Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Bir obsesyon düşünün ki, sağlıklı olmak uğruna sağlıktan eden, besİn dedektifine dönüştüren, eşe dosta yaka silktiren, asosyalleştiren... Ortoreksiya nervoza tam da böyle, sosyal medyanın mükemmellİk takıntısıyla depreşen bir zamane hastalığı işte. Vogue Türkiye güzellik direktörü Zeynep Akdoğan,vakası bol salgına karşı bir farkındalık dersine çağırıyor.
Portland’da bir restoranda garsonluk yapan Dana, menüdeki tavukla ilgili müşterilerin soru yağmuruna tutulur.
- Bize tavuktan bahseder misiniz biraz?
- Tabii. Koyun sütü, soya ve fındıkla beslenen, ormanlık alanda yetiştirilen bir tavuk bu.
- Yerli mi?
- Kesinlikle yerli.
- Tarım Bakanlığı'nın, Portland'ın, Oregon'un organik ürün yasalarına uygun mu?
- Hepten organik.
- Yediği fındıklar da yerli mi?
- Elbette.
- Peki serbestçe dolaşabildiği alanın metrekaresi?
- Dört dönüm.
Baktı ki sipariş alamayacak, bir dakika müsaade ister Dana ve elinde kalın bir dosyayla dönerek “İşte bu gece yiyeceğiniz tavuk” der. “Adı Colin. Bunlar da evrakları.” Colin’in sözüm ona tavuk dostlarından çiftlik sahiplerinin siciline kadar uzanan ıncık cıncık soruların ardından müşterilerin çiftliği bizzat kontrol etmeye gitmesiyle sona eren bu skeç, Fred Armisen’ın Portlandia adlı komedi serisinden (derin bir oh çektiğinizi duyar gibiyiz). Senaryo tanıdık mı?
Ortoreksiya nervoza (ON), 1997 yılında Amerikalı doktor Steven Bratman tarafından ortaya atılmış bir terim. Yunanca’da ‘doğru’ anlamına gelen ortho ve ‘iştah’ anlamına gelen orexi kelimelerinden oluşuyor. Meali, tıpkı az önce verdiğimiz örnekteki gibi, temiz besinlerle ultra sağlıklı yeme takıntısı. Hayatta yalnızca vücuduna giren yiyeceklerin kalitesiyle ilgilenen, beslenme biçimini gerçekten ‘saf’ olduğuna inandığı besinlere göre rafine eden ve sıkıca kısıtlayan bireyler” diyor Ursula Philpot, ON’lu bireyler için. İngiliz Diyetetik Derneği başkanı ve Leeds Metropolitan Üniversitesi öğretim görevlisine göre bu beslenme bozukluğunu anoreksiya nervoza veya bulimiya nervoza ile ayrıştıran unsur, hastaların yemeğin miktarından ziyade besin kalitesine odaklanması.
Bratman’ın 2016 yılında yayımladığı bir makaleye göre tanı kriteri çok. Yiyecek seçimi, planlaması, satın alınması, hazırlanması ve tüketimine takıntılı bir biçimde odaklanma; yiyecekleri keyiften ziyade öncelikle sağlık kaynağı olarak görme ve yasak kabul edilen yiyeceklerden iğrenme, belirtiler listesinin başında gelenler. Diğerleriyse yanlış inanç sistemleri, yargılama eğilimleri ve özgüvensizlikle doğru orantılı. Beslenme biçiminin sağlığımızı etkileyen belki de en önemli etkenlerden biri olduğu bilimsel bir gerçek. Ancak ON’lu bireyler belirli yiyeceklerin beslenmeye dahil edilmesinin veya elimine edilmesinin hastalıkları önlemekle kalmayıp tamamen iyileştirebileceğine dair abartılı inançlara sahip. Sözde kötü gıdaların yokluğunda yetersiz beslenildiğine, zafiyet kanıtlarını dahi göz ardı edebilecek kadar kör bir inançtan bahsediyoruz. ON’dan mustariplerin öz imajı da sallantıda; kilodan ziyade ‘safsızlık’ duygusu bunu zedeliyor. Sağlıksız saydığı bir yemek tükettiğinde kendini acımasızca yargılayan ON’lu birey, insanları da beslenme biçimleriyle yargılamaya müsait oluyor haliyle.
Belirtileri bol olsa da etiyolojisi belirsiz, değerlendirme araçları şaibeli ve dolayısıyla resmi olarak tanımlanmamış bir beslenme bozukluğu bu. Anlaşılması güç olduğundan tanısı da henüz klinik bir düzlemden öteye geçemiyor. ON’a dair net bir tez varsa, o da kontrol eylemiyle ilişkili obsesif-kompulsif bozukluğun gıda merkezli bir tezahürü olduğu. Üstelik düşündüğünüzden de yaygın.
“Ne alırsınız?” sorusuna burun kıvıranlar, menüyü didik didik edenler, restoran deneyiminin içine turp sıkanlar var mı sizin de hayatınızda? Matematiksel formüllerle smoothie yapanlara maruz kaldınız mı örneğin? Ya da yemek beğenmediğinden aç acına karşınızda oturup yediklerinizi yargılayanlar oldu mu? Hayır mı? Hiç değilse sabahın köründe tekerleme minvalinde bir Starbucks siparişi yüzünden işe geç kalmışlığınız vardır mutlaka. (Badem sütlü, şurupsuz, bir ölçek matcha’lı, iki pompa şekersiz vanilyalı, bir tutam tarçınlı, sıcaklığı 55 dereceyi aşmayan yeşil çay latte’lerin meme’lere dönüşen yüzlerce örneği var Reddit’te.)
Belki resmi değil ama kabul edin ki tanıya muktedir örnekler bunlar. Yargılamamak gerek; çünkü ortoreksiyalılar aramızda. Yaşadığımız dijital çağda durmaksızın buna özendiriyor, özendiriliyoruz. Sağlık konularına ilgi duyanlar; Instagram’ın keşfet sektesinde sabah ritüelim etiketli içeriklerle bombardımana tutulmuştur şüphesiz. Önce detoks suyu, sonra badem sütlü smoothie, ardından karabuğday salatası, avuç dolusu vitamin ve göbekten enjekte edilen NAD+ takviyeleri. Her gün aynı döngü, aynı hikaye, aynı rutin. Böyle yaşayan kaç kişiyiz sahi?
Bu trend pandemiden sonra zirve yaptı. Glutensiz, şekersiz, süt ürünsüz beslenme biçimini anlata anlata bitiremeyenlerle doldu etrafımız. Sağda solda bitki bazlı beslenen ve bundan böbürlenen öyle çok insan var ki, onları dinlemekten ruhumuz yeşerdi. Sağlıklı beslenmek elbet güzel ve takdire şayan bir yaşam prensibi, ta ki bir obsesyona dönüşüp pekiştirmeyi hedeflediği sağlığın kendisinden edene kadar. Zira algıda seçicilik ON’da çok baskın. Açlıktan ölecek olsa da organik besin dışında tek lokma yememeye yeminli olanlar, her paketin etiketini dedektif gibi inceleyenler, bilinçli tüketim kisvesi altında bilinç kaybına kurban gidiyor. Beslenme biçiminin dengeli bir yaşamdan üstün tutulduğu bu beslenme bozuklukluğunda yeme eylemi, fiziksel bir ihtiyaçtan çok öte, kimlik ve öz saygıya eşdeğer görülüyor.
Vitamin eksikliği, yorgunluk, düşük bağışıklık, ON’un fiziksel yankıları. Yalnızlıksa, ruhsal ve dolaylı zihinsel etkilerinden. Ortoreksiyalılar için sağlıklı beslenmek bir tercih değil neredeyse dini bir ritüel, bir nevi erdem kabul edildiğinden, insanları sinsice sosyal izolasyona itebiliyor. Dahası, “zararlı” yiyeceklerden kaçınmanın, onları “yasaklı” kabul etmenin yaşam kalitesini düşürüp insanı kendine yabancılaştırması da mümkün. Her yemeğin içeriğini, kalitesini ve doğallığını kontrol ettiğinizi düşünün. Hayatı zindan eden bu saplantı kontrol altına alınmadığında geri dönülmez yollara saptırabiliyor insanı. Ortoreksiya nervoza rahatsızlığına tanı koyan Bratman’a göre besin kısıtlamaları paradoksal olarak anksiyeteye, doğal ve sezgisel bir şekilde yemek yeme yetisinin kaybına, diğer sağlıklı insan faaliyetlerine ilginin azalmasına, nadir durumlarda zafiyete hatta ölüme bile yol açabiliyor.
Tedavisine gelince… ON hafif ve normal seyirdeyse standart psikoterapiler, patolojik boyuttaysa derinlikli psikolojik destek şart. Bilişsel davranışçı terapi (CBT), örneğin, sağlıklı yiyecek ve sağlıklı beslenme kavramlarını masaya yatırarak katı düşüncelerin yeniden yapılandırmasında etkisi kanıtlanmış bir yöntem. Bir diğeri, sağlıklı beslenmenin de dengeli olması gerektiğini anlamak üzere beslenme uzmanlarından yardım almak. Elbette ideali, iş bu raddeye gelmeden yoldan dönmek. Kendinizi test edin. Zararlı-zararsız her şeyi bir terminatör gibi tabağından elimine eden, pizza teklifine “Asla yemem!” diyenlere de özenmeyin; zira karşınızda ortoreksiyadan mustarip biri var muhtemelen. Siz siz olun; kusursuz beslenme paylaşımlarına ihtimam etmeyi de, chia tohumunu da bir kenara bırakın ve sağlığı bir takıntıya dönüştürmeye değil, hayatla dengelemeye bakın.