Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
“Beyoğlu yazılabilir mi? Bilmem. Belki de sadece yaşanır.” Doğan Hızlan'ın bu sözlerine katılmakla birlikte yaşadığım hareketli semtte şu sıralar neler olup bittiğine ve benim Beyoğlu’ma dair bir deneme.
Tarih Vakfı’nın yayımladığı Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi’nin ikinci cildinde Beyoğlu maddesi, semtin sınırlarını tanımlayarak başlar: “Beyoğlu İlçesi’nde, Tünel-Taksim arasında uzanan İstiklal Caddesi ve ona açılan sokakların belirlediği alanı kapsayan semt; ‘Pera’ da denirdi.” Kentsel alan olarak “İstiklal Caddesi ve ona açılan sokaklar” tanımının naifliğini sevsem de Beyoğlu’nu, burada çalışan nüfusun yaşadığı ve “arka bahçesi” olarak nitelendirilen Tophane, Dolapdere ve Cihangir’den ayrı düşünemem. Bir zamanlar çalıştığım ve Kumbaracı Yokuşu’nda bulunan kafenin Tophaneli bulaşıkçısı, Cihangirli garsonu ve bir kilise papazının yetiştirdiği Dolapdereli şefi nihayetinde Beyoğluludur ve yıllar sonra yerleştiğim Cihangir’den İstiklal Caddesi’ne doğru yürürken rastladığım, ara sokaklara dağılarak kıyıda köşede usulca uyuyan evsizler de bu semtin sakinleridir. Beyoğlu’nun Yunanca’da “karşı yaka”, “öte” anlamına gelen -nostalji etkisi yüksek- “Pera” adı, kafamda günümüzde burada yaşayan ve üreten “ötekilerle” mayhoş bir çağrışım yaratır.
19. yüzyılda İstanbul’a gelen yabancı seyyahların tanımıyla bu son derece kozmopolit elçilikler semti, bugün tabii ki yıllar içinde geçirdiği değişimin etkisiyle bambaşka bir hale bürünmüş olsa da Orhan Pamuk’un belirttiği gibi “İstanbul’un hayali merkezi Beyoğlu’dur. Orada kendime geleceğimi, orada kendim olacağımı düşünürüm.” Kendim olduğum bu anlarda bir flanör edasıyla tutturduğum yürüyüş rotasını bir rutin haline getirdiğimi fark ettim. Bir süredir bu rotada beni daha fazla durup bakmama, zaman geçirmeme, fotoğraf çekmeme ve düşüncelere dalmama iten -heyecanlı- gelişmeler oluyor.
Söz gelimi Çukurcuma’dan Galatasaray’a çıkarken konumlanan Noh Radio ve Tavern, sokağa ve merdivenlere taşan cool kalabalığıyla bir süredir -Gizli Bahçe’ye geçilmeden hemen önce- sosyalleşilen gecelerin yegane durağı. Burada, Noh Radio’nun kuir topluluğu ve Tavern’in snob kitlesi arasında Avrupa’nın birbirinden alakasız lokasyonlarından gelen expat’larla ya da turistlerle yine birbirinden alakasız ama ufuk açıcı sohbetlere dalmanız son derece olası. Tüm bu kalabalığı düşününce 1874 yılında İstanbul’u ilk kez ziyaret eden ve sonrasında gözlemlerini orijinal ismiyle Constantinopoli olarak kitaplaştıran İtalyan seyyah Edmondo De Amicis’in Pera’daki insanları tanımladığı şu satırları gelir aklıma: “Burada Galata'dakinden çok farklı bir kalabalık var. Aşağı yukarı, soba borusu gibi erkek şapkalarıyla, tüylerle, çiçeklerle süslenmiş kadın şapkalarından başka bir şey görülmüyor. Rum, İtalyan ve Fransız kibarları, zengin tüccarlar, sefaret memurları, yabancı gemilerin zabitleri, sefir arabaları ve her milletten ne olduğu bilinmeyen, karışık suratlı insanlar görülüyor.” Küçükken muhtemelen okuduğunuz Çocuk Kalbi kitabının yazarının bu sözleri, bugünkü yaratıcı topluluğu karşılamaz belki ama Beyoğlu’nun dönüşümünü düşünmek ve devingenliği karşısında heyecan duymak için yeterli kalır. Sokak bitiminde hemen köşede konumlanan sarı beyaz çizgili tentesi ve duvarlarındaki harika çizimleriyle tüm dikkatleri üzerine çeken Popstel Galatasaray ise bir süredir Instagrammable fotoğraflarımın adresi. Yeni bir “görme ve görülme mekanı” olacağının sinyallerini daimi kalabalığından anlamanız mümkün. Yine de Fikret Adil’in Asmalımescit74 Bohem Hayatı kitabında dediği gibi: “Beyoğlu’nda altı ayda bir bar açılır ve kapanır. Bunlar ekseriyetle sokak aralarındadır.” Belki de bu nedenle, sokak arası olmasa da İstiklal Caddesi’ne çıktığımda burayı arşınlarken geliştirdiğim alışkanlığım devreye girer. Baktığım her mağazanın yerinde yaşımın ve zihnimin izin verdiği ölçüde hatırladığım kadarıyla öncesinde ne olduğunu sayma alışkanlığı. Şu zincir erkek giyim mağazasının yerinde önceden Lebon Pastanesi olduğunu tabii ki hatırlıyorum. Hatırlamakla “gururlandıklarım” arasında ise Robinson Crusoe 389 kitabevi, ki müthiş iç mekan tasarımı Han Tümertekin imzalıdır, trafiğin yeraltına alınmadan öncesinde meydanda bulunan otobüs durakları ve Aslıhan Pasajı’nın neredeyse tamamının sahaflardan oluştuğu hali bulunur. Hafızamı biraz zorlarsam teyzemle gittiğimiz bir 31 Aralık gününde, İstiklal Caddesi’nin ağaçlı halini hayal meyal hatırladığımı da iddia edebilirim.
Bağımsız kitapçıların semtin farklı noktalarına dağılarak size önerdiği özgün rotaya ise yeni bir durak daha eklendi: Minoa Pera. İstanbul Modern’in Tophane’deki kalıcı yapısına kavuşmasıyla boşalan Meşrutiyet Caddesi’ndeki mimar Vallaury’nin eseri Union Française binasına açılan Minoa Pera, kapılarını kitapçı katıyla açtı. Buranın bakanı içeri çeken sıcak ışığı ve mekan tasarımında kitapları incelemek ve bir wishlist yapmak son takıntılarımdan biri.
Eğer Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi’nde Beyoğlu maddesini okumaya devam ederseniz 19. yüzyılın ikinci yarısında “görkemli konutlar, çok sayıda yabancı gezgini ağırlayan oteller, postane, telgrafhane gibi yapıların Pera'yı Avrupa başkentlerinin küçük bir örneği haline getirdiğini” okursunuz. Bugün bu durum sanat galerileri ve kültür yapıları için geçerlidir. İBB Miras’ın dönüştürdüğü Casa Botter, dönüşümü tam anlamıyla bir hezeyan olan Narmanlı Han’ın yanında sizi bir nebze rahatlatır. İnşaat iskelelerinin nihayet çekildiği ve kapsamlı restorasyon çalışmaları sonrası tüm görkemiyle ortaya çıkarak 29 Ekim’de açılan Türkiye İş Bankası Resim Heykel Müzesi ise Osman Hamdi Bey'den Şeker Ahmet Paşa'ya, Hoca Ali Rıza'dan İbrahim Çallı'ya zengin koleksiyonuyla mutlaka ziyaret etmeniz gereken bir müze. Bir Üretim Mekanı Olarak: Beyoğlu Düşerse kitabında sanat tarihçisi Burcu Pelvanoğlu, “Bir kültür merkezinden lümpen bir tüketim merkezine dönen Beyoğlu” tanımını kullanır. İş Bankası Resim Heykel Müzesi’nin konumlandığı Boudouy (Bodvi) Apartmanı’nın katları arasında keşif yaparken ve Meşher’de devam eden Göz Alabildiğine İstanbul: Beş Asırdan Manzaralar sergisindeki görkemli tablolara bakarken bu lümpen tüketim merkezi için hâlâ bir umut olabileceğini ve 1990’lardan itibaren “pavyon ve kebap kültürünün” hakim olduğu uzmanlarca dile getirilen Beyoğlu için yeni bir dönüşümün bütün mümkünlerin kıyısında olduğunu aklımdan geçiriyorum.