Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Saint Laurent kreatif direktörü Anthony Vaccarello bu yıl Cannes Film Festivali’nde oldukça yoğun bir dönem geçirecek.
İkonik auteur sinemacıların filmlerinin yapımcılığını üstlenen nispeten yeni Saint Laurent Productions birimi (ilk filmleri 2023’te çıkan Pedro Almodóvar imzalı Strange Way of Life) bu yıl festivalde üç filmin prömiyerini yapacak: David Cronenberg’in yönettiği The Shrouds, Paolo Sorrentino’nun yönettiği Parthenope ve Jacques Audiard’nın yönettiği, Selena Gomez, Zoe Saldaña ve Edgar Ramirez’in rol aldığı Emilia Perez. (Böyle bir yönetmen kadrosunu tasvir ederken ancak “seçim yapılamayacak bolluk” deyimine başvurabiliyorum.)
Aşağıda Vaccarello ile Cannes öncesinde yaptığımız bir sohbet yer alıyor. Sohbetimizden bir çıkarımda bulunmak gerekirse sinefil olmasına rağmen Vaccarello’nun akıllıca bir bakış açısıyla, saygıdeğer bir moda markasının günümüz dünyasında yenilikçi fark yaratmasının en iyi yolunun (bir yandan da Fransa’nın iki büyük kültürel takıntısı moda ile filmi bir araya getirerek) yönetmenlerin gerçekten yapmak istedikleri filmleri yapmalarına olanak tanıyacak türden bir finansal destek sunmak olduğunu fark etmiş olmasıdır.
Saint Laurent her üç filmin de kostümlerini hazırlamış olsa da ne ürün yerleştirme ne kostümlerin kapsül koleksiyonlara dönüştürülmesi türünde herhangi bir ticari oyun görmek mümkün değil. Vaccarello, yaratıcılık ve ticariliğin çoğu zaman el ele olması gerektiğini anlayan zeki bir tasarımcı; ancak bu tutku projesiyle, bazen birbirlerine uzaktan hayranlık duyabileceklerine de inanıyor.
Jacques Audiard imzalı Emilia Perez. “Geçmişteki işlerinden çok farklı” diyor Anthony Vaccarello. Fotoğraf: Saint Laurent Productions’ın izniyle.
Vogue: Anthony, Saint Laurent Productions hakkında konuşmadan önce, sana sevdiğin filmler ve yönetmenlerle ilgili ilk anılarını ve neden onlarla ilgilendiğini sormak isterim.
Anthony Vaccarello: Sinema daima çok ama çok ilgi duyduğum bir alan olmuştur. Belçika doğumluyum. Dünyanın en heyecanlı ülkesi değil [gülüyor] ve bu nedenle filmler, asıl hayatıma benzemeyen şeyleri görmek, keşfetmek iyi bir alandı. Gerçeklikten kaçmak ve hayal kurmak için bir alan. La Cambre’den [Brüksel’deki ünlü moda okulu] önce gittiğim güzel sanatlar okulunda [Pier Paolo] Pasolini ve [Rainer Werner] Fassbinder gibi realisateur isimlerin [yönetmenlerin] işlerine denk geldim. Daha fazlasını görmek, yaptıklarının daha derinine inmek istedim. Yaptıkları her işin hayranı değildim ama tuhaf filmleri bana göreydi.
Fassbinder ve Pasolini’den söz etmeniz ilginç zira her iki yönetmenin de işleri görsel olarak çok farklı şekillerde güzel görünüyor. Belki de güzel doğru kelime değil; çarpıcı diyebiliriz.
Bir tür güzellik, kirli bir güzellik.
Evet, aynen öyle. Bilhassa hangi filmlerini beğenirdiniz?
Pasolini’nin Salò’sundan [Salò ya da Sodom’un 120 Günü] Teorema’ya [Teorem]... Salò benim için büyük bir şok oldu.
Bir türlü cesaretimi toplayıp izleyemedim. Kolay bir izleme deneyimi olmadığını biliyorum.
Güçlü bir film ve bence bugün yaşananlarla da alakalı. Fassbinder'inse… Sanırım bütün filmleri. Querelle’den Petra von Kant’ın Acı Gözyaşları’na….
Evet, Petra von Kant harika bir film. Karakter bir moda tasarımcısı, değil mi?
Evet, bayılıyorum.
Tasarımcıların filmlerden ilham aldığı varsayımının daima biraz klişe olduğunu düşünmüşümdür. “Bu koleksiyon için falanca filmdeki kostümleri inceledim” türünden şeyler duyarız. Fakat bir tasarımcı olarak filmlerin düşüncelerinize etkisi olup olmadığını bilmek isterim. Belki kaçış duygusuyla ya da bir karakterle? Koleksiyonlarınıza baktığımda daima bir dizi görsel ilhamdan ziyade bir karakter görüyorum.
Sevdiğim filmlere baktığımda, görünüşü ya da belirli kıyafetleri düşünmüyorum. Örneğin Belle de Jour’u ele alalım: Bir filmi cazip ve hatırlanır kılan, karakterin hikâyeye karışmasıdır. Soru bu muydu?
Öyleydi diyelim [gülüyorum] Saint Laurent Productions’ı kurdunuz. Filmlerin yaratıcı süreçlerinizi herhangi bir şekilde tetikleyip tetiklemediğini merak ediyorum.
Saint Laurent daima sinematik bir moda evi oldu. Ancak evin kendisinden beklendiği üzere sadece kostüm yapmak yerine, doğrudan film yapımıyla bağ kurmasının iyi olabileceğini düşündüm.
Saint Laurent de Belle de Jour ile film kostümleri yaptı.
Belle de Jour ve Catherine Deneuve’ün de rol aldığı La Chamade. Saint Laurent tiyatro için de kostümler hazırladı, ki bu benim tarzım değil. Ama film yapımcılığı üstlenmedi.
Catherine Deneuve ile iyi arkadaş olduğunuzu biliyorum. Onunla film dünyasına girme konusunda konuştunuz mu?
Evet, “Bu cesurca ve sinema için iyi bir şey” dedi. Bazı Fransız yapımcıların bir moda evinin film yapması fikrine biraz soğuk baktığını biliyorum, buna alışık değiller. Bence sektöre yeni yapımcıların girmesi iyi bir şey. Kuralları değiştirmek güzeldir.
Saint Laurent Productions’ı kurmanızdan biraz bahsedebilir misiniz?
Saint Laurent’de çalışmaya başladığımda koleksiyonumun, Saint Laurent’in koleksiyonlarının Helmut Newton tarafından fotoğraflandığı gibi, bir usta tarafından fotoğraflandığını hep görmek istemiştim. Önceleri koleksiyonlar için küçük filmler için Wong Kar-wai veya Brett Easton Ellis ile işbirliği yapardım. Daima Saint Laurent ismiyle bağlantı kuracak en iyi realisateur’lerle çalışmak istedim. Yavaş yavaş böyle başladı: dört, beş dakika süren küçük bir film klibiyle.
Sonra Gaspar Noé ile tanıştım ve yakınlaştık. Küçük bir film klibiyle başladık ve sonra [2019’da] Cannes’a giden ilk kısa filmimizi [Lux Aeterna veya Béatrice Dalle ve Charlotte Gainsbourg gibi isimlerin rol aldığı Self 04] yaptık. Saint Laurent’deki kariyerimde bu benim en iyi anılarımdan biri çünkü gece 10 gösterimine seçilmişti. Çocukken Cannes festivalini hep annemle birlikte izlerdim ve 10’da ya da gece yarısı gösterilen filmler hep ilgilendiğim filmlerdi: David Cronenberg’in Crash’i gibi tartışmalı olanlar.
Orada Gaspar ve Béatrice ile birlikte olmak çok önemliydi. Gençken hayran olduğum sinemacılarla çalışmayı düşünmeye başladım ve vaftiz babam gibi olan Pedro [Almodóvar] ile başladık. Çok iyi gitti; biz de “Bu hayali gerçekleştirmeye devam edelim” diye düşündük.
Belirli yönetmenlerle çalışma dürtüsünden biraz daha bahsedebilir misiniz?
Başından beri amacım, film yapımcılarının filmlerini yapmalarına yardımcı olmaktı çünkü bugünlerde sinemanın, vizyonlarını değiştirmek zorunda kalacakları şekilde prodüksiyonu boğmadan istediklerini yapmak için bütçe bulması giderek zorlaşıyor. Benim [Saint Laurent Productions’taki] rolüm film yapımcılarını seçmek.
[Birlikte çalıştığımızda] ne yapmak istediklerini ve senaryolarını paylaşıyorlar; oyuncular hakkında konuşuyoruz. Bu şekilde inşa ediyoruz. Yaptıkları işe çok saygı duyuyorum ve “Yanılıyorsunuz” demenin benim için uygun olmayacağını düşünüyorum. Birlikte çalıştığımız yönetmenler kendi alanlarında ustalar.
Bu, Saint Laurent olarak bize, iletişim kurmak için yeni yollar sunuyor. Bu filmleri yaparken Saint Laurent ismi sonsuzluğa ulaşmış oluyor. İsim bir reklam panosunda yer aldığında, çok hızlı bir şekilde (bir ay sonra) unutuyoruz ama filmde 20 yıl da geçse Saint Laurent ismi hâlâ orada olacak.
Vaccarello, efsanevi İspanyol yönetmen için “Filmlerini seviyorsanız Pedro Almodóvar’ı da seversiniz” diyor. Fotoğraf: Nico Bustos/Saint Laurent Productions’ın izniyle.
Bizzat Saint Laurent de bir tür moda auteur’üydü: Olduğu kişi ve vizyonu tasarımlarında fazlasıyla belirgin - tıpkı [Jacques] Audiard’ın, Cronenberg’in ya da [Jim] Jarmusch’un yaratıcı çıktılarında olduğu gibi. Bence moda ve film, her ikisinin de yaratıcı ve ticari yönlerinin olması ve farklı tasarımcıların ya da yönetmenlerin bunlardan birine ya da diğerine öncelik vermesi bakımından benzerlik gösteriyor. Son koleksiyonunuzla ilgili olarak kuliste bana, her şeyin ticari kaygılarla yönlendirilmemesi gerektiğini söylediğinizi hatırlıyorum.
Bazen [bir koleksiyon] sergilemek, sanat ve güzellik hakkında özgürce konuşabilmek, her şeyin para ve karlılık üzerine kurulu olmaması iyi bir şeydir.
Almodóvar’ın eski bir hayranı olduğunuzu söylemiştiniz. Onunla ilk kez tanışmak nasıl bir duyguydu?
Sunset Marquis’de [Los Angeles’ta] tanıştık. Çok gergindim çünkü bazen İspanyolların da İtalyanlar gibi -ki ben İtalyanım- çok sıcakkanlı olacaklarını düşünürsünüz ama değiller [gülüyor]. Filmleri histerik ve renklidir. O, bunun tam tersiydi ama aynı zamanda Pedro Almodóvar’ın nasıl olmasını bekliyorsanız öyleydi de. Nasıl ifade edeceğimi bilemiyorum ama filmlerini seviyorsanız Pedro Almodóvar’ı da seviyorsunuz demektir.
Filmlerinin yapımcılığını üstlendiğiniz yönetmenleri kontrol ediyor musunuz? Nasıl gittiğini sormak için onlara mesaj atıyor ya da arıyor musunuz?
İlişkiye göre değişir; Pedro ya da Jim’le çalışıyorsam evet.
Almodóvar filminin kostümleri hakkında konuşmak istiyorum. Nasıl bir süreçti?
İlginçti diyebilirim. Western filmlerini siyah beyaz görmeye çok alışkınız ama Pedro, esinlendiği film olan Last Train from Gun Hill’in renkli fotoğraflarını bulduğunda, renkler aslında çok güçlüydü. Yönetmenin, Pedro Pascal’ın parlak yeşil bir ceket giymesini istediği bir sahne vardı. Ben de “Biraz tuhaf ama olur: Almodóvar bu” dedim.
Her görsel ayrıntı konusunda çok spesifikti. Filmin gerçek bir Western gibi hissettirmesini istiyordu; üzerinde modern bir değişiklik olmadan ama bit pazarında bulabileceğiniz kıyafetlerle. Saint Laurent’de başladığımda yaptığım şey de biraz buydu [moda evinin arşivlerine geri dönmek]. Bu sebeple işimin ilk arşivi üzerinde oynadık.
Diğer film yapımcılarıyla da böyle yaptık: Arşivleri gözden geçirdik. Sekiz yıldır Saint Laurent’deyim ve yaptığım tüm koleksiyonlar sayesinde gardırop oluşturmak için kullanabilecekleri tonlarca kıyafetimiz var. Fakat kostümlerin çoğu filme ve karaktere özeldi.
Saint Laurent'in, kostümlerin yanı sıra yapımcılığını da üstlendiği ilk film Strange Way of Life’ın setinde Ethan Hawke, Pedro Almodóvar ve Pedro Pascal. Fotoğraf: Iglesias Mas/El Deseo/Saint Laurent Productions’ın izniyle.
Almodóvar ile 2023’te Cannes’a gitmiştiniz, bu yıl da üç filminiz var: Audiard’ın yönettiği Emilia Perez, Cronenberg imzalı The Shrouds ve Paolo Sorrentino’nun yönettiği Parthenope. Birbirinden çok farklı üç film ve birbirinden çok farklı üç yönetmen, hepsi de kariyerlerinin ustalık yıllarında. Birlikte çalıştığınız film yapımcılarının zaten tanınmış kişiler olması önemli mi?
Başından beri, uzun süreli prodüksiyon çalışmalarını düşünmek önemliydi. Dürüst olalım: Bütçe söz konusu, bu yüzden filmin yapmayı bilen, sevdiğim ve saygı duyduğum bir vizyona sahip insanlarla çalışmak daha kolay. Ancak yaptığımız işi gelecekte genç yönetmenlere de sunmak istiyorum.
İlginç bir dönemden geçiyoruz: Amazon ve Apple gibi şirketler en büyük yapımcılar arasında yer alıyor. Met Gala gibi etkinliklere baktığımızda, popüler kültürün gücünün The Costume Institute gibi önemli bir kültür kurumunun çalışmalarını saygılı bir şekilde nasıl finanse edilebileceğini görmek mümkün.
Aynen öyle. [Film yapımcıları] başlangıçta biraz gergindi ama sonra anladılar. Mesele, çantalarımızdan birini bir filmin açılış sekansına koymak ya da film sırasında markadan bahsetmek değildi. Saint Laurent adının bu şekilde kullanıldığını görmek istemiyorum. Moda hakkında bir film yapmayacağım ya da sinemayı bir markayı parlatmak için fırsat olarak kullanmayacağım.
Yapımcılığını üstlendiğiniz filmlerin arkasından hiçbir ürün ya da koleksiyon çıkarmadığınızı fark ettim.
Kesinlikle, hiçbir filmde Saint Laurent tişörtü yok.
Vaccarello büyük bir David Cronenberg hayranı. Crash onun takıntılarından biri. Cronenberg’in son filmi The Shrouds, bir Saint Laurent Productions yapımı. Fotoğraf: Saint Laurent Productions’ın izniyle.
David Cronenberg hayranı olduğunuzu biliyorum. The Shrouds hakkında duyduklarıma göre, onun alametifarikası olan ürkütücülüğe sahip görünüyor, öyle mi?
Evet, tuhaf bir film gerçekten. Tam ona göre… Filmlerinde hep o tuhaf teknoloji-insan vücuduyla buluşma olayını görürüz. Hep aynı saplantı olması ama farklı şekilde ele alınması hoşuma gidiyor: Asla aynı şeyi görmüyorsunuz ama aynı temaya geri döndüğünü görebiliyorsunuz.
Peki, sizi Sorrentino ve Audiard’a çeken neydi?
Jacques en iyi bağımsız Fransız sinemacılardan biri. Tahar Rahim’in rol aldığı Un prophète ve Romain Duris’nin rol aldığı De battre mon cœur s'est arrêté filmlerini çok severim. [Film yapımı daima çok modern ve kişisel bir iş. Emilia Perez yaklaşımı açısından çok yeniydi ve geçmişte yaptıklarından çok farklıydı. Ama aynı zamanda filmi izlediğinizde Audiard’a ait olduğunu açıkça görebiliyorsunuz. Asla klişe değil.
Aynı şey Paolo Sorrentino için de geçerli. Benim için yeni bir Fellini ile çalışmak gibiydi. Senaryonun şiirselliğini seviyorum. Hafif ve kolay görünüyor ama bu sadece işin yüzeyi. Satır aralarında daha derin bir şeyler vardı. Çok duygusal bir film; muhtemelen şimdiye kadarki en duygusal filmi.
Vaccarello, bize The Great Beauty’yi ve şimdi de Parthenope’u veren yönetmen Sorrentino için “Yeni bir Fellini” diyor. Fotoğraf: Saint Laurent Productions’ın izniyle.
Birlikte çalışmak istediğiniz başka biri var mı?
Birlikte çalışmayı çok istediğim biri varsa o da Martin Scorsese’dir. Onunla Oscar sonrası bir partide tanıştım ve çok ilham vericiydi. Benim için ustaların ustası o. Onunla bir şeyler yapmayı çok isterim. Ve tabii ki Francis Ford Coppola ile.
Son olarak bilmek istediğim bir şey var: Film jeneriğinde adınızı görmek nasıl bir his?
Cannes’da Pedro’nun yanında otururken adımı gördüğümde çok duygulandı. Filmin grafikleri çok kalın ve çok kırmızı; önce onun adını sonra da benim adımı gördüğümde “Vay be” dedim. Brükselli küçük bir çocukluktan gelip Cannes’da herkesin önünde isminizi gördüğünüzde çok duygulanıyorsunuz. Gözlerim doldu diyebilirim.