Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Yaşları an itibariyle 28 ve 43 arasında olanlar elini kaldırsın! Bundan yirmi yıl önce dünyayı değiştireceğine inanılan Milenyum kuşağı kendini çoktan yaşlanmış hissediyor. Arkadan gelen kuşaklara ayak uydurmak için yeni çıkan TikTok dansını öğrenmeye kalkışmadan önce yazımızı okuyun.
Milenyum kuşağı... Otoriteye, kurallara karşı çıkan, çevre bilincini kazanan, kendisiyle özdeşleşmiş bir pembe tonuna sahip, sosyal medyayı ilk kucaklayan nesil... Bizim çocukluğumuz üzerinden az ama bir o kadar da çok vakit geçti. Arada sosyal medyada “2050 yılına 1995 yılından daha yakınız” gibi paylaşımlar gördüğünüzde buruk bir aydınlanma yaşıyor musunuz? Veya ekranlarda gördüğünüz yükselen yıldızların sizden yaşça oldukça küçük olduğunu fark ettiğinizde? Limewire’ı, Netflix kullanmak yerine CD kiralama günlerini veya haberleşmek için MSN kullandığınız günleri anımsadığınızda...
Yıllar geçiyor, yeni nesiller geliyor. Z kuşağını bırakın, Alfa kuşağı sosyal medyayı domine ediyor, trendleri belirliyor, markaların hedefi haline geliyor. Peki ya biz, milenyum kuşağına ne oluyor? Biz, belki de önceki nesillerin hiç hissetmediği kadar yaşlanmış ve dışlanmış hissediyoruz. Ve bunun için bir terim bile var: millenapause. Menopoz ile milenyum kelimelerinin karışımıyla ortaya çıkmış bu terim, içinde bulunduğumuz bu hali gayet güzel yansıtıyor. En büyüklerinin yaşı 28 olan Z kuşağı, kendilerinden sadece birkaç yaş büyük olan Milenyum kuşağını ti’ye alıyor. Yaşıtlarının domine ettiği TikTok’ta bir önceki kuşakla alay eden ve onları modası geçmiş bulan Z kuşağı, Milenyum kuşağının yaptıklarına isim bile takıyor: millennial cringe. Bu terim, utanç verici anlamına gelen “cringe” kelimesinin “millennial” kelimesiyle birleşmesiyle “Milenyum kuşağının yaptığı utanç verici davranışları” betimlemek için kullanılıyor. Kahveye, bitkilere ve Harry Potter’a olan düşkünlük Z kuşağının millennial cringe olarak adlandırdıklarından sadece birkaçı. Instagram’da filtreli paylaşım yapmak mı? Millennial cringe. Skinny jeans? Cringe. Peki ya avokado tostu? Kesinlikle millennial cringe. Yerini kablolu kulaklıklara bırakan AirPod’ları veya tahtını kullan-at kameralara bırakan polaroid kameraları kullanıyorsanız, evet, üzgünüz, siz de “millennial cringe”siniz.
TikTok’ta, Instagram’da veya Youtube’a çektiğiniz bir videoya duraklayarak başlarsanız yandınız. Z kuşağı tarafından “millennial pause” yani, Milenyum duraksaması olarak adlandırılan bu fenomen, yeni kuşağın en çok alay ettiği özelliklerimizden. Özellikle kuşaklar üzerindeki çalışmalarıyla ünlenmiş araştırmacı-yazar Evrim Kuran millennial pause’u şöyle özetliyor: “İki ayrı genç kuşaktan en genç olanın bu sarkastik eleştirisi en güncel teknolojik aletlerde es vermeye gerek olmadan kayıt yapılabildiğini ama Milenyum kuşağının artık yaşlandığını ve en yeni teknolojiye uyum sağlamakta zorlandığını anlatıyor.” Z kuşağının bu görüşünü ofansif mizah tadında bir genelleme olarak gören Kuran, bu genellemeyi haksız bulduğunu da sözlerine ekliyor.
TikTok, Z kuşağı ile Milenyum kuşağını karşılaştıran videolar ile dolu. Aralarında birbirlerini görmemeleri için bir duvar bulunan Z kuşağı ve Milenyum kuşağına birtakım görevler veriliyor. Elleriyle kalp figürü yapmaları, gözlüklerini çıkarma biçimleri ve selfie çekme şekilleriyle hangi jenerasyondan olduklarını belli eden iki grup ortaya oldukça eğlenceli bir video çıkarsa dahi her video maalesef böyle değil. Geçtiğimiz ekim ayında JimmyCocoaPuffs adlı TikTok kullanıcısı Milenyum kuşağı üyelerinin çektiği birkaç videonun 1-2 saniyelik kesitlerini arka arkaya ekleyerek kaotik bir montaj oluşturdu ve bunu millennial core olarak adlandırdı. Evet, millennial cringe Z kuşağının bizimle alay etmek için ürettiği tek terim değil. Bir de millennial core terimi var. Cottagecore, barbiecore, gorpcore gibi terimlerde olduğu gibi millennial core da Milenyum kuşağına özgü davranışları ve stili anlatıyor. Bir başka videoda milenyallerin yaptığı restoran yorumu videolarıyla dalga geçilirken bir diğerinde bu kuşağın kendilerini çılgın sanması, ama hiç de öyle olmadığı anlatılıyor. Milenyum kuşağı bütün bu aşağılamaların altında kalmıyor. Erin Elise, TikTok ismiyle mindingmytime, bunlara karşılık çektiği videoda “Neden bize takıntılısınız?” diye soruyor ve bir metafor ekliyor: “Biz Walkman kullanmasaydık, siz ve Alfa kuşağı Spotify’a sahip olamazdınız.”
Z kuşağı bizi anlatmak için millennial cringe ve millennialcore terimlerinin yanı sıra 2010’larda kalmış, demode anlamına “cheugy” kelimesini de kullanıyor. Cheugy olmaktan kaçmak mı istiyorsunuz? Milenyum kuşağının kadınların iş hayatındaki başarılarını takdir etmek için kullandığı #girlboss hashtag’ini kullanmamanızı öneririm. İçtiğiniz kahvenin köpüğü üzerindeki kalp figürünü Instagram’da mı paylaşacaksınız? Bence bir daha düşünün. YOLO? Hell no.
Biz Milenyum kuşağı ise Z kuşağını merak ediyoruz. Düşünce biçimlerini, lugatlarını öğrenmek için çaba harcıyoruz. Milenyum kuşağının en sık kullandığı web sitelerinden BuzzFeed’de bahsi geçen TikTok videosunda Bailey Henry isimli kullanıcı Z kuşağı üyesi stajyerinden öğrendiklerini paylaşıyor. Henry videoda Z kuşağının Golden Goose giyenler ve Air Force 1 giyenler takımı olarak ayrıldığından, sık kullandıkları yeni kelimelerden ve Snapchat’e olan düşkünlüklerinden bahsediyor. Sanki iki jenerasyon farklı dünyalardan geliyormuşçasına Milenyum kuşağı üyeleri Z kuşağını anlamak için kılavuzlar paylaşıyor.
Başta moda ve güzellik markaları olmak üzere neredeyse bütün markalar odaklarını bizden alıp Z kuşağına yönlendiriyor. Eskiden Milenyum kuşağının ilgisini çekmek için verilen taktikler şimdi radarını Z kuşağına çeviriyor. Yeni açılan kafeler artık bizim dikkatimizi çekmek için “milenyum pembesi”ne boyanmak yerine Z kuşağının estetiğini yakalamaya çalışıyor. Milenyum kuşağı olarak markaların bizi unuttuğunu, önemsemediğini hissediyoruz. Google’da “Z kuşağına nasıl ulaşılır?” sorusunu arattığımızda 154 milyon sonuç çıkarken, bu sayı hedef Milenyaller olunca sadece 46 milyon.
Milenyum kuşağı olarak artan yaşlanma fobimizin en büyük sebeplerinden biri de aynı bozulan beden algıları ve sonucunda artan yeme bozuklukları gibi, medya. Ageism olarak da adlandırılan bireye yaşından yola çıkarak yapılan ayrımcılık tam da biz Milenyum kuşağının büyüdüğü yıllarda ortaya çıkıyor. Günümüzden 11 yıl önce kurulan Medyada Yaş Ayrımcılığı isimli kâr amacı gütmeyen organizasyonun 2021’de yayımladığı yazıda David Gittins Hollywood’daki yaş ayrımcılığının hiç olmadığı kadar yaygın olduğunu söylüyor. Evet, belki burada bahsi geçen yaş aralığı Milenyum kuşağının yaş aralığı olan 28 ila 50 arası değil, ama bu kültürle büyüyen nesil olarak yaşlandığımızda ayrımcılık yaşayacağımıza olan korku dolayısıyla hayli fazla.
Televizyon, gazete ve sosyal medya gibi kanallarda ne kadar çok anti-aging, yani yaşlanma karşıtı kelimesini duyduğunuzu hiç düşündünüz mü? Google’da anti-aging kelimesini aratınca tam 408 milyon sonuç çıkıyor karşımıza. Yaşlı, haliyle yüzü kırışıklıklarla dolu kadınlar ekranlarımızda acınması gereken kişiler olarak beliriyor ve bir kozmetik markasının yeni anti-aging ürününü kullanarak bir anda gençleşiveriyor, arzu duyulan bir hale geliyor. Google’da yaşlanma karşıtı ürünlerin reklamlarını aratın. Posterin bir yarısı yaşlı ve mutsuz bir surata sahipken diğer yarısı ürünler kullanıldıktan sonra, genç bir yüze sahip ve gülümsüyor. Milenyum kuşağı olarak küçük yaştan itibaren maruz kaldığımız bu reklamlar bize yaşlanmanın kaçınılması gerektiği fikrini aşılıyor. Sanki yaşlanmak bir felaket ve kozmetik firmaları bizi kurtarmak için buradalar.
Halbuki durum çok farklı. Kozmetik firmaları bizim yaşlanma korkumuz üzerinden geçimlerini sağlıyor. Statista’nın araştırmasına göre anti-aging ürünler pazarının 2027’de 93 milyar dolar değere ulaşması bekleniyor. Sadece kozmetik ürünler değil, kozmetik işlemler de bizlerin yaşlanma korkusundan besleniyor. Kolajen enjekteleri, lazer işlemleri, facelift, dolgu, mezoterapi ve daha nicesi... Her sene yeni bir işlem çıkıyor, yaptırmazsak eksik kalacağımız hissettiriliyor. Bu işlemlerden en çok kullanılanlardan biri, Botox. Gitnux’un yaptığı pazar araştırmasına göre Botox işlemi 2000 yılından 2020’ye tam yüzde 380 artıyor. Aynı araştırmaya göre Amerikalı estetik doktorları yüzde 53’ü 30 yaş ve altı Botox isteklerinde artış olduğunu belirtiyor.
Medyanın yaşlanma karşıtı ürünlerini satabilmek için bize yaşlanma korkusu aşılamasına güzel bir örnek Jessica Defino’nun deneyiminde saklı. Bu ürünlere karşı olan yazar, ünlü bir isim tarafından podcast konuğu olarak davet ediliyor. Podcast’e katıldığında bu ünlü ismin yakında bir cilt bakım ve güzellik markası çıkaracağından haberdar olmadığını belirten Defino, bu konudaki memnuniyetsizliğini belirtince bölüm yayımlanmıyor. Ama Defino, röportajı okuyucularıyla Substack hesabında paylaşıyor. Yaşlanma karşıtı ürün ve işlemlerin bir sağlık ihtiyacı olmadığını, sadece estetik tercihleri olduğunu belirten Defino, bunu kapitalizmin bize dayattığı bir başka standart olarak görüyor. Röportaj sırasında Defino’ya yaşlanma karşıtı ürünlerin hedeflediği kitlenin yaş aralığının son zamanlardaki değişimi soruluyor. Defino, yakın zamanda bir kozmetik firmasının 20 ila 30 yaş aralığını hedeflediğini ve firma sahibinin son zamanlarda bu yaş grubundan ilgi gördüğünü belirttiğini söylüyor.
Onca reklam, gerek ünlülerden, gerek influencer’lardan gördüğümüz onca işlem ve medyada çıkan onca “Nasıl daha genç görünebilirsiniz?” başlıklı yazı daha hayatımızın baharındayken bizi strese sokuyor ve yaşlanma korkusu aşılıyor.
Biz Milenyum kuşağının yaşlanmaktan, daha doğrusu yaş almaktan bu kadar korkmamızın sebeplerinden biri de ekonomi. Nisan sayımızda bahsettiğimiz “doom spending” trendi, ekonomik krizler, savaşlar ve pandemi gören biz Milenyum kuşağının yaşadığı ekonomik kaygıların en büyük göstergesi. Doom spending, ekonomik güvencenin olmadığı ve geleceğe yönelik kaygıların yüksek olduğu durumlarda bütçe planlaması yapılması gerekirken aksine fütursuzca harcama yaptığımız durumu anlatmak için yaratılmış bir terim.
Sadece Milenyum kuşağının değil, Z kuşağının da mustarip olduğu bu paradoksal durum, birçok kişiye mantıksız gelse dahi açıklaması anlaşılabilir olduğu kadar da kaygı verici. Örneğin bundan 30 ila 40 sene önce 30’lu yaşlarında ev almak normal ve çoğunluğun erişebildiği bir dönüm noktası iken şimdilerde aynı yaşta birçok kişi için ev almak neredeyse bir hayal olarak kalmaya mahkum.
The Guardian’da yakın zamanda yayımlanan bir yazıda İngiltere’de ev almak isteyen Milenyum kuşağının bu arzusundan vazgeçtiği, onun yerine ailelerinin yanına taşındığı anlatılıyor. İngiltere’de yaşayan yazar, durumu Ross Gardner’ın hikayesini üzerinden anlatıyor. En iyi okullarda lisans ve yüksek lisans yaptıktan sonra en başarılı yayın şirketlerinde çalışan Gardner, yıllar sonra Londra’da bir ev alabilecek duruma geliyor. Yaşıtlarının birçoğunun hayalini gerçekleştiren Gardner’ın yaşadığı gurur ve mutluluk duygularını panik duygusu bastırıyor: “Ev alabildiğim için minnettar değilmişim gibi algılanmak istemem, ama evime ilk adımımı attığımda içimi bir korku sardı. Bu evin mortgage ödemelerini tamamlayabilmek için daha uzun senelerce sevmediğim işimde çalışmam gerektiğini fark ettim.”
Bu, çocuk sahibi olmak için de geçerli. Özellikle evliyseniz veya bir partneriniz varsa sıklıkla “Ne zaman çocuk sahibi olacaksınız?” sorularını işitiyorsunuzdur. Çocuk sahibi olmak isteyen ama ekonomik kaygı yüzünden sahip olamayan Milenyum kuşağı, özellikle de kadınlar üzerindeki biyolojik saatin baskısıyla 30’lu yaşlardan sonra çocuk sahibi olmadığı takdirde geri kalıyormuş hissediyor. Panik oluyor, yaş almak onu daha da korkutur hale geliyor.
Bizden önceki kuşakların bizim olduğumuz yaşta ulaştığı dönüm noktalarına çalkantılı ekonomi yüzünden ulaşamamış olmamız bizi onlar yerine kendimizce başka dönüm noktalarına itiyor. Lüks marka çantalar alıyoruz, uzun seyahatlere çıkıyoruz, çünkü ancak bunları karşılayabiliyoruz. Uzun saatler çalışmamızı, oradan oraya koşturmamızı ancak bu şekilde ödüllendirebiliyoruz.
Günümüzdeki ekonomik durum, Gardner ve onun gibi birçok Milenyali geri kalmışlık hissine sürüklüyor. Dünyayı değiştireceğine inanılan biz Milenyum kuşağı sanki bunu başaramamış gibi hissediyor, kendimizi yetersiz görüyoruz. Yaşlanmaktan korkuyoruz, çünkü sahip olmamız gerekenlere sahip olamamış, ulaşmamız gerekenlere ulaşamamış gibi hissediyoruz. Kendimizi bizden beklenenenleri gerçekleştiremeyen, başarısız bireyler olarak görüyoruz. Çok çalışıyoruz, karşılığını alamıyoruz. Ve bunu kendimize yediremiyoruz. Tam da bu sebeplerden dolayı millenapause yaşıyoruz. Kötü haber şu ki bizim yaşadıklarımızı Z kuşağı çok daha ağır yaşayacak gibi görünüyor. İyi haber ise bunu değiştirmek bizim elimizde. Kendimize izin verelim. Her trendi takip etmeye çalışmaktan vazgeçelim, son derece doğal olan kırışıklıklarımızla barışalım, çevremizin bizden beklentilerine göre yaşamayalım.