de Tuba. Orada da seyrediliyor olduğunu söylediğimde çok mutlu olduğunu gördüm yüzünden. Ben o anda Gazze’deki dramın çözümünde Tuba da bir misyon üstlense ne kadar iyi olur diye aklımdan geçirdim, ama dış politikadan çok hoşlanacağını düşünmediğimden bu fikrimi açıkça söylemedim kendisine.
Konuyu değiştirmek için ‘siz hiç femme fatale rolünde oynadınız mı?’ diye sordum. O da ‘hayır’ dedi bugüne kadar hep romantik kadın rollerinde oynamış, ona hiç değişik türde rol tekliflerinin gelmemiş olması doğrusu şaşırttı beni. Bu fotoğraflardan sonra femme fatale rollerinin ona akacağını biliyorum.
-Serdar Turgut
Fotoğraf Stefano Galuzzi
Temmuz 2010