Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
“Doğayla savaş halindeyiz. Eğer kazanırsak kaybedeceğiz.” diyor Hubert Reeves. Zihinleri ters köşeye yatıran bu ifade tam da bugünün dünyasında yaşananları anlatıyor gibi…
Eko Nugroho tarafından evsel atıklar kullanılarak ortaya konulan Bouquet of Love isimli eseri
“Doğayla savaş halindeyiz. Eğer kazanırsak kaybedeceğiz” diyor Hubert Reeves. Zihinleri ters köşeye yatıran bu ifade tam da bugünün dünyasında yaşananları anlatıyor gibi…
Sanayileşme sürecinin gelişimiyle 19. yüzyıldan bu yana doğanın bizi kendisine çeken varoluşsal büyüsünden uzaklaşan insanın, son teknolojik gelişmelerle birlikte kendini bir bakıma doğadan ve dolayısıyla kendinden uzak bir noktada bulduğunu gözlemliyoruz. Bu özden uzaklaştıran yaşam döngüsüne ve insan-doğa ilişkisinin kayboluşuna karşı bir duruş sergilemek isteyen bazı sanatçıların ortaya koydukları “yeryüzü sanatı” hareketi tam da bu noktada hayatımıza giriyor.
Bilinçsiz tüketimin her türüne karşı çıkan bir tonda; sanatın müzelerden ve galerilerden çıkıp doğaya dönmesi için zihinlerin sınırlarını zorlayarak her türlü '-izm'den bağımsız bir felsefeyle işler ortaya konuyor. Bu alanda çalışan sanatçıların yapıtlarını incelediğimizde niyetlerinin; insan-doğa ilişkisini; ben, o kavramlarının dışına taşırarak bütünle bir oluşun gücünü yansıtmak olduğunu hissediyoruz.
Sanat, tasarım ve sürdürülebilirliğin ilişkisine baktığımızda bu birlikteliğin temellerinin oldukça eskiye dayandığını söyleyebiliriz. Çağın en güncel sorunlarından olan iklim değişikliği ve doğal kaynakların azalması; birçok tasarımcı ve sanatçıyı sürdürülebilirlik kavramı üzerine düşünmeye iterken bu kavramı irdeleyen işler ortaya koyma arzularını tetiklemekte.
Sürdürülebilirlik temasına vurgu yapan eserler; ileri dönüştürülmüş olarak tanımlanan malzemelerden veya yeryüzü kaynaklarına zarar vermeyen süreçler sonucu üretilmiş objelerden türetilmiş işlere deniyor. Çalışmalarda zaman içinde malzeme, içerik, ve söylemler çeşitlilik kazandıkça, farklı disiplinler de dahil edilerek tüm dünyada bu temada üretilen işlerin hızla yaygınlaştığını görebiliyoruz.
Katamama Suits’deki atık flip-flop kullanılarak üretilmiş 5000 Lost Soles isimli eseri
Eserinde; doğaya insan tarafından yapılan çarpıcı müdahaleyi gözler önüne seren sanatçı Robert Smithson’a ait Spiral Jetty isimli çalışma yeryüzü sanatının başı çeken yapıtlarından biri olarak tanınıyor.
Bugünlerde sürdürülebilirlik kavramının altını çizen, sorgulayan ve sorgulatan birçok işe rastlamaktayız. İşte dünyaca ünlü yaratıcı eserlerden bazıları:
-Japon sanatçı Tanabe Chikuunsai imzalı Omm Müzesi’nde tüm bakışları üzerinde toplayan bambu eserle başlıyoruz. Chikuunsai, yüzde 90’ı geri dönüşümlü malzemeden yapılmış olan bu bambu heykeli ortaya koyarken, bambu işçiliği ve modern sanatın flörtünü gözler önüne seriyor.
-Alman asıllı sanatçı Liina Klauss’un; Bali’de çağdaş tasarımla öne çıkan ve sıfır atık felsefesini benimseyen Katamama Suits’deki atık flip-flop kullanılarak üretilmiş 5000 Lost Soles isimli eseri ise deniz kirliliğine adete rengarenk bir ayna tutuyor.
-2017 yılında Endonezyalı sanatçı Eko Nugroho tarafından evsel atıklar kullanılarak ortaya konulan Bouquet of Love isimli eseri ise, otelin plaja açılamn duvarında yer alan görsel bir mesaj niteliğinde.
-Kore pop sanat akımının öncü isimlerinden Choi Jeong Hwa geri dönüştürülmüş malzemeler kullanarak ufak ebatlı heykelleri büyük ölçekli enstalasyonlara dönüştüren işleriyle biliniyor. 2013 - 2014 yıllarında ürettiği Alchemy serisinde yer alan işler alış veriş poşetleri, soda şişeleri ve birçok renkli plastik atık kullanılarak üretilmiş.
-Türkiye’den bir iş ile devam edecek olursak, 2016 yılında Mamut Art Project’te sergilenen Petsistence isimli işlerini atık petleri kullanarak sergileyen sanatçı Uluç Ali Kılıç dikkat çeken isimler arasında yer aldığını söyleyebiliriz.
Algımızın sınırlarını zorlayan bu akımın geleceği oldukça parlak gözükmekte. Carl Jung’un dediği gibi: “Günümüzde bizi tehdit eden tehlikenin doğadan gelmediğini, insan ve kitle ruhundan kaynaklandığını apaçık görüyoruz. Tehlike, insanın ruhundan kopmuş olmasında…” Sizce de öyle değil mi?