Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Eve girer girmez ses olsun diye televizyonu açanlardan mısınız yoksa tüm kakofoniyi ardınızda bırakmış olmanın verdiği huzurla adeta inzivaya çekilenlerden mi? Sessizlikle olan ilişkimizi tartışmaya açıyoruz.
Bize Sessiz Lüks kavramını hediye eden Amerikan kara komedi–drama dizisi Succession, sadece lüksün sessiz halini değil, ultra zenginlerin son derece steril hayatlarındaki sessizliği de gündemimize taşıdı diyebiliriz. YouTube’a “Succession Silence” yazdığınızda karşınıza çıkan ilk videoda 1 dakika 6 saniye boyunca dizide baba oğulu canlandıran Logan Roy ve Kendall Roy’un çeşitli sahnelerdeki sessizliklerini izlersiniz. Dizide, bu medya patronu ve absürt ailesinin günlük yaşamlarını geçirdikleri mekanlarda da gereksiz tek bir ses, gürültü duyulmaz. Bu steril mekanların duvarları trafikteki arabaların kornasını, insanların bağırışlarını, kentin uğultusunu geçirmez. Kapı pencerenin ister istemez açıldığı ve kentin sesinin doğal olarak evinize doluştuğu sıcak yaz günlerinde ise bu ultra zenginler çoktan yazlık bir bölgedeki meskenlerine çekilmiş, doğanın sükunetine sığınmıştır bile. İşte bu nedenle The Atlantic’in kadrolu yazarlarından Xochitl Gonzalez, Eylül 2022 tarihli yazısının başlığında soruyor: “Zengin insanlar sessizliği neden seviyor?” Çünkü Gonzalez’in de bir zamanlar bu refah seviyesi yüksek yaşamların arasında tanık olduğu üzere “… sessizlik, sadece gürültünün yokluğundan ibaret değildi; saygı duyulması gereken bir estetikti.” Bu, son derece yerinde bir çıkarım olmakla birlikte sessizliği tercih etmek sahiden de gelir seviyesiyle ilgili bir şey olabilir mi? Gonzalez’in “soylulaştırılan semtlerin sesi” dediği sessizlik, günlük hayatın hayhuyu ve kentin kaosu içinde sıkışıp kalan modern insan için, gelir seviyesi herhangi bir seviyede olan bir insan için, özgün bir çıkış yolu olabilir mi? Hadi sorumuzu TikTok diline uyarlarsak, quite-core yeni yaşam estetiğimiz olabilir mi?
Gürültü, özellikle Sanayi Devrimi’nden itibaren kentleri ele geçirirken çeşitli halk sağlığı aktörleri tarafından da mücadele edilmesi gereken bir şey olarak ele alınmış. Gonzalez’in yazısından öğreniyoruz ki bir doktor olan Julia Barnett Rice, 1906 yılında New York City’de Gereksiz Gürültünün Bastırılması Derneği’ni kuruyor. Aşırı gürültünün insan sağlığı üzerindeki etkilerinden endişe duyan Bayan Rice, “gürültünün uyku düzenini bozabileceğine, stres yaratabileceğine ve çeşitli sağlık sorunlarına katkıda bulunabileceğine inanıyordu.” Gürültü, sanayileşmenin kentleri ele geçirmesiyle bir halk sağlığı sorunu olarak ele alınmadan önce de filozofların konusu olabiliyordu. Söz gelimi Alman filozof Arthur Schopenhauer, kakofoninin entelektüel insanlar için bir işkence olabileceğinden dem vurup düşünürlerin iyi işler yapabilmeleri için sessizliğe ihtiyacı olduğunu vurguluyor ve ekliyordu: “Sadece aptal insanlar gürültüyü tolere edebilir.”
Bugün belki sanayi, kentlerden çekildi ancak günlük yaşamımıza sirayet eden pek çok farklı gürültü çeşidi bulunuyor. Maruz kaldığımız sesler arasında anksiyete sebebi olabilecek çeşitli telefon bildirimi sesleri, trafikteki arabaların sesi, kentsel dönüşüme giren bir binanın inşaat sesi, fazla sesli konuşan bir komşunun ne söylediği net anlaşılmayan kaba sesi, kafede yan masamızda oturan bir yabancının izlediği Reels ya da TikTok videolarından gelen müzik sesi gibi çeşitli sesler bulunuyor. Sadece telefonunuzdan gelen bildirim seslerini düşünün… WhatsApp ya da Instagram DM ile yeni bir mesaj aldığınızı bildiren ses, yeni bir mail’inizin olduğunu haber veren ses, uygulamaya girer girmez karşınıza çıkan TikTok videosunun sesi, yemeğinizin kurye tarafından alındığını haber veren bildirimin sesi, favorinizdeki o ürünün indirime girdiğini söyleyen bildirimin sesi, aldığınız hizmetten memnun olup olmadığınızı soran marketin attığı SMS’in sesi… Tüm bu bildirimler nedeniyle telefonu sessize almadan kitap okuyamadığım hafta sonları geliyor aklıma. Bir de telefonu sessize aldığım o huzurlu anlarda okuduğum bir kitap: Erling Kagge'nin Gürültü Çağında Sessizlik kitabı.
Yazar Erling Kagge’nin 2017 yılında yayımlanan kitabı, gürültülü modern dünyamızda sessizliğin birey için bir çıkış yolu olabileceğini ortaya koyuyor. “Sessizlik, yeni düşünce biçimlerini açmak için bir anahtar” diyor Erling ve ekliyor: “Sessizliğin bu vasfı son derece özel ve lükstür.” Kişisel alanlarımızın pek çok uyarıcıyla dolu olduğu günümüzde sessizliğin ihtiyacımız olan farkındalık düzeyine ulaşmamızda bir araç olabileceğini açıklayan Kagge, konu hakkında verdiği bir röportajda sessizliğin bu meditatif yönü için “duraklama yapmak ve içindeki boşluğu bulmakla, zihnini sakinleştiren ve sana sevinç getiren şeyleri yeniden keşfetmekle ilgilidir” diyor.
Bazı bilimsel araştırmalar da Kagge’yi destekliyor zira. BBC’de yer alan bir makaleden aktarılana göre biyolog Imke Kirste, 2013 yılında farelerin beyni üzerinde sesin etkisini test etti. Sonuçlara göre günde iki saat sessizlik beynin hafıza merkezi olarak bilinen hipokampustaki hücre gelişimini olumlu yönde etkiliyordu. Kardiyovasküler hastalıklarla ilgili önemli araştırma ve incelemelere yer veren Heart dergisinde yayımlanan bir araştırmaya göre ise iki dakikalık sessizliğin rahatlatıcı olarak bilinen müzikten bile fazla sakinleştirici etkisi var.
Jane Austen, olgunluk dönemi eseri olan Mansfield Park romanında “Sessizliğin lüksünü yaşayalım” diye yazar. Ondan iki yüzyıl sonra yazar John Biguenet, The Atlantic’teki yazısında bu lükse vurgu yapıyor: “Gürültülü modern dünyada, huzur ve sessizliğin giderek artan bir fiyat etiketi vardır. Bugün sessizlik aynı zamanda bir meta haline geldi; en çok aranan tüketim mallarımızla rekabet edebilecek fiyatlara alınıp satılan bir ürün.”
Aklıma Edward Hopper’ın günlük Amerikan hayatının yalnızlığını sergilediği tabloları geliyor. Baktığınız anda sizi içine çeken bu derinlikli tablolara müthiş bir sessizlik hakimdir. Kendi yalnızlığının tam da orta yerinde, sessizlik içerisinde kafasını dinleyen bir grup figür. Evet, yaşamın kendisi sesli bir eylem olabilir; ancak sık sık sessizliğe dalıp kendimizi dinlemeyi ihmal etmemeliyiz.