Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Yönetmen Charlotte Wells’in İlk uzun metrajı Güneş Sonrası (Aftersun), kendi çocukluğundan yola çıkarak yazdığı, 90’ların Türkiye’sindeki tatil köylerinden birinde geçen bir büyüme hikayesi. Gösterim öncesi, filmin başrolü Paul Mescal’e bağlanıyoruz.
Çocukluğu benim gibi 90’lı yıllarda geçenler, aileyle çıkılan yaz tatillerini nostaljik bir hisle hatırlayacaktır: Güney beldelerinde bir tatil köyü, açık büfe restoran, yemek sonrası animasyonlar, fonda duyulan Macarena şarkısı, diğer ailelerin çocuklarıyla kurulan arkadaşlıklar, hatta belki yaşanan ilk aşklar… Charlotte Wells, ilk uzun metraj filmiyle izleyiciyi hatıralardaki “o yaz” atmosferine götürüyor. Bolca otobiyografik öğeler taşıyan Güneş Sonrası’nda, 11 yaşındaki Sophie ile babası Calum’un baş başa geldikleri Türkiye tatilini izliyoruz. Bir yanda çocukluktan ergenliğe geçen Sophie’nin büyüme sancıları, diğer yanda bekar baba Calum’un mücadele ettiği ruhsal sorunlar… Aralarında bağ kurmaya çalışan baba ile kızın zaman zaman melankolik, çoğunlukla da keyifli geçen tatili, ilk bakışta basit bir hikaye gibi görünse de çocuk – ebeveyn ilişkisinin karmaşıklığına dair incelikli bir bakış sunuyor.
6 Ocak’ta MUBI’de gösterime girecek ödüllü filmin başrolü Paul Mescal’e bağlanıyorum. Senaryoyu alır almaz severek, çok hızlı bir şekilde okuduğunu söylüyor. Pandemi nedeniyle Charlotte Wells ile önce Zoom’da tanışmışlar ve aynı sayfada olduklarını hemen anlamışlar. “Charlotte’ın kısa filmlerini izledikten sonra onun harika bir sinemacı olduğunu gördüm. İnanılmaz derecede zeki ve duyarlı biri, o yüzden bu karakteri canlandırmayı deli gibi istedim. Bu rolü oynama fırsatım olduğundan emin olmak için ne istenirse onu yapmaya hazırdım” diyor aktör.
Paul Mescal gerçek hayatta ebeveyn değil, o yüzden filmde genç yaşta baba olmuş, eşinden ayrılmış, bir yandan kendini kanıtlamaya, bir yandan ruhsal bunalımlarıyla mücadele etmeye çalışan Calum karakterinin onu zorlayıp zorlamadığını merak ediyorum. “Karakterim, farklı kişilikleri dikkatli bir şekilde taşımayı gerektiriyordu, bu da kolay değildi ama oyunculuğu bu yüzden seviyorum. Seyirciye bir şeyler olduğunu fark ettirirsiniz ama fazla da açıklamazsınız” diyor Mescal. Film boyunca etkileşimde olduğu neredeyse tek kişi, Sophie’yi canlandıran Frankie Corio. Küçük bir kız çocuğuyla başrolü paylaşma deneyimini şöyle anlatıyor aktör: “Frankie ile çalışmak, sıfırdan bir ilişki kurmak bakımından zorluydu. Ancak işimiz bu; oyunculukta tatmin edici olanın, bilinmeyen bir şeye atlamak ve onu denemek olduğunu düşünüyorum. Setten önce iki haftayı Frankie ile birlikte geçirdik. Bu süre zarfında sadece takıldık, birkaç saat gevşek bir şekilde prova yaptık. Ailesi bu süreçte bana oldukça cömert davrandı, günün belirli bölümlerinde Frankie’nin babası gibi davranmama izin verdiler. Onu plaja götürdüm, birlikte yüzdük, ona yemek ısmarladım. İki haftada nasıl bir ilişki kurulur bilmiyorum ama birdenbire oluverdi. Sadece eğlendik ve her şeyden önce arkadaş olduk. İnşa ettiğimiz ilişki, sonrasında filme alındı aslında. Çekimleri bitirdikten sonra ona ve ailesine veda etmek gerçekten zordu.”
Paul Mescal, Calum ile empati kurmanın kolay olduğunu anlatıyor. Role hazırlanırken Calum’un Sophie ile ve kendiyle olan ilişkisi arasında gezinmek onun için en önemli noktalardan biriymiş: “Kendiyle olan ilişkisi karanlık ve depresif olduğu için, sanki karanlık ve aydınlık arasında yol aramak gibiydi.” Calum karakterinin bundan yaklaşık 20 yıl öncesinin dünyasında geçtiğini hatırlamakta fayda var. O zamandan bu yana erkekliğe ve babalığa dair kültürel manzarada çok şey değişti; Mescal de karakterine çalışırken bunu göz önüne almış: “Charlotte’la konuştuğumuz ana şeylerden biri, modern bir erkeğin tepkisini Calum’un savaşına ve ruh sağlığına uygulayamayacağımızdı. Bugün genç biri olarak terapiye gitme veya insanlarla duygularımız hakkında konuşma fırsatımız var. Calum’a teşhis koymamak ve ne hissettiği konusunda kafasının karışmasına izin vermek, yapmam gereken şeylerden biriydi. Calum tam olarak ne olduğunu bilmediği için çokça mücadele ediyordu, sadece şu duyguyu biliyordu: Kendini iyi hissetmiyor. Bu onun için çok daha kafa karıştırıcı çünkü bugün sahip olduğumuz fırsatlara sahip değil ki bu inanılmaz derecede üzücü.”
Hatalarına rağmen Calum’un çok iyi bir baba olduğunu düşünüyor Paul Mescal. “Şu ana kadar bekar babaların, tembel, ihmalkar, kötü babalar olarak göste-rildiği birçok film gördük” diyerek anlatmaya başlıyor: “Calum’un en gurur duyduğu ve iyi olduğu şey baba olmak. Elbette ebeveynliğinde başarısızlıklar var ama bunların, Sophie için yaptıklarının önüne geçtiğini düşünmüyorum. Her insan gibi onun da günlük olarak başarısız olduğu anlar var ama her şeye rağmen bence Sophie, babasının harika olduğunu söylerdi. Ona saygılı davranıyor, tepeden bakmıyor, zeki biri gibi davranıyor. Onunla konuşuyor; onu küçümsemiyor, derinden seviyor ve yapmasını istediği her şeyi yapıyor.”
Drama filmlere daha çok çekildiğini söyleyen Paul Mescal’in sessiz, melankolik, problematik karakterlere çok yakıştığı kesin. “Bu tarz rollere çekilmem benim hakkımda ne söylüyor bilmiyorum ama gençlerin ruh sağlıklarıyla ilgili yaşadıkları zorlukları ifade etme konusunda tutkulu olduğumu söyleyebilirim” diyor. Hayatta herhangi bir konuda “mükemmel” diye bir şeyin varlığına ise inanmıyor: “Yalnızca iyi niyetlerle hareket etme seçimin var. Amacın tabii ki birini sevip onunla ilgili doğru kararları vermek ama gerçekten doğru olanı yapabilmek, o kadar kolay değil.” Güneş Sonrası, bu mükemmel olmayan alanda dolaşan; neşeli anlarıyla ısıtan, karanlık taraflarıyla insanın içinde uzun süre yer eden bir yapım.