Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Ayakların yeri hiç görmemişse gerçekten yükselmiş sayılır mısın? Yer derken, düşük bir seviye veya zorlu şartlardan bahsetmeye gerek bile yokken. “Yerle bir” olmak Türkçe’de yıkılmış olmak gibi bir anlama gelirken Kerem Bürsin karşıma oturup bu deyimin tanımını değiştiriyor: Yerle, yani ayaklarımızın bastığı dünyayla bir, oraya bağlı ve orası kadar gerçek olmak.
Ayakların yeri hiç görmemişse gerçekten yükselmiş sayılır mısın? Yer derken, düşük bir seviye veya zorlu şartlardan bahsetmeye gerek bile yokken. “Yerle bir” olmak Türkçe’de yıkılmış olmak gibi bir anlama gelirken Kerem Bürsin karşıma oturup bu deyimin tanımını değiştiriyor: Yerle, yani ayaklarımızın bastığı dünyayla bir, oraya bağlı ve orası kadar gerçek olmak.
Resmen dört döndüm. Kerem Bürsin ile yaptığımız söyleşinin bittiği ve benim Beykoz Kundura Fabrikası’nda onunla buluştuğumuz karavandan indiğim an yerimde kıvranmaya başladım. Bu güzel adamın söylediği önemli şeyleri ve onun kalpten savunduklarını burada nasıl anlatacağımın sancısı başladı. Başlıkları yazdım yazdım sildim. Sonra benim onun hakkındaki izlenimlerimi boş vereyim ve sadece onun söylediği şeyleri buraya yazayım dedim ama o da konuyu eksik bırakmak olurdu, zira o yaptığı iyi şeyleri söylemeyecek kadar alçakgönüllü. Saatlerce yazının spot cümlesi üzerinde oynadım. Çünkü en çok da onu tanımlayamadım. Zira bu beyefendi de hayatın kendisi gibi. Tanımlaması zor. Çok sofistike ve hayatın farklı konuları için başka türlü duruş ve görüşleri var. Ama hep dürüst. Hem kendine hem de hayata karşı. Röportaj süresi boyunca vücudu, ruhu ve zihni her ana mert şekilde cevap veriyor. Onunla dizi setinde buluştuğumuzda söyleşi aralarında bazı sahneleri çekmek için yanımdan gidip sonra geri gelmek zorunda kaldı. Onu o gün toplamda üç kere gördüm, ilki set başlamadan ve iki kez de set arasında. Yanımdan ayrılıp gittiğinde o sahneleri oynarken orada neler yaşandığı, onun kendi içinde neler yaşadığı hakkında hiçbir fikrim yok. Ama geri gelip her karşıma oturduğunda karşımda Kerem’in başka bir tarafı vardı. O hâlâ aynı kişiydi ama ben her seferinde onun karakterinin başka bir yanıyla karşılaşıyordum. O profesyonel bir oyuncuydu ve oynadığı karakterle kendisi arasındaki ilişkiyi en iyi şekilde yönetiyordu. Ancak farklı anlar sonrasında onun üzerinde doğal olarak kalan farklı enerjileri hissetmemek mümkün değildi. Başka bir zamanda ve yerde olsaydık belki onun farklı hâllerini deneyimlemem için onunla uzun saatler geçirmem gerekirdi ama oyunculuk mesleği ve bu set bize bu şansı veriyordu. Ve onun da hemfikir olduğu üzere oyunculuk insana, hayata dair birçok şans veriyor. Kerem heyecanla anlatıyor: “Dört bin kişilik bir sahnede oynuyordum. 17 yaşındaydım ve lisemizin içinde olduğu bir yarışmada ülke kategorisine yükselmiş, kocaman bir salonda binlerce kişiye oynama şansı yakalamıştık. Ama ben o oyunu oynadığımız iki saat boyunca o salonda değildim. O oyunun dünyasındaydım. Ben hikayede kaptandım ve oradaki binlerce kişiden bağımsız, o geminin üzerinde, o oyunun evrenindeydim. Evet, bunu çocukken yapıyorduk ama bu meslek sayesinde hâlâ yapabiliyor olmamız harika bir şey.”
Eğer bu yazının başlığını okuyorsanız Türkçe’de “yerle bir” olmak deyimine resmi olarak pozitif bir anlam kazandırmışız demektir. Kabul edelim, “Yerle Bir” başlığı “Jön Gibi Jön”, “Cool ve Akıllı” veya “Kerem’e Varmak” gibi başlıklarda olduğu gibi ilk bakışta öylesine pozitif bir anlam uyandırmayabiliyor. Söyleşi esnasında biz Kerem’in önemsediği konuları konuşurken, Kerem bir anda “yerle bir olmak lazım” cümlesini öyle yumuşak bir şekilde söylüyor ki, ona çaktırmadan Türk Dil Kurumu sözlüğünü açıyorum, acaba ‘yerle bir olmak’ deyimi ayakları yere basmak, hayatı her hâliyle hissedebilmek ve farkında olmak gibi anlamlara da mı sahip diye…
Bazı şeyleri tek başımıza yapamayız. Kerem de bazı şeylerin tek başına yapılamayacağına inanıyor ve bu kolektif bakışını şöyle özetliyor: “Şu kişi yapsın demek veya sorumluluğu tek bir kişinin üzerine yüklemek kolay. Mesela plastik tüketmeyin demek var ama o zaman sen de plastik üretme. 2012’de iki ay Çin’de yaşadım, orada marketlerde poşet yoktu. Yarın marketlerde plastik torba olmasa buna alışacağız. Pandemide birçok şeye alıştık mesela. Bu bir zincir ve bunu kırmamız lazım artık. İnsanlar yapsın demek var; ama devlet, kurum ve şirketler de bir şey yapmalı, insanlar bunu tek başına yapamaz.” Benim demek istediğim de biraz bu, birileri bana yardım etmeli ki beraber Türk Dil Kurumu’nu da “yerle bir” deyimine yeni bir anlam ekleyebilmek için ikna edelim.
“Dünya sorunlarını dert eden, ataerkil sistemin karşısında duran, kadınların bu dünyada yaşadıklarına üzülen, dünyanın dengesizliğine sinirlenen, sorgulamayı seven bir insanım herhalde” diyor bütün mesleklerden ve unvanlardan bağımsız kim olduğunu sorduğumda. Ve bu dünyaya ve içinde olduğumuz yaşama dair şunları ekliyor: “Muazzam bir karmaşa burası; bir karma. Bir mucizenin içine düşmüş şanslı varlıklarız ama bunu çoğu zaman göremiyoruz. Bulunduğumuz ve hizmet ettiğimiz sistem, yaşam biçimimiz bize ve dünyaya çok iyi gelmiyor. Kendimize ve dünyaya çok fazla zarar veriyoruz. Yaratıcılığımız ve sanatımız inanılmaz ama yine de zarar veriyoruz. Neden bu dünyadayız sorusunun cevabını bilmiyorum ama illa ki bir görevimiz var. Şu an bir kriz var dünyada. Nasılsa şu kurum var, şu hayvanlar koruma altında demek kolay. Unutmayalım ki burası bizim evimiz, burası yoksa biz de yokuz. O yüzden hep beraber soralım: Esas dert ne? Devletler ve şirketler acil bir eylem zincirini hayata geçirmeli. 2030’a kadar zamanımız yok. Şimdi yapmamız gerekiyor. Kafa yapımız ve sistem bize zamanı şart koşuyor. O zaman; şimdi.”
Kadın ve doğa haklarının kalbine çok yakın olduğunu söylüyor. İklim krizini dert ediyor ve ekliyor: “Her yer yanıyor. Deniz bile yanıyor. Hâlâ fabrika atıkları etrafa saçılıyor. Uzaya gitmeyi konuşuyoruz, gidelim de buraya dair ne yapıyoruz şu an? Mis gibi bir dünyamız var. Uzayı başka bir amaç için kullanamaz mıyız? Bu çöpleri oraya atalım mesela? Bir ülke bir başka ülkenin çöplerini üstlenmesin mesela artık, belki buna bir çare olarak kullanalım uzayı, çöpleri orada saklamanın bir yolunu bulalım.” Kerem bu sorunları çözmeye giden yolun aktivizmle başladığına inanıyor. “Değişim toplumla başlıyor ve oy vermek yeterli değil. Sosyal medya sayesinde önemli konuları konuşmak için hızlı bir şekilde milyonlara ulaşabiliyorsun ama bir kötü yanı da ‘Ben paylaşım yaptım vazifem tamam’ anlayışı. Senin ‘orada’ olman, orada fiziksel olarak durman gerekiyor. Gerçek aktivizm bununla alakalı. Gerçek değişim bir dert uğruna ayaklanan insanlar sayesinde oldu.”
Konu sıkı savunuculuk yaptığı alanlardan bir diğeri olan kadın haklarına gelince hâlâ inanamayarak, isim ve mekan vermeden anlatıyor: “Bir kadın oyuncuyla iş yapacaktım. Ekipten biri ‘Zaten sen daha fazla kazanacaksın çünkü sen erkeksin’ dedi. Ve bunu söyleyen bir kadındı. Aynı işi yapan iki kişi arasında bu kabul edilebilir değil. Bu durum benim inançlarıma ve politikama karşı geldiğinde ben bu işin içinde yer almayacağım diyebiliyorum. Ama ben bunu öncelikli olduğum için yapabiliyorum. Oysaki her hayat önemlidir. Sadece bazı hayatlar değil. Sistem içinde öncelikli olduğun zaman diğer insanın nasıl hissettiğini bilmiyor olabilirsin. Ama ben senin için sesimi çıkaracağım ve çıkarmalıyım, hele de önceliğim varsa.”
Kerem’in üniversiteden beri bir yapım şirketi kurma hayali varmış. Şirketin şu anki logosu onun üniversitede bu hayali için çizdiği logo. Bu şirket herkesin hakkının yerine getirildiği bir platform. Bu konuda hemen ekliyor: “Hollywood neden herkesin telifini ödüyor? Çünkü ‘Sağ ol teşekkürler, bu iş senin sayende oldu’ demek gerekiyor. Bu bir ekip işi. Piyasa bu şekilde değişecek. Şu an bu şirket bünyesinde bir kadın yazar ve neredeyse tamamen kadınlardan oluşan bir kadroyla yeni bir projeye hazırlanıyoruz. Çünkü genelde ‘o adam’ var ve hikaye hep o adama hizmet ediyor. Yakın bir tarihte çekeceğimiz bu film kadın egemen olma özelliğiyle beni çok heyecanlandırıyor.”
O, birçok sorunun fotoğrafını kendi beyninde çoktan çekmiş ve şimdi o fotoğrafları hangi şekilde bastırıp nereye asacağını düşünüyor sanki. Mecazi anlam olmadan fotoğraf çekmek de sevdiği şeylerden biri, fakat bambaşka şekillerde kullanıyor bu tekniği. “Benim yaptığım bir şey var ve umuyorum ki böyledir; bunu kitaplardan, filmlerden de duyduk. Derler ya ölmeden önce hayatın gözlerinin önünden film şeridi gibi geçer. Bu doğruysa eğer, bazı yaşadığım anları ve hissettiklerimi gözlerimi kapatıp, ‘bu an o an, bunu kaydet ve son anlarında gör’ diyorum kendime. Beynimle bu tarz fotoğraflar çekiyorum.”
Bazı anları da hapsetmemek gerektiğine inanıyor. “Fotoğraf çekmek için yola çıkınca normalde görmediğin şeyleri de görüyorsun. Fotoğraf çekmek benim için topraklanma zamanı. ‘Ben’den çıkıyorum, ilgimi çeken şeye yöneliyorum. O diğer şeyin güzelliğini ve değerini görüyorum.” Diğer yandan da olaya ekrandan bakmanın gerçeklik kaybı yaratabileceğini düşünüyor. İzleyici olmanın ayrımına varmak gerektiğinin altını çiziyor. “Bir şiddet olayı sırasında onun videosunu çekebilen insanlar var. Orada neden araya girmedin? Olayı durdurabilecekken sen orada o videoyu çektin diye o insan iki dakika daha perişan oldu ve şiddet gördü mesela. Fotoğraf güzel veya kötü anlardan kopma anı yaratabilir.” Kerem’in bu kopmanın karşısında olduğunu söylemek yanlış olmaz. O bağlanmanın tarafında. “Los Angeles’daki o eski evimin önünden geçmek, beni güzel anlamda yerle bir ediyor. Çünkü yeri bilmen lazım. Bastığın zemini ve yeri bilmelisin her zaman. Bazen böyle bir dünyada yerden uzak kalabiliyorsun, o bana göre değil. O yerle bağlantıda olmalısın. O yüzden benim için hâlâ oyunculuk seçmelerine girmek güzel mesela.”
Yere bağlanmak kadar önem verdiği bir başka şey de kendine ve karşısındakine bağlanmak: “Beynimizi ve vücudumuzu çok az tanıyoruz. Sana ne iyi geliyor bunu biliyor musun? ‘Yapmak zorundayım çünkü ne derler’. Yahu, sen ne diyorsun? Önemli olan o. Sen yok olduğunda diğer şeyler de yok. Hayatta en önemli dediğin şeyler bile. Bu bencillik değil. Sen kendini bil ve anla ki diğerlerini de anlayabil ve onlara değer verebil.” O, sevginin tanımını da bir bakıma böyle yapıyor, koşulsuz bir bağlanmayla. “Sevmek kabul etmektir bence. Çok basit aslında. Ego vesaire yok. Sevgi karşındakini olduğu gibi kabul edebilmekle alakalı. Eğer bu bakış açısındaysak sevgi bizi sorunlardan da kurtarabilir. Ve böylece bir şeyleri değiştirebiliriz. ‘Bu yaptığım şey, sevdiğim dünyaya veya kişiye zarar veriyor’ diyebiliyorsan mesela… Seviyorsan yapıcı olmaya başlarsın. Önemsersin. Kendi çıkarların için karşındakine zarar vermezsin.”
O, yerle bir, yerle bağlantıda olmayı tercih ettiği için sorunları da görüyor, onları hissediyor ve onları savunuyor. Zaten yer yüksek olmayan bir mekan değil. Kerem’in TDK sözlüğünde yazan “yerle bir olmak” deyimiyle bir alakası yok ama öyle bir duruma gelse bile o bununla bir sorun yaşamazdı. “Yardım almak, içinde bulunduğumuz toplumda zayıflık olarak görülebiliyor. Halbuki yardım istemek ve bilmiyorum demek güzel şeyler” diye ekliyor.
Başta da söylediğim sebeplerden söyleşi biterken biraz sağlama yapmak istiyorum, en çok da belki Kerem bana yardımcı olur diye. Karavanın kapısı çalınıp, “Kerem Bey’in sahnesi başlıyor, gömleğini giydirelim mi?”yi duyduğum an bunun son şansım olduğunu hissedip atılıyorum. “Kerem, sen bu söyleşiyi seninle yapacak olsaydın, sana ne sorardın?” diyorum. Düşünmeden cevap veriyor: “Nasılsın? Çünkü bu öylesine bir soru değildir. Önem verdiğini hissettiriyorsun karşındakine. Dolayısıyla da kendine.”
Kerem ile vedalaşıp karavandan çıkarken oracıkta bir kaykay görüyorum. Sanıyorum onun kaykayı. İçimden şöyle bir cümle geçiyor; yerle bir olmasak da yerle temasta olmak, yere paralel gitmek. Onun gibi başarılarınla “yüksekte” bile olsan yerle bir olabilmek.