Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
İşte Black Mirror’ın 7. sezonunun en kötüden en iyiye doğru sıralanmış şekilde altı bölümü...
Netflix’in kült dizisi Black Mirror, 10 Nisan 2025’te merakla beklenen 7. sezonuyla geri döndü. Yeni sezon, yakın gelecekteki teknolojik gelişmelerin insan doğası üzerindeki etkilerini karanlık, çarpıcı ve çoğu zaman rahatsız edici hikâyelerle işliyor. Charlie Brooker’ın yaratıcılığını ve keskin toplumsal eleştirisini yeniden tam anlamıyla hissettiğimiz bu altı bölüm, Black Mirror’ın en unutulmaz bölümlerinde gördüğümüz o tedirgin edici dehşeti ve duygusal yoğunluğu izleyicilere tekrar yaşatıyor.
Yeni sezonda, bir yandan teknolojinin hayatlarımız üzerindeki yıkıcı potansiyeline odaklanan hikâyeler varken, bir yandan da insan ilişkilerinin, hafızanın, kimliğin ve gerçekliğin doğasına dair felsefi sorgulamalara yer veriliyor. Üstelik bu sezon, eski bazı unsurları da geri getiriyor: Mesela 4. sezonun ikonik bölümlerinden biri olan USS Callister artık tam bir film uzunluğunda bir devam hikâyesine kavuşuyor. Öte yandan, kimi zaman distopik bir kâbus, kimi zaman ise insan ruhunun derinliklerine yolculuk gibi hissettiren bu bölümler, Black Mirror’ın neden çağımızın en önemli antolojilerinden biri olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. İşte Black Mirror’ın 7. sezonunun en kötüden en iyiye doğru sıralanmış şekilde altı bölümü:
Fotoğraf: Netflix
Bête Noire, sezonun en çarpıcı başlangıçlarından birine sahip olsa da hikâye ilerledikçe temposunu kaybediyor ve finalde beklenen duygusal etkiyi tam anlamıyla yaratamıyor. Bölüm, yavaş yavaş bir psikolojik gerilim atmosferi kuruyor.
Hikâyede, büyük bir çikolata şirketinin Ar-Ge departmanında çalışan Maria adlı genç bir kadının yükselişine tanık olunuyor. Maria’nın kariyeri ivme kazanmışken, eski okul arkadaşı Verity, şirkete işe alınır. İlk başta bu karşılaşma masum görünse de, Verity’nin gelişiyle birlikte Maria’nın hayatında açıklanması güç tuhaflıklar baş göstermeye başlar. Gerçeklik algısının giderek bulanıklaşması, küçük detayların bile tehditkâr hale gelmesiyle Maria, psikolojik bir kâbusun içinde sürüklenir.
Verity, gençlik yıllarında maruz kaldığı zorbalığın intikamını almak için kuantum tabanlı bir teknoloji kullanarak Maria’nın gerçekliğini manipüle etmektedir. Verity, sadece Maria’nın çevresini değil, Maria’nın zihnini de yeniden şekillendirmekte; onu neyin gerçek, neyin hayal olduğunu ayırt edemeyeceği bir dünyaya hapsetmektedir.
Ancak tüm bu güçlü fikir ve başlangıç, bölümün ilerleyen kısımlarında dramatik bir derinliğe ulaşamıyor. Hikâye, Maria ve Verity arasındaki çatışmanın duygusal boyutunu tam olarak keşfetmek yerine daha yüzeysel bir çözümle son buluyor.
Fotoğraf: Netflix
Cameron Walker, 1990’ların sonlarında, dâhi bir oyun geliştiricisi olan Colin Ritman’ın yarattığı Thronglets adlı eski bir yaşam simülasyonu oyununa çocukken saplantılı şekilde bağlanır. Bu oyun, küçük yaratıkları büyütüp yönettiğin bir tür sanal dünya sunar. Ancak Cameron, normal bir oyuncudan farklıdır: onlarla gerçek bağ kurduğunu ve onların bilinç kazandığını hayal eder.
Gençlik yıllarında, LSD gibi halüsinojenler kullanarak, Thronglets’lerle doğrudan iletişim kurabildiğini zannetmeye başlar. Bir gün, evinde düzenlediği bir partide, bir misafir merakın etkisiyle Cameron’ın oyunundaki Thronglets’lere zarar verir. Cameron bu saldırıya aşırı tepki verir ve o kişiyi öldürür.
Olaydan sonra Cameron, hayatını Thronglets’lerin varlığını sürdürmesine adar. Yıllar içinde teknoloji ilerleyince, beynine bir nöral port taktırarak Thronglets’lerle doğrudan bağlantı kurar. Onları daha gelişmiş bir yapay zekâ formuna dönüştürür, ancak gizlice bir amaç için çalışıyordur: insan zihnini değiştirmek. Bölüm kısa. Belki de sadece dönemin video oyunlarına bir saygı duruşu niteliğinde.
Fotoğraf: Nick Wall - Netflix
Bu bölüm, 4. sezondaki ikonik USS Callister bölümünün doğrudan devamı niteliğinde. Hikâye, Callister mürettebatının dijital klonlarının daha büyük Infinity oyun evrenine kaçışlarından yaklaşık on ay sonrasında başlıyor. Kaptan Nanette Cole liderliğinde ekip, bu yeni sonsuz dünyada özgürlüklerini tam anlamıyla kazanabilmek için sistemin merkezine ulaşmayı hedefliyor. Ancak bu yolculuk, sandıkları kadar kolay değildir. Yaratıcıları Robert Daly’nin dijital klonuyla ve başka beklenmedik tehditlerle karşılaşmak zorunda kalırlar.
Özgürlüğün getirdiği vaatler, kısa sürede yeni tehlikeler ve hayal kırıklıklarıyla gölgelenir. Hikâye, özellikle ilk bölümün sonunda izleyicilerin beklediği gibi, her şeyin sorunsuz gitmediğini açıkça gösteriyor.
Cristin Milioti ve Jimmi Simpson yine son derece etkileyici performanslar sergiliyorlar. Eğlenceli bir geri dönüş yaşansa da, devam bölümü genel anlamda ilk USS Callister bölümünün ulaştığı yaratıcı zirveye tam anlamıyla erişemiyor.
Her ne kadar değerli ve nostaljik bir dönüş olsa da, hikâyenin bir noktada biraz gereksiz bir uzatma gibi hissettirdiği de göz ardı edilemez.
Fotoğraf: Netflix
Black Mirror, büyük bir aşk hikayesine giriştiğinde gerçekten vurucu olabiliyor. Hollywood yıldızı Brandy Friday, ReDream adlı şirketin sunduğu yapay zekâ destekli sanal prodüksiyon teknolojisiyle klasik bir romantik filmi yeniden çekmek üzere anlaşır. Brandy, bir yıldız oyuncu olarak Hotel Reverie filminde başrolü alır. Ancak teknoloji arızalanır ve Brandy, filmdeki karakter Dorothy ile birlikte zamanın durduğu bir dünyada sıkışır, Brandy içeride günler, haftalar geçiriyor gibi hissediyor. Bu süreçte Brandy ve Dorothy arasında bir aşk doğar, ancak sistem yeniden başlatıldığında her şey sıfırlanır. Brandy, Dorothy’nin yapay zekâ simülasyonuyla iletişim kurarak teselli bulur.
Fotoğraf: Netflix
Amanda adlı bir öğretmen, ciddi bir beyin tümörü teşhisi alır. Eşi Mike, Amanda’nın hayatını kurtarmak için Rivermind adlı yüksek teknolojili bir sisteme başvurur. Ancak bu sistemin maliyeti sadece maddi değil, aynı zamanda manevi bedeller de içerir. Her şey, şirketin kapsamı küçültmeye başlaması, Amanda üzerinden reklamlara boğması ve daha pahalı bir plan satmaya çalışmasıyla kötüleşiyor. Çift, daha iyi bir yaşam kalitesi umuduyla daha da borca batıyor ve sonuçta hayatları mahvoluyor. Bu çiftin ilişkisini sınar. Common People izledikten sonra moralinizi yerle bir edecek ve böyle bir teknolojinin gelecekte tam olarak böyle suistimal edileceği gerçeğiyle göz göze gelmekten kaçınmanıza neden olacak.
Fotoğraf: Netflix
Paul Giamatti’nin bir Black Mirror bölümünde oynayacağı duyurulduğunda, herkes onun harika bir performans sergileyeceğini biliyordu. Zarif ama hafif bir hikâye olan Eulogy, Paul Giamatti’yi, kendisine özgü huysuz ama derinlikli karakterlerden biri olarak karşımıza çıkarıyor. Giamatti’nin canlandırdığı Phillip, eski sevgilisi Carol’ın ölümünün ardından, Eulogy adlı bir şirketin sunduğu teknolojiyle Carol’ın anılarını dijital olarak yeniden yaşar. Bu süreçte, Carol’ın kendisinden hamile kaldığını ve ona bir mektup bıraktığını öğrenir. Phillip, bu mektubu yıllar sonra bulur ve Carol’ın kızıyla yüzleşir. Bölüm sonunda, korkunç bir “ya şöyle olsaydı?” darbesiyle sarsılıyor ama yaşadıkları ona bir şekilde iyi de geliyor.