Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.


2026 Oscar Ödülleri öncesi, sinema dünyasınca en çok konuşulan, kazanması en muhtemel adaylara yakından bakıyoruz.
2026 Oscar sezonu, hem başarılı yönetmenlerin ve oyuncuların dönüşüne, hem de yeni sinemasal vizyonların yükselişine sahne olacak gibi görünüyor. Bu yılın öne çıkan filmleri; kişisel travmalardan toplumsal yüzleşmelere, tarihsel dramalardan tür sinemasının sınırlarını zorlayan deneyimlere kadar geniş bir yelpazede güçlü hikayeler sunuyor. Paul Thomas Anderson, Yorgos Lanthimos, Chloé Zhao ve Guillermo del Toro gibi yönetmenlerin iddialı yapımları; Leonardo DiCaprio, Jessie Buckley, Timothée Chalamet ve Amanda Seyfried gibi yıldız oyuncuların kariyerlerinin en parlak performanslarıyla birleşiyor. Duygusal yoğunluğu, teknik ustalığı ve tematik derinliğiyle dikkat çeken bu filmler, 2026 Oscar Ödülleri’nde kıyasıya bir rekabetin habercisi niteliğinde.
Yazının devamında, sinema dünyasının en prestijli ödül töreni öncesinde kazanması beklenen filmleri inceleyin.
Paul Thomas Anderson’ın yönettiği One Battle After Another, eski bir radikalin geçmişiyle hesaplaşmasını anlatan karanlık ve duygusal bir yol hikayesi. Leonardo DiCaprio, izbe bir yaşam süren Bob karakteriyle muhteşem bir dönüş yaparken, kızı Willa rolündeki Chase Infiniti 'genç yetenek' olarak parlıyor. Filmde ayrıca Sean Penn, Regina Hall, Teyana Taylor ve Benicio Del Toro gibi isimler yer alıyor. Anderson’un kendine özgü sinematografisi ve atmosferik müzikleriyle bezeli bu yapım, baba-kız ilişkisi üzerinden politik ve kişisel bir travmayı işlerken, DiCaprio’ya ikinci Oscar’ını getirebilecek performanslardan biri olarak konuşuluyor.
Joachim Trier’in yönettiği ve Norveç adına yarışacak olan Sentimental Value, Ingmar Bergman'vari senaryo dokunuşlarıyla aile bağlarını, kuşak çatışmalarını ve sanatın duygusal bedelini irdeleyen, sakin ama derin bir dram hikayesi sunuyor. Cannes’ın en prestijli ödüllerinden Grand Prix’yi kazanan filmde usta oyuncu Stellan Skarsgård, yıllar sonra kızlarıyla yeniden bağ kurmaya çalışan yaşlı bir sinemacıyı yürek burkan bir performansla canlandırıyor. Renate Reinsve, Elle Fanning ve Inga Ibsdotter Lilleaas da güçlü kadın karakterlerle öne çıkıyor. Trier ile uzun süredir birlikte çalışan senarist Eskil Vogt’un kaleminden çıkan senaryo, gözlem gücü ve duygusal inceliğiyle dikkat çekiyor. Aile ilişkileriyle sinema dünyasını harmanlayan bu film, ödül sezonunun en güçlü uluslararası yapımlarından biri olarak görülüyor.
Oscar ödüllü yönetmen Chloé Zhao, Maggie O’Farrell’in çok satan romanından uyarladığı Hamnet ile, Shakespeare’in ailesine ve yaratıcılığın acı yanına odaklanıyor. Toronto Film Festivali’nde Halkın Seçimi Ödülü’nü alan filmde, Jessie Buckley, Shakespeare’in karısı Agnes rolünde olağanüstü bir performans sergilerken, Paul Mescal da W. Shakespeare’i acı dolu bir baba figürü olarak yansıtarak, ona destek veriyor. Etkileyici görüntü yönetimi, zarif müzikleri ve dönemi titizlikle yansıtan kostüm-tasarımıyla öne çıkan yapım, Nomadland’in ardından Zhao’nun sinemasal duyarlılığını bir kez daha kanıtlıyor. Shakespeare’in ilhamının arkasındaki acı kaybı anlatan bu hikaye, klasik dönem dramasını modern bir duyguyla buluşturuyor.
Josh Safdie’nin yönettiği Marty Supreme, 1950’lerin renkli ve rekabet dolu masa tenisi dünyasında geçen çılgın bir karakter portresi sunuyor. Timothée Chalamet’nin kariyerinin en enerjik performanslarından birini sergilediği filmde Gwyneth Paltrow, Odessa A’zion ve Tyler the Creator gibi isimler de dikkat çekiyor. New York Film Festivali’nde sürpriz prömiyer yapan yapım, Safdie kardeşlerin önceki işlerinden (Uncut Gems ve Good Time) daha erişilebilir ama aynı derecede yüksek tempolu bir dünya kuruyor. Hızlı kurgusu, detaylı dönem atmosferi ve çarpıcı senaryosuyla Marty Supreme, hem eğlenceli hem de derin bir karakter yolculuğu olarak öne çıkıyor.
Ryan Coogler imzalı Sinners, tür sınırlarını zorlayan, temposu yüksek bir vampir destanı olarak yılın sürpriz hiti hâline geldi. Nisan ayında gizlice vizyona girip gişede 300 milyon doları aşan film, klasik korku unsurlarını toplumsal temalarla harmanlıyor. Coogler, hem gerilim dolu atmosferi hem de duygusal derinliğiyle, tür örneği filmini ödül seviyesine taşıyor. Kara mizah, aksiyon ve dramı ustaca dengeleyen film, orijinal senaryosu ve güçlü yönetimiyle En İyi Film yarışında dahi adından söz ettiriyor. Akademi’nin korku türüne önyargısını kırabilecek nadir yapımlardan biri olarak görülüyor.
Yönetmenliğini Mona Fastvold'un üstlendiği The Testament of Ann Lee, 18. yüzyılda Shaker tarikatını kuran karizmatik lider Ann Lee’nin hayatını müzikal ve tarihsel bir dille anlatıyor. Amanda Seyfried’in kariyerinin zirvesine çıktığı performansında, güçlü bir kadının inanç, baskı ve özgürlük arayışı içindeşekillenen hikayesini yansıtıyor. 70 mm formatında çekilen film, otantik Shaker ilahilerini kullanarak dönemin ruhunu yakalıyor. Zengin prodüksiyon tasarımı, büyüleyici sinematografisi ve etkileyici müzikleriyle The Testament of Ann Lee, hem görsel bir şölen hem de derin bir karakter incelemesi sunuyor.
Yorgos Lanthimos’un Emma Stone ile kurduğu yaratıcı ortaklık, günümüz sinemasında nadir rastlanan bir başarıya dönüştü. The Favourite ile başlayan, Poor Things ile zirveye çıkan bu işbirliği şimdi de Bugonia ile devam ediyor. Lanthimos, Kore sinemasının kült kara komedilerinden Save the Green Planet’i Batılı bir gözle yeniden yorumluyor. Filmin absürd ve şok edici hikayesi, yönetmenin “rahatsız edici mizah” anlayışını bir adım ileriye taşıyor. İlk fragman, orijinal filmin hayranlarını memnun edecek detaylarla dolu; aynı zamanda Batı kültürüne uyarlanmış yeni dokunuşlar içeriyor. Lanthimos’un gerçeklik ile delilik arasındaki ince çizgide dolaşan anlatısı, Bugonia’yı yılın en merakla beklenen kara komedilerinden biri yapıyor.
Guillermo del Toro’nun Frankenstein uyarlaması, klasik hikayeyi yalnızca bir korku anlatısı olarak değil, insanlık, yaratılış ve vicdan üzerine derin bir felsefi dram olarak yeniden yorumluyor. Film, takıntılı bir bilim insanı olan Dr. Victor Frankenstein’ın (Oscar Isaac) ölü bedenden hayat yaratma çabasını, bu uğurda Tanrı rolünü üstlenmesinin doğurduğu trajik sonuçları anlatıyor. Del Toro, Mary Shelley’nin gotik atmosferini modern sinematografiyle harmanlayarak karanlık, duygusal ve görsel olarak büyüleyici bir dünya kuruyor. Jacob Elordi, Mia Goth ve Oscar Isaac’in oyuncu kadrosunda yer aldığı film etkileyici efektleri, dramatik müzikleri ve olağanüstü makyajlarıyla Oscar’a aday görülüyor.