Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Yaşım ilerledikçe fark ediyorum ki sorduğum her soru, hissettiğim her duygu, aklıma gelen her fikir daha önce başkaları tarafından ‘keşfedilmiş’. Bunu test etmek çok kolay: arkadaşlarınıza sorabilirsiniz, Google’a yazabilirsiniz, kitaplar karıştırabilirsiniz. En acayip düşünceniz bile muhtemelen bir ilk değildir, fakat yenilik kırıntıları içeriyor olabilir. O kırıntılar değerli: eğer başkaları tarafından da benimsenirse, dallanıp budaklanıphiç beklemediğiniz yerlere gidebilir. Dünyanın yuvarlaklığını keşfetmekten Mars’a insan kolonisi kurma projesine gitmek yüzyıllar aldı – fakat herşeyin bir başlangıcı var.
Bu yazı için malzeme ararken elime Jheni Osman’ınDünyayı Değiştiren 100 Fikir isimli kitabı geçti. Osman, günümüzün ileri gelen bilim insanlarından öneriler toplamış ve bu fikirlerin nasıl üretilip yayıldığı araştırmış. Kitapta pek çok fikrin oluşumu nesiller boyu süren bir takım oyunu olarak anlatılıyor. Takımda kimin hangi pozisyonda durduğunu ise zaman gösteriyor. Hikayeler çeşit çeşit: doğru söyleyenler dokuz köyden kovulabiliyor (ya da daha kötüsü), fikri ilk çıkaran başka tarihe geçen başka olabiliyor (yaygın), araştırmalarından dolayı hayatını kaybedenler var (Marie Curie). En fenası da ölüm döşeğinde hipotezinin çürütüldüğünü öğrenenler. Riskleri göze alarak merakları uğruna yollarına devam etmiş bu insanlar sayesinde bugünlere geldik.
Marie Curie
‘Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti’
Dünyanın yuvarlak olduğu fikrini ele alalım. Bunu ilk defa ortaya atan Pisagor, tanrıların en güzel form olan küreden başka bir şekil tasarlamış olamayacağı varsayımından yola çıkmış. Aristo’nun yıldızların gökyüzündeki hareketlerine bakarak ispat etmesi sonucunda bu fikir - iki yüzyıl sonra - benimsenmiş.
Dünyadan başka gezegenler de olabileceği fikrini ilk defa öne süren İtalyan astronom Gioardo Bruno, dünyayı evrenin merkezinde gören kilise tarafından yakılarak idam edilmiş. Copernicus ise dünyanın güneşin etrafında döndüğünü anlatan kitabını Papa’ya adamış ve bu sayede idamdan kurtulmuş. Bu fikir, Galileo’nun - Osmanlı ordusunun yaklaştığını erkenden fark edebilmek amacıyla üretip sonradan gökcisimlerini incelemede kullandığı - teleskobunun bulgularını anlatan kitabını el altından İtalya dışına çıkaran kişiler sayesinde kabul görmüş. Hikayenin sonunu biliyoruz. İnsanoğlu 1969’da aya ayak bastı. 1995’te güneşten başka yıldızlar etrafındaki ilk eksogezegeni keşfetti. Son dört yılda Kepler teleskobu yüzlerce eksogezegen ve buralardaki hayat olasılığıyla ilgili ilk verileri topladı (Sadece Samanyolu Galaksisi’nde 17 milyar tane olduğu tahmin ediliyor.) Bunlar arasında dünyaya benzer, hayatın oluşumuna uygun özelliklere kabaca sahip biriki tane de var. Evrende Samanyolu gibi 100 milyar galaksi olduğunu da hesaba katınca, çocukluğumuzdan kalma uzayda hayat var mı sorusunun cevabının evet olması muhtemel. (Bu fikrin bilim çevrelerinde kabulu da her yıl artıyor.)
Uzun lafın kısası: bir fikri üretmek kadar önemli olan onun başkalarınca benimsenmesini sağlamak ve evrim geçirmesine izin vermek.
Viral fikirlerin bulaşıcılığı artıyor
İnsanlığın gelişiminde en enteresan atılımların,fikirlerin yayılmasına imkan verenler olduğunu düşünüyorum. Bunların arasına dillerin gelişimini, metinlerin hatırlanmasını sağlayan kafiyeli ve müzikal anlatımı,yazıyı, kağıdı, matbaayı televizyonu ve interneti koyabiliriz. Son ikisi sayesinde fikirlerin bir insandan diğerine geçişicoğrafi ve zamansal kısıtları aşmış durumda. Üstelik eğlenceli ve renkli formatlarda, düşüncelerimiz kadar duygularımıza da hitap eden iletişim taktikleri sayesinde iyinin yanında kötü fikirler de hızla yayılabiliyor. Bu yayılma sürecini inceleyen memetik isminde – genetik kelimesi ile kafiyeli olan – yeni bir bilim dalı bile oluştu.
‘Kayda değer fikirleri yaymak’ amacını taşıyanTEDkonferanslarının konuşmacılarından Sir Ken Robinson’ın ‘Okullar yaratıcılığı nasıl öldürürür’ konulu sunumu, 2006’dan bu yana 20 milyon defa, Robinson’ın kendi hesabına göre de 250 milyon kişi tarafından izlenmiş. (Oğullarıma okul seçerken bu konuşmadan etkilendiğimi itiraf edeyim.) Gangnam Style şarkısı ise 1 milyar yetişkin tarafından izlendikten sonra çocuklara da hızla ‘bulaşarak’ Miki Fare’yi tahtından etti. Bu rakamları perspektife koyarsak, eski usul fikir yayma aracı olan diller arasında en yaygını olan İngilizce bile dünyada sadece 1 milyar insan tarafından konuşuluyor.
‘Daha uzağı gördüysem bu devlerin sırtında yükselerek oldu’
Newton’un ünlü sözü bugün eskisinden de geçerli. Herhangi bir soruya cevap ararken, elimizin altındahızla ulaşabileceğimiz müthiş bir birikim var. (Kısa bir not: Galileo, Pisa kulesindeki meşhur deneyleriyle yerçekiminin sabit olduğunu Newton’dan daha önce zaten ispatlamıştı. Elma düşme hikayesinin gerçek olmadığı, Newton’un onu şan şöhret için ürettiği düşünülüyor. Kendisinin kurama katkısı ise elbette çok önemli: yerçekiminin sadece dünya üzerinde değil tüm evrende geçerli olduğunu fark ediyor.)
Sadece birikim değil aynı zamanda iş gücüne erişim de her geçen gün daha kolaylaşıyor. Hayata geçirmek istediğiniz en çılgın fikriniz için bile haftalar içerisinde benzer düşünenlerle ve hatta yatırımcılarla bir araya gelmeniz mümkün. 2023’te Mars’a kalıcı bir koloni göndermek isteyen Mars One projesi, gerçekçiliği sorgulanmasına rağmen,Nisan 2013’te başvuruları açmasınınikinci haftasında 78,000 (paralı) başvuru aldı. Gitmek var dönmek yok. Gereken 6 milyar dolarlık finansmanın önemli bir kısmının, konuyla ilgili yapılacak reality TV programlarından sağlanması planlanıyor. Proje gerçek olursa, acaba kolonide doğacak çocuklar büyükanne ve büyükbabalarını görmeye dünyaya geldiklerinde ne hissedecekler?
Dayanıklı dinozorlar
Diğer yandan inançlarımız ve geleneklerimizin doğası viral fikirlerin hızına her zaman yetişemeyebiliyor. Gördüğüm kadarıyla yeni fikirleri kabul etmemizi zorlaştıran iki konu var. Birincisi gözle görmediğimiz şeylere haklı olarak şüpheyle yaklaşmamız. Ünlü doktor ve yazar Atul Gawande, ameliyat öncesi antiseptik kullanımının faydalarının ispat edilmesi ile hastaneler tarafından benimsenmesi arasında geçen on yılları (ve o esnada kaybedilen hastaları),doktorların o tarihlerde mikropların varlığını bilmemesine ve gözleriyle görmedikleri şeylere inanmakta zorlanmalarına bağlıyor.
Diğer kısıt ise inançlarımız, değerlerimiz ve bunların etrafındaki güç dengeleri. Gazete manşetlerinde yer alan haberlerin hepsinden daha önemli olduğuna her geçen gün daha çok inandığım iklim değişikliği konusunu ele alalım. 90’lı yılların başında lisede okurken bu yeni yeni önemsenmeye başlanan konuya ilgi duyardım. Birkaç sene sonra ABD’ye üniversiteye gittiğimde o zamanki ismiyle küresel ısınmanın çoğu akademisyen tarafındanciddiye alınmadığınışaşırarak fark ettim. 2000’de İngiltere’ye taşındığımız gün, radyoda küresel ısınma sebebiyle Londra’nın güneşli Akdeniz iklimine kavuşacağına dair espriler duyduğumda ise ikinci defa şaşırdım. İklim değişikliğiİngilizler için acilen aksiyon alınması gereken bir gerçekti. Sonradan bunun Margaret Thatcher’ın (kendisini sevin ya da sevmeyin) 1990 yılından itibaren konunun önemini vurgulayan konuşmalarından kaynaklandığını anladım. Amerikan toplumu ise petrol ve karayollarına bağımlı bir ülke olarak bulguları sorguluyor ve daha zor kabul ediyordu.
Virusler dinozorlarla aynı evde yaşar mı?
Zihnimizin içinde insanlık tarihinin farklı dönemlerinden kalma, bazen birbirini besleyen bazen de birbiriyle çelişen pek çok düşünce aynı anda geziyor. Örneğin çoğumuz ‘güneş doğudan doğar’ cümlesinin anlattığı modeli günlük hayatımıza uygun buluyor ve bu cümleyi zaman zaman kullanıyoruz. Oysa Galileo’dan beri biliyoruz ki güneş yerinde sabit duruyor, dönen biziz.
Hızlanan ve karmaşıklaşan iletişim dünyamızda virüslerle dinozorların daha da kızışacak rekabetine hazırlanmak lazım. Ben bu rekabeti seviyorum. Biri bizi gelecekteki sınırsız ihtimallere, diğeriyse sabit ve renkli geçmişimize bağlıyor.