Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Elinizdeki kitap bittikten sonra hangisine başlayacağınızı bilmiyorsanız Vogue Türkiye ekibi size yardımcı olabilir. Editörlerimiz şu sıralar okudukları kitapların girişlerini paylaşarak, onlarda uyandırdığı hisleri anlatıyor.
Elinizdeki kitap bittikten sonra hangisine başlayacağınızı bilmiyorsanız Vogue Türkiye ekibi size yardımcı olabilir. Editörlerimiz şu sıralar okudukları kitapların girişlerini paylaşarak, onlarda uyandırdığı hisleri anlatıyor.
“Marianne answers the door when Connell rings the bell.”
Bu aralar konsantrasyonum çok kolay dağılabildiği için hızlı okunabilen, akıcı ve hafif bir bestseller okuyorum. Aynı yerde büyümeleri dışında hiçbir ortak özelliği olmayan Marianne ve Connell’in birbirlerine karşı hissetmeye başladıkları çekimi ve sonrasında gelişen olayları konu alan Normal People, bu zor günlerde kafamı dağıtıyor.
“1976 Ekiminden, yeniden Napoli’de yaşamaya başladığım 1979 yılına kadar Lila ile yakın bir ilişki kurmaktan kaçındım. Ne var ki bu kolay olmadı.”
Napoli Romanları üst başlığıyla yayınlanan dört ciltlik serinin son kitabı Kayıp Kızın Hikayesi’nde, Napoli’nin kenar mahallesinde yaşayan iki kız arkadaşın, Lenu ve Lila’nın, çocukluktan başlayıp yetişkinliğe uzanan hikayelerinin artık sonuna geliyoruz. Romandaki karakterlerin, olayların tasvirleri o kadar detaylı ve net ki, okurken zaman zaman hikayenin kurgu olamayacağı fikrine kapılıyorum.
Sade dili ve çevirisiyle elinize aldığınızda kolay kolay bırakamayacağınız Lenu ve Lila’nın öyküsünü her ruh halinde rahatlıkla okuyabilirsiniz. Ayrıca serinin HBO’da dizisi de var. Kitabı okuduktan sonra diziye de göz atmanızı tavsiye ederim.
“Málaga’nın doğusunda, şehre yarım saat mesafedeki kayalıkların tepesinde bir otel…”
Heyecanla, hevesle başlayan bir aşk hikayesi. Mutlu son aslında kitabın daha başında sarıyor okuru. Ama zamanla, hevesle beraber baskılar da gelmeye başlıyor, yaşadığınız ilişkiyi sorgulatıyor. Kitap bana, karşımdakini anlamamı sağlayan dersler veriyor.
“Bir belgesel ve yazı ekibinin en mutlu olduğu anlardan biri bu olsa gerek!”
Geçtiğimiz aylarda Atatürk’ün giyimine dair araştırmalar yaparken, 2018 yılında basılmış bu değerli kitabı buldum. Kitap, Derimod’un kurucusu Hasan Yelmen ve Emre Kongar’ın, Atatürk’le zaman geçirme şansı olmuş; aynı sofrada yemek yemiş, dans etmiş, birlikte yollara düşmüş kişilerle yaptığı röportajlar sonucu ortaya çıkmış. Atatürk’ün manevi kızı, ilk kadın havacı Sabiha Gökçen; Müzeyyen Senar; sahneye çıkmış ilk kadın oyuncular ve şarkıcılar; öğretmenler ve moda tasarımcıları; onun stilini kendi yorumlarıyla anlatıyor. Nebil Özgentürk bu kitabı yirmi yıl süren uzun araştırmaların ardından, tanıkların çoğu aramızdan ayrıldıktan sonra okura sunmuş.
Ordusunun kıyafetlerini Coco Chanel’e tasarlatan, savaş koşullarında bile askerlerine derli toplu ve temiz giyinmeyi emreden Gazi Mustafa Kemal, daima özenli ve modern giyimiyle ilham veren bir stile sahipti. Fraklardan golf pantolonlarına, pelerinlerden silindir şapkalara, tercih ettiği parçalarda kendi imzasını taşıyan bir dokunuşu vardı.
Yalın bir üsluba sahip bu kitabı okurken çok keyif alıyorum. Kitap, röportaj yapılan kişilere göre bölümlere ayrıldığı için parçalar halinde okumayı tercih ediyorum. Arada rastgele açtığım bir bölümde karşıma çıkan Burberry kumaştan diktirdiği takımlar, ona özel dikim yapan terziler… Hepsi ilham verici.
“Yumruğunu yemedikçe kimsenin bırakıp gitmediği o garip şehir Kristiania’da aç açına gezdiğim günlerdeydi…”
İçimize daha çok döndüğümüz karantina günlerinde benim tercihim, okuma fırsatı bulamadığım klasikleri okumaktan yana oldu. Açlık, oldukça ilgimi çeken psikolojik roman türünün ilk örneklerinden. Hayatın ağır şartlarına karşı mücadele eden bir gazetecinin serüvenini konu edinen kitap, yaşadığımız bu süreçte bizleri birçok noktada yakalıyor.
“Aile efsanesine göre Ferguson’un büyükbabası ceketinin astarına dikilmiş yüz rubleyle, doğup büyüdüğü Minsk şehrinden yaya olarak yola koyuldu, batıya doğru ilerleyip Varşova ve Berlin’den geçerek Hamburg’a geldikten sonra, kışın sert fırtınalarıyla boğuşarak Atlantik’i geçen ve yirminci yüzyılın ilk günü New York Limanına giren Empress of China adlı gemiye bilet aldı.”
Paul Auster’ın 4321’i, annemin tavsiyesiyle uzun süre önce kitaplığımda yerini almıştı aslında. Ancak 1127 sayfalık hacmiyle yanımda taşımaya korktuğumdan, en çok kitap okuduğum uzun uçak yolculuklarının ya da yaz tatillerinin bana eşlik eden kitabı olamadı. Şimdiyse zaman ve mekan derdimin ortadan kalktığı bu süreçte her an elimin altında.
“Kalp için hayat basittir: Atabildiği kadar atar. Sonra durur.”
Bu, uzun zamandır okuduğum en çarpıcı kitap açılışı diyebilirim. Kavgam oldukça cesur, samimi, sürükleyici, otobiyografik bir destan. Destan diyorum, zira kitap toplamda altı cilt ve 3 bin 500 sayfanın üzerinde (bu yüzden Knausgaard bazı edebiyat çevrelerinde “21. yüzyılın Proust’u” şeklinde anılıyor). Kitap ne hakkında mı? Hiçbir şey ve her şey. Zamanın bazen durduğu, bazense inanılmaz bir hızla aktığı bu tuhaf günlerde, bu kitap sayesinde sıradan, gündelik şeylerin üzerine düşünerek hayatın aslında bunlardan oluştuğunu bir kez daha fark ettim. Ve hatıraları kaybetmemek için günlük tutmanın ne kadar önemli olduğunu!
“23 Eylül 1987, bir şafak daha – Kuzey Atlantik’te yalnız izlediğim otuz yedinci seher bu. Etrafımı saran deniz, akışkan sıradağlar gibi iniş çıkışlı dalgalarla kabarıyor ve ben çok korkuyorum.”
Kütüphanemin toz tutmuş raflarından seçtiğim Maiden Voyage zamanın ruhu için birebir. Babasının rest çekmesi, ‘ya üniversite ya da yelkenliyle tek başına bir dünya turu’ demesi üzerine on sekiz yaşında bilinmeze açılan Tania Aebi’nin gerçek hikayesi bu. Bir deniz yolculuğundan ziyade, okyanusla baş başa kaldığında benliğiyle barışan, kendini sevmeyi öğrenen ve hayallerini keşfeden bir genç kızın güncesi niteliğinde. Dünyayı yelkenliyle gezen en genç kişi olan yazarın öyküsünü okurken mutluluk, tedirginlik, korku, cesaret ve boğazdaki düğümlenmeyi hissetmemek, gözyaşı dökmemek mümkün değil. Kimi zaman balinaların, yunus balıklarının, Galapagos adalarının ve Pasifik okyanusunun resmini çizerken ufkumu genişletiyor, zihnimi esnetiyor, huzur veriyor Aebi. Kimi zaman da fırtınalarla dövüşürken hayat mücadelesi üzerine bilmediklerimi anlatıyor, duymadıklarımı söylüyor ve görmediklerimi gösteriyor. En önemlisiyse, hayatı daha anlamlı kılmak için konfor alanımdan çıkmam gerektiğini öğretiyor bana. Bugün yaşadığımız mecburi izolasyon, yalnızlık ve her zorluk, gelecek günlerde güzelliklerle geri dönecek bize, biliyorum. “…her ne kadar dehşete kapılmış olsam da, derinlerde bir yerlerde cesur olabileceğimi bilmek, pes etmemek, devam etmek, yol almak için güç verdi bana” diyor Aebi 83. sayfada, bizim hikayemizi anlatırcasına.