Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Çok güzel filmler izlediğimiz ama sürekli aynı şeyleri konuştuğumuz bir yıl…
Gerçekten zengin bir seneyi geride bıraktık, sinema izleyicisini tatmin eden, film izlemenin tadına doyduğumuz bir yıl. Fakat bilmem farkında mısınız, aylardır aynı şeyleri söyleyip duruyoruz: Oppenheimer kazanacak, ama aslında Killers of the Flower Moon’un hakkı; Emma Stone, Poor Things’de ne kadar da iyi ama Lily Gladstone da çok iyiydi, hem de bir Amerikan yerlisi olarak tarihe adını altın harflerle kazıyacak; Anatomy of a Fall ve Sandra Hüller sonra, hayran kalmayan olmadı değil mi, aylar sonra hala cinayeti işledi mi işlemedi mi diye tartışmıyor muyuz? Bu liste böyle uzar gider, ama cümleler aşağı yukarı aynı. Bir maç sonucu bekler gibi bekledik, sürpriz olur mu dedik, tek bir tane bile olmadı!
Şahsen sürpriz olmasını en çok istediğim, beklediğim kategorilerden bahsetmek istiyorum bu yüzden... Öncelikle bence en çetrefillisi: En İyi Kadın Oyuncu. Buradaki adaylar, en az favori olandan en popülere doğru sıralamam gerekirse: Annette Bening, Nyad; Carey Mulligan, Maestro; Sandra Hüller, Anatomy of a Fall; Lily Gladstone, Killers of the Flower Moon ve Emma Stone, Poor Things. Bu beş kadından hangisinin ismi okunsa mutlu olacaktım ben. Kalbim Lily Gladstone diyordu ama Emma Stone kazandığında yine mutlu oldum. Mutluluğunu ve şaşkınlığını ise pek çok kişinin aksine samimi buldum. Carey Mulligan’ın bu törenlerden sürekli elinin boş dönmesi ise beni yıllardır üzen bir şey, ama herkesin bir zamanı var, onunki de mutlaka gelecek.
Sürpriz yaşanmayacağına neredeyse emin olduğum ama yaşansın diye adaklar adadığım bir kategoriden bahsedeceğim şimdi de: En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu. Mark Ruffalo’nun Poor Things’deki Duncan Wedderburn rolüyle bu seneki çoğu ödül töreninde aday bile gösterilmemiş olmasıyla başlayan şaşkınlığım Robert Downey Jr.’ın istisnasız tüm ödülleri toplamaya başlamasıyla devam etti. Oscar’da da sonucun değişmeyeceğini biliyordum dediğim gibi, ama bir sürpriz olmasını içtenlikle diledim. Downey Jr.’ın Oppenheimer’daki oyunculuğunu beğenmediğimden değil, ancak o koca filmin içinde aklıma son gelecek, belki de en zayıf halkaydı Hollywood’un yaramaz çocuğu (bu klişe RDJ için söylenmiş adeta). Bu anlamda Cillian Murphy gerçekten filmi sırtlanıp götüren bir sorumluluğa sahipti ve görevini de layıkıyla yerine getirdi. Konuşmasını, “Atom bombasını icat eden adamla ilgili bir film yaptık. Öyle ya da böyle Oppenheimer’ın dünyasında yaşıyoruz. Ödülümü dünyanın her yerine barışı getirmek için çabalayanlara adıyorum,” diyerek bitirdi ve içi dışı güzel bir insan olduğunu da bir kez da gösterdi bizlere.
En İyi Film ve Yönetmen ödülleri de yine Oppenheimer ve Christopher Nolan’ın oldu. Şaşırmayı beklemeye bile mecalimin olmadığı kategorilerdi bunlar. Bir Past Lives ya da Killers of the Flower Moon sürprizi fena mı olurdu? Ya da The Zone of Interest… Jonathan Glazer’ın Auschwitz’deki konsantrasyon kampının başındaki bir Nazi subayı ve ailesinin gündelik hayatlarına odaklanan filmi, En İyi Uluslararası Film seçildi de içimize bir nebze su serpildi. Bu noktada Anatomy of a Fall Uluslararası Film kategorisinde aday gösterilmiş olsaydı şayet, hele ki En İyi Özgün Senaryo’yu da almışken, The Zone of Interest’i tahtından eder miydi, bunu ne yazık ki asla bilemeyeceğiz.
Billie Eilish, Mark Ruffalo ve Ramy Youssef gibi aktörler Artists4Ceasefire, ‘Ateşkes Çağrısında Bulunan Sanatçılar’ (diye çevirebiliriz) rozetleriyle katıldılar törene. Gazze’de yaşanan insanlık felaketine dikkat çekmek için yapılan bu hareket anlamlıydı ancak geçtiğimiz Berlin Film Festivali ya da Independent Spirit Awards gecesindeki kadar güçlü mesajlar verildiğini göremedik. Akademi üyelerinin Belgesel kategorisinde ödülü, Ukrayna’nın Rusya tarafından işgalini anlatan 20 Days in Mariupol’e vermesinden savaş karşıtı bir duruş sergilemeye en azından çalıştıklarını ama biraz eksik kaldıklarını söylemek mümkün.
Gecenin tatlı sürprizlerinden biri de Wes Anderson’ın sonunda ilk Oscar’ını aldığını görmek oldu! En İyi Kısa Film dalında Roald Dahl’ın aynı isimli öyküsünden uyarladığı Wonderful Story of Henry Sugar’la aldı ödülü ve daha önce En İyi Film de dahil olmak üzere yedi adaylığı bulunuyor yönetmenin. Dört filmlik seriyi Netflix’te izleyebilirsiniz.
Hayao Miyazaki de The Boy and the Heron’la ödülü kucakladı diyeceğim fakat kendisi aynı Wes Anderson gibi törene katılmadığından kategorisinin sunucuları Anya Taylor-Joy ve Chris Hemsworth tarafından kucaklanabildi heykelciği.
Töreni dördüncü kez Jimmy Kimmel sundu, şahane bir açılış konuşması mıydı, tartışılır. Pek de komik olmayan uçlarda gezindi diyebiliriz hatta. Törenin bitmesine yakın, geceki performansıyla ilgili atılan bir eleştiri tweet’ini okudu sahnede Kimmel, kendisini hiç sevmeyen ve Oscar sunumunu da yerden yere vuran eski ABD başkanı Donald Trump’ın attığı tweet bayağı komikti bence. Ryan Gosling’in seslendirdiği, En İyi Özgün Şarkı adaylarından “I’m Just Ken” ise gecenin en muhteşem anıydı tartışmasız. Mark Ronson’la çıktıkları sahneden Guns’n’Roses’ın efsanevi gitaristi Slash’le indiler, Greta Gerwig, Margot Robbie, America Ferrera ve La La Land’deki rol arkadaşı Emma Stone’la düetler yapmadan da mekanı terk etmediler. Barbie’yle ilgili en iyi şey en başından beri Ryan Gosling’ti ve bu durum dün bir kez daha kanıtlanmış oldu bence. Ödülün sahibi ise yine Barbie Soundtrack’inden Billie Eilish ve Finneas’ın “What Was I Made For”u oldu.
Uzun bir yolculuğun sonuna geldik gibi hissediyorum. Geçtiğimiz ay Berlin’le başlayan festival durakları Cannes Film Festivali’yle devam edecek ve önümüzdeki yıl hangi filmlerden bahsedeceğimizi de gösterecek bizlere. Yaratıcıların ilham ve disiplini bol buldukları, seyircinin sinemaya gitmeyi bırakmayacağı günler olması dileklerimle diyor ve olumlu mesajlarımla evreni selamlıyorum!
Kazananlar listesi için tıklayın.