Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Yirmi beş yıl gecikmeli olarak Sex and the City’nin 1. sezonunu izledikten sonra edindiğim düşüncelerim.
İkonik dizi Sex and the City’yi zamanında izleyemedim, çünkü ilk bölümü 1998'de yayınlandığında henüz bir bebek bile değildim. Şimdi yetişkin bir birey olarak, aslında Sex and the City’ye başlamayı bir şekilde bilinçaltımda erteliyorum, çünkü o diziyi izlemeye başladığımda tamamen takıntılı hale gelip iki haftada bir solukta bitireceğimden korkuyordum. Ama 25. yıl dönümünü kutlamak için, bu klasik diziyi Z kuşağına mensup biri olarakVogue için ilk kez izleyerek değerlendirmem istendi. Bu da demek oluyor ki artık kaçışım kalmadı. Nihayetinde, bu kadar heyecanla konuşulan şeyin ne olduğunu öğrenmeye karar verdim: Modadan keyif almak, New York hayallerimi bu dört kadının gözünden yaşamak, Carrie, Miranda, Samantha ya da Charlotte olup olmadığımı öğrenmek… (Spoiler: Hiçbiri değilim!) İşte Sex and the City’nin 1. sezonunu izledikten sonra edindiğim düşüncelerim.
Büyük şehirde yaşayan ayakkabı bağımlısı bir gazeteci. Onunla empati kurabiliyorum. Ancak, köşe yazılarında çıkardığı sonuçların çoğuna katılmıyorum. Carrie'nin bazı erkeklerin neden sadece modellerle çıktığını araştırdığı 2. bölümü (Models and Mortals) ele alalım. Modelleri utandırıyor ve gerçek işleri olmayan “aptallar” olduklarını ima ediyor. (Samantha'dan alıntı yapıyorum: “Bir sürü adamla çıktım ve bana modeller kadar güzel olduğumu söylüyorlar ama ben geçimimi çalışarak sağlıyorum.”) Dört kadının da bu şekilde “pick-me girl” (erkek onayı için sürekli olarak “diğer kızlar gibi olmayan” kadın olma çabası) olarak çıkması da ayrı bir mesele. Carrie’nin yazısının erkeklere odaklanmak yerine kadınlara yönelmesi gerekirdi. Modeller neden bu ortalama erkeklerle çıkıyorlar? Peki bu adamlar nasıl modellerle birlikte olabiliyorlar?
Şimdi, ben 2000'lerin başında NYC vatandaşı değildim ama eminim ki o dönemde, tıpkı şimdi olduğu gibi, dünya üzerindeki en çeşitli yerlerden biriydi. 1990 ve 2000 yıllarındaki New York City nüfus sayımı verilerine göre, şehrin nüfusunun yüzde 56,8’i etnik açıdan çeşitliydi ve yüzde 25,2'si Siyah/Afrikalı Amerikalı olarak tanımlanıyordu. Birinci sezon boyunca saydığımda, yalnızca yedi tane farklı ırktan karakter gördüm; bunların hepsi de küçük, tek cümlelik rollerdeydi.
O kimseye ait değil ve bunu her seferinde kanıtlıyor. 2023'te, üçüncü (ve dördüncü) dalga feminizminin etkisi altında bu diziyi izlerken, Samantha'nın rahat tavırları o kadar da radikal gelmedi. Seks ve ilişkilerle ilgili kayıtsız tutumu, şimdi o kadar sıradan ki, gözümü bile kırpmadım. Yine de gerçekten zamanının ilerisindeydi, kendime sürekli olarak bu dizinin 1998'de yayınlanmaya başladığını hatırlatmak zorunda kaldım. O zamanlar, açık ilişkiler ve bir gecelik ilişkiler hala oldukça tabu sayılıyordu. Bir tarafta, mükemmel banliyö, çekirdek aile fikrine bayılan ve buna karşı çıkan herkesi yargılayan Charlotte var; diğer tarafta ise Samantha, toplumsal beklentilere aldırmadan, istediğiyle yatmakta hiçbir sakınca görmeyen ve bunu gururla yapan bir karakter. Favori anlarımdan biri, “Bebeğim Yok” partisi oldu. Bu, çocuk sahibi olmama kararını sahiplenmesinin harika bir örneğiydi.
Carrie'nin onunla olan ilişkisini, sıcak-soğuk gidişatını heyecan verici bulmuyorum; aksine sıkıcı. Hiçbir zaman nasıl hissettiğini açıkça söylemiyor ve açıklamak için karşısına çıkan fırsatlardan kaçıyor. Neden her şey bu kadar gizemli ve belirsiz? Özellikle ilk birkaç bölümde, onun gizlice evli çıkacağını düşünüyordum. Sezonu izlerken karakteri biraz daha netleşti, ama yine de onda hala çok özel bir şekilde sinir bozucu bir şey var.
Dizi o kadar hızlı ki. Bir göz kırpıyorsun ve bir başka erkek arkadaş gelip geçmiş oluyor. Sanırım bu, o özendiğimiz, hayalimizdeki New York yaşam tarzını yakalamak için bir parça. İzleyici olarak, dörtlünün dedikodularla, partilerle ve cinsel maceralarla dolu, son derece önemli bir hayat sürdüklerini hissediyorsun. Ana karakterlerin (kötü adamlar olmayan) TV’de sigara içtiğini görmek garip. Carrie’nin saçları inanılmaz, doğal kıvırcık saçlarını kabul etmesi beni şaşırttı. Ara sıra dördüncü duvarın kırılması çok 90’lar tarzı. Tema şarkısı ne kadar harika. Cazlı, akılda kalıcı, flörtöz. Resmen harika! Miranda Skipper’a, nasıl Big, Carrie'ye davranıyorsa, aynı şekilde davranıyor.