Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Toskana'da, kreatif yemeklerden ufuk açan sohbetlere, konuk sanatçıların önderliğindeki workshop’lardan konserlere, hem dingin hem dinamik benzersiz bir deneyim yaşadım.
Fotoğraf: Sinan Sökmen
19. yüzyıldan kalma bu tarihi yapı, bugün Villa Lena sanat vakfına ve sanatçıların beş hafta süre ile ağırlandığı “artist residency” programına ev sahipliği yapıyor.
Adıyla bile insanda beklenti yaratan Toskana’da, sanata ve gastronomiye adanmışlıkla hayata geçen bir yer Villa Lena. İtalya kırsalının el değmemiş tepelerinde, kreatif yemeklerden ufuk açan sohbetlere, konuk sanatçıların önderliğindeki workshop’lardan konserlere, hem dingin hem dinamik benzersiz bir deneyim yaşadım.
Bernardo Bertolucci’nin meşhur filmi Stealing Beauty’yi izleyen her sinemasever gibi benim de hayalim, şarap bağlarının arasında saklı, hayatla ilgili tüm meseleleri akışına bırakmış sanatçıların kaygısız yazlar geçirdiği Toskana’daki o villayı bir gün bulabilmekti. Villa Lena ismini duyduğumda, ilk ilgimi çeken de ardına eklenen “yaratıcı çiftlik evi” (creative agriturismo) tanımlaması oldu. Bologna’dan iki saatlik araba yolculuğunun ardından Toskana’nın el değmemiş tepelerindeki Toiano köyüne vardık. Villa Lena’ya çıkan, arabanın zorlukla geçebildiği o virajlı yolun sonunda varmak istediğim tek nokta, filmde Rachel Weisz’ın kenarına sereserpe uzandığı, yeşillikler içindeki doğal havuzun bir benzeriydi. Villa Lena’da aradığım havuzu ve huzuru buldum; Rachel Weisz’a rastlamadım, ancak en az onun kadar ilginç karakterlerle tanıştığımı söylemeliyim.
Ora Wise’la başlayayım. Evet bu onun gerçek adı. Villada her sezon konaklayan iki-üç konuk şeften biri olan Ora, Brooklyn’de sadece kadınların çalıştığı bir yemek kooperatifinin yaratıcılarından. Toskana’dan bir önceki durağı Porto Riko’ymuş, kasırga sonrası harap olan yiyecek ekosistemini tekrar düzene sokabilmek için aylarca felaket bölgesinde çalışmış. Ora için yemek pişirmek bir hikayeyi anlatmanın ve toplulukları bir arada tutmanın en güçlü yolu. Var olan düzende yemek dağılımındaki adaletsizliğe dikkat çeken Ora, medyanın bu konuda hassasiyet göstermediğinden yakınıyor bana. Villanın 500 hektara yayılan vahşi topraklarında ve organik bahçesinde öğlen pişireceğimiz yemek için malzeme toplarken bu konuyu derinlemesine tartışma fırsatı bulduk. Tartışmanın galibi olmadı, ancak oturduğumuz sofranın şampiyonu tartışmasız onun yaratıcı tabaklarıydı.
Villa Lena’da kaldığım süre içerisinde yediğim en unutulmaz akşam yemeği ise Chef KPE adıyla tanınan Kristopher Edelen’in servis ettiğiydi. Kris’in çalışmaları özellikle tarih öncesi beslenme metodlarını yeniden keşfetmeye ve bunlara modern ve sürdürülebilir bir yorum getirmeye odaklı. Yaptığı en inovatif işler, entomoloji alanında; daha açık anlatımıyla böcekbilim üzerinde çalışan Kris, yenilebilir böcekler üzerine eğiliyor. Merak etmeyin, Toskana’nın kalbine gidip adını bilmediğim böcekleri yiyerek dönmedim, ancak bu tanışıklık bana hiç bilmediğim bir alanın kapılarını araladı. Ayrıca deneysel yemeklere mesafeli duranlar için açıklayayım; Villa Lena’da taze makarna ve pizza yapımından, İtalyan kokteylleri miksolojisine uzanan bir gastronomi deneyimi yelpazesi mevcut.
Villada konaklayan müzisyenlerin, konuklara ve programa katılan sanatçılara akşamları müzik dinletisi sundukları Fattoria. Burada konser veren müzisyenler arasında son dönemde yıldızı parlayan Benjamin Clementine,Francis and the Lights ve Flo Morrissey de var.
Aslında bu bölgede gastronomik anlamda en tatmin edici deneyimlerden biri kuşkusuz trüf mantarı avı. Gidiş tarihimizde mantar sezonu henüz başlamadığı için maalesef o maceradan mahrum kaldım. Otel personelinden öğrendiğime göre, bu gezilerde toplanan ve bölgede bolca bulunan beyaz trüf mantarı (tartufo bianco), hazırladıkları tagliolini al tartufo’ya bir sezon boyunca yetiyormuş. Mantar avına çıkamamış olsam da bu leziz makarnadan bir sezona yetecek kadar yediğimi tahmin edersiniz.
Her Türk gibi ben de konuya yemekten girdim fakat Villa Lena’yı Toskana’daki diğer mekanlardan ayıran özelliği, içinde barındırdığı sanat vakfı ve bu platforma ait “artist residency” programı. Platformun kurucusu Lena Evstafieva, uzun seneler Moskova’da ve Londra’da çağdaş sanat alanında prestijli galerilerde çalışmış. Ailesi 2007’de bu tarihi yapıyı, çevresindeki toprakları ve bağları satın alınca, burada eşi benzeri olmayan bir tesis yaratmak istemiş Lena. “Toskana’da sınırları zorlayan bir lüks anlayışı var. Bunun yerine ben daha demokratik, daha genç bir mekan tasarlamak istedim. Müzisyen eşim Jerome Hadey ile birlikte uluslararası sanatçılara, yazarlara, müzisyenlere, şeflere ev sahipliği yapabileceğimiz bir program oluşturduk. Yaratıcılığı paylaşmak ve geliştirmek asıl hedefimizdi.” Bu amaçla Villa Lena’nın kapılarını her yıl, yaklaşık 300 başvuru arasından uzman bir danışma kurulunun yaptığı eleme sonucu seçilen 50 etkileyici isime açıyorlar. Beş hafta boyunca misafir ettikleri sanatçılara hem doğal bir çalışma ortamı sağlıyor, hem de zihin açıcı arkadaşlıklar vaat ediyorlar. Programa katılanlar teşekkürlerini, geride bıraktıkları ve şu an villanın farklı köşelerinde rastlayabileceğiniz bir eserle sunuyorlar. Villa Lena’da bulunduğum süre boyunca, iki sanatçıyla nitelikli vakit geçirme fırsatı buldum. Bana seramik yapmayı öğretmeye çalışan Natalie Herrera, buraya iki hafta önce New York’tan gelmiş. MoMA’da çalıştıktan sonra, Brooklyn’de High Gloss adlı bir stüdyo kuran Natalie, sıra dışı proporsiyonlardaki eserlerini grafik bir bakış açısıyla sunuyor. Katıldığım workshop’larda yaptığım seramikler, yaratıcılık konusunda pek umut vaat etmese de, Natalie ile akşam yemeklerine taşıdığımız sohbetlerin seyahatime daha da anlam kattığını düşünüyorum.
Gün boyu çeşitli sanatsal workshop’ların gerçekleştiği atölyeler. Natalie Herrera’nın önderliğindeki seramik çalışmasından bir kare.
Burada kısaca da olsa bahsetmek istediğim son sanatçı İsrailli piyanist Michael Tsalka. Sanatçıların ve konukların farklı etkinlikler için geceleri toplandığı, renove edilmiş tarihi ahırlardan oluşan Fattoria’da sadece mum ışığında dinlediğimiz piyano resitalleri, Toskana’da geçen akşamlarımı unutulmaz kıldı. Michael Tsalka ile ilgili beni en çok etkileyen ise
işine titiz yaklaşımı oldu. Müzikle arasına hiçbir şeyin girmesine izin vermiyordu, akşam yemeğinin bile! Yemek yemeden verdiği konserler sonrası ona sofrada eşlik etmek, her anlamda doyurucu bir tecrübeydi.
Bologna’da yaşadığım iki sene boyunca Toskana’ya birçok kez gelme fırsatı buldum, her gelişimde de buranın farklı bir özelliğine âşık oldum: Öncelikle ve tabii ki yemeklerine, sonra uçsuz bucaksız bağlarına, şarabına ve ardından ortaçağdan beri neredeyse aynı kalan etkileyici mimarisine... Ancak bu büyülü topraklara farklı bir bakış getirmeyi başaran bu mekan ile tanıştığıma gerçekten memnun oldum. Her ne kadar Lena’ya, son dönemlerde moda olduğu üzere, işini gücünü bırakıp kırsalda bir otel işletmeye özenenlere tavsiyesi olup olmadığını sorduğumda verdiği cevap bıçak gibi keskinse de; “aklınızdan bile geçirmeyin, çok zor iş bu!”, siz onu dinlemeyin. İyi ki bu zorluğu göze almış. Bir gün bırakmaya karar verirse, onun bitirdiği yerden devam etmeyi isterim açıkçası.
Archiginnasio'nun avlusu, Bologna.
Türk Hava Yolları’nın Bologna, Floransa ve Pisa’ya düzenli uçuşları mevcut. Araba yolculuğuyla Pisa’dan 45 dakikada, Floransa’dan bir saatte, Bologna’dan ise iki saatte Villa Lena’ya ulaşabilirsiniz. Villa, Nisan başından Ekim sonuna kadar hizmet veriyor.
1. Siena’nın ünlü meydanı Piazza del Campo’da muhakkak bir akşamüstü geçirin. Senede iki kere bu meydanda gerçekleşen tarihi at yarışı Palio’ya denk gelirseniz hayatınız boyunca unutamayacağınız bir manzara ile karşı karşıya kalırsınız.
2. Dünyanın en eski üniversitesi Bologna’da. Üniversitenin tarihi binalarına şehrin her köşesinde rastlayacaksınız. Içlerinde en dikkat çekicisi ise 17. yüzyıldan kalma etkileyici bir anatomi amfisine sahip Archiginnasio.
3. 1990 yılından bu yana UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde bulunan küçük ortaçağ kasabası San Gimignano, bölgenin en turistik uğrak yerlerinden. “Ortaçağın Manhattan’ı” unvanına sahip kuleleriyle ünlü bu kasabayı görmeden dönmeyin, kalabalığına rağmen... Gitmişken hafif içimiyle yöresel beyaz şarap Vernaccia’dan tadabilir, dünyanın en iyi dondurmacılarından olduğu iddia edilen Gelateria Dondoli’nin özgün çeşitlerini deneyebilirsiniz.
4. Monteriggioni,San Gimignano kadar ünlü değil ve onu cazip kılan tam olarak bu. Ortaçağ surlarıyla çevrili küçük köy meydanı, asma yapraklarının altında uzun bir öğle yemeği için ideal.