Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
60. Venedik Bienali’ne küratör Adriano Pedrosa tarafından davet edilerek iki yeni işiyle katılan sanatçı Güneş Terkol ile konuştuk.
1981 doğumlu sanatçı Güneş Terkol, kumaş pankart çalıșmalarıyla çağdaş sanat dünyamızın merakla takip edilen isimlerinden. Sanatçı, bu sene 60. kez gerçekleşen Venedik Bienali’ne küratör Adriano Pedrosa tarafından davet edilerek bienale A Song to the World / Dünyaya Bir Şarkı isimli iki yeni çalışmasıyla katıldı. Terkol'un göçmen topluluklarla bir araya gelerek kolektif şekilde ürettiği kumaş pankart çalışmaları, gerek üretim süreciyle gerek sonuç işle muazzam sanat çalışmaları olarak dikkat çekiyor. Terkol ile işlerinin üretim sürecinden bienale katılım hikayesine kadar konuştuk.
Kumaş ve dikiş tekniği ile çalışmaya nasıl karar verdiniz, süreç nasıl ilerledi?
Yaklaşık 20 yıldır tekstil malzemesi ile çalışıyorum. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim Bölümü'nde öğrenciyken kendimi ifade edecek malzemeleri araştırıyordum ve Uygulamalı Halı Atölyesi'ni seçmiştim. Rahmetli Gülçin Aksoy yürütücülüğünde iki yıl boyunca güncel sanat tartışmaları yaptığımız atölye ortamında doğal iplerle halı dokudum. Dokuyarak ve dokunarak iş üretmek, pratiğime bir yeni bir alan açtı. Aynı dönem İstanbul'daki dikiş atölyeleri ve fabrikalardan topladığım kumaş artıklarını biriktirerek kendi paletimi oluşturmaya ve kolaj çalışmaları yapmaya başladım. Dikiş makinası benim kalemim gibidir. Makina ile çiziyorum. Elimin uzantısı gibidir. Kumaşın hafif, taşınabilir, ekonomik bir malzeme olması bana büyük bir özgürlük verdi.
Son yıllarda severek kullandığım kumaş, pamuklu ve transparan bir malzeme. Hem bitkilere koruyucu gölge işlevi görmek hem de insanların yaralarını iyileştirmek için kullanılan bir malzeme. Sera bezi, gaz bezi veya gölgelik olarak kullanılan beyaz kumaşı kendim renklendirerek dönüştürüyorum. Bazen pancar, soğan kabuğu, tütün yaprağını kullanarak doğal boyalar yapıyor, kaynatıyor, güneşte kurutuyorum. Malzeme bana ikinci teni hatırlatıyor. Kırılgan bir malzeme olsa da hikayelerimi ve karakterlerimi taşıyacak güce sahip. Mekana ve ışığa göre şekil değiştirebiliyorlar.
60. Venedik Bienali’ne küratör Adriano Pedrosa tarafından davet edildiniz. Davet ve sonrasındaki üretim süreci nasıl gelişti?
Adriano Pedrosa’nın küratörlüğünü üstlendiği Yabancılar Her Yerde/ Foreigners Everywhere başlıklı bienal için iki tane yeni pankart üretmem teklif edildi. 2010'dan beri devam ettirmiş olduğum kadınlarla pankart atölyeleri serisinden iki yeni çalışmanın tasarımını Venedik’e gelmeden önce hazırladım. Birinci pankartta gondollarda ilerleyen anonim kadın figürlerinin su üstünde güneşli bir Venedik fonunda ilerleyen görüntüsü, diğerinde ise kayan yıldızlarla dolu bir gecede San Marco Meydanı’nda görünen anonim figürler yer alıyor. Görseldeki konuşma balonları ve anonim karakterlerin tasarımları atölye çalışmaları esnasında katılımcılar tarafından ortak üretim ile tamamlandı.
Bienalin kavramsal çerçevesi ile sizin işlerinizin hangi noktalarda kesiştiğini düşünüyorsunuz? Bize bienalde yer alan eserlerinizden bahsedebilir misiniz?
İşlerim genelde toplumsal cinsiyet konuları ve farklı kesimlerden insanlarla tanışmak üzerine ilerliyor. Bu anlamda Venedik’te bir buçuk ay kalmak, göçmen ve queer dernekleri ile buluşup yeni üretimler yapmak, içerik olarak sergi konsepti ile diyalog içinde oldu. 40 gün boyunca Venedik’te bienal binasında yer alan atölyede CO.GE.S don Lorenzo Milani ve Casa Punto Froce kolektifleri ile birlikte çalışarak Ukraynalı, Afrikalı, Afgan ve queer katılımcılar ile hikaye anlatım ve dikiş atölyesi düzenledim. Ortak kaygıları, yaşam anlatıları, hayalleri, şehirden talepleri ve isyanları dile getiren büyük boyutlu iki pankart çalışması ortaya çıktı, Çok dilli bir atölye süreci oldu. Aynı zamanda performans programında yer aldığım için heyecanlı bir süreç geçirdim.
Pankart hazırlamanın sizin pratiğinizde önemli bir anlamı var aslında. Farklı gruplarla kolektif şekilde üretiyorsunuz pankartlarınızı. Biraz bu pratikten bahsetmek istiyorum. Neden kolektif üretim? Bu grupları neye göre seçiyorsunuz, nasıl deneyimler elde ediyorsunuz?
2010 yılından beri farklı ülkelerde farklı profildeki kadın katılımcılar ile pankart atölyeleri gerçekleştiriyorum. Türkiye, Çin, Almanya, Avusturya, İtalya, Endonezya ve Birleşik Krallık'ta farklı geçmişleri olan kadınların hikayelerini, isyanlarını, hayallerini taşıyan toplam 14 pankart çalışması yaptım.
Atölyeler, farklı konumları görme, kabul etme ve öğrenme üzerine yüz yüze bir çalışma ortamı yaratıyor. Her bir pankart çalışması, kolektif düşünce süreci ile bireysel anlatımları koruyarak ortak bir çalışma sürecini hedefliyor. Katılımcılar ile cinsiyetçi, ırkçı, sınıfçı olmayan görsellere yolculuk yapmaya çalışıyoruz. Atölyeler, açık çağrı ile katılmayı düşünen tüm kadınlara ücretsiz olarak düzenleniyor. Genelde bir hafta veya bir ay süren buluşmalar yapılıyor. Katılımcılar atölye çalışmaları esnasında önce belli bir konu başlığında ön bir sohbete davet ediliyor. Ardından dikiş, çizim, söz vs. gibi üretim ile meşgul olurken bir yandan da kendi hayatları ve karşılaştıkları zorluklar üzerine konuşma fırsatı buluyor. Böylece kadınların kendi aralarında sosyalleşmesini sağlayan bu atölyeler önemsediğimiz konular üzerine rahatça konuşabildiğimiz bir alan açıyor.
Ortaya çıkan iş kadar onun üretim sürecinin de bir sanat pratiği olduğunu düşünüyor musunuz? Özellikle sizin işlerinizi düşündüğümüz zaman… İşlerinizin kolektif üretim sürecini de kayıt altına alıyor musunuz?
Üretim süreci işin bir parçası elbette, rahat bir ortam olması açısından ses ve video kaydı almıyorum. Belgelemek adına fotoğraf çekimleri oluyor, onlar da katılımcıların isteğine göre şekilleniyor. Eserlerin kendileri, hikayelerin taşıyıcıları oluyor.
Bienaldeki eserinizin yerleşim süreci de bir sanat performansı olarak değerlendiriliyor. Performans sanatı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bienal açılış gününde katılımcılar, açık çağrıya gelenler ve İstanbul’dan dostlarla beraber yaklaşık bir saat boyunca pankartlarla ve müziğimizle yürüyerek Venedik sokaklarına karıştık. Güneşli bir sabahtı ve şehrin kalabalığında kendimize alan açmak çok keyifliydi. Şehirde ötüşen kuşlara ve insanlara selam vererek köprülerden geçtik. Bir yandan da kuş düdükleri ve flütler çalarak bir an için dünyaya bir şarkı sunmuş olduk. İki kolektifin ilk defa tanıştığı önemli bir andı. Düşüncelerimizi, hayallerimizi, taleplerimizi ve barış dileklerimizi taşıdık. Yürüyüşümüz sonunda işleri Arsenale’deki sergi alanına asarak katılımcılarla beraber tüm geçirmiş olduğumuz süreci kutlamış olduk.
Performans sanatıyla ilgili olarak 2005 senesinden beri HaZaVuZu sanat kolektifimizle beraber kamusal alanda pek çok çalışma gerçekleştirdik; ses, video ve performans gibi çeşitli disiplinlerde çalışmalarımızı sürdürdük. Son yıllarda ise Guguou isimli müzik grubumuz ile performanslar yapıyoruz. Ayrıca üyesi olduğum Alaca Heyheyler kadın kolektifimiz ile üretimlerimize devam ediyorum. Farklı işbirlikleri içinde olmanın verimli bir alan olduğunu düşünüyorum.
İşlerini mutlaka takip ettiğiniz sanatçılar var mı?
Gittiğim ülkelerde ve İstanbul'da sergileri ve müzeleri gezmeyi çok severim, elimden geldiğince sanatçı atölyelerini ziyaret ederim. İşlerini takip ettiğim sayısız sanatçı var. Öncelikle Suzzanne Lacey, Guerrilla Girls, Louise Bourgeois, Judy Chicago, Joan Mitchell, Duchamp, Nil Yalter, Ayse Erkmen, İnci Eviner, Laurie Anderson'u sayabilirim.
Şu sıralar neler okuyorsunuz, nelerden besleniyorsunuz?
En son Ocean Vuong'un yazdığı Yeryüzünde Bir An İçin Muhteşemiz kitabını okudum. Göçmenlik ve kimlik üzerine harika bir kitap. Kitaplardan çok besleniyorum. Ayrıca feminizm, sanat tarihi, felsefe, arkeoloji üzerine araştırma yazılarını da takip ediyorum.
Bir sanatçı olarak çalışma rutininizi de merak ediyorum, sergiden sergiye değişen bir rutin mi söz konusu yoksa tüm üretimleriniz belli bir rutin sonucu mu meydana geliyor?
Çalışmalarımı özellikle yaşadığım ve çalıştığım yerler, sosyal durumlar ve içinde bulunduğum ilişkiler, karşılaştığım imgeler ve anlatılar şekillendiriyor. Asıl yöntemim farklı sosyal yapıları ve ilişkileri keşfetmek için yeni topluluklarla etkileşim içinde olmaya ve belgelemek adına yeni çevrelere girmeye dayanıyor. Bu nedenle gittiğim sanatçı misafir programlarında atölye rutinimden uzaklaşıp şehirden besleniyorum, yeni insanlarla ve durumlarla karşılaşıyorum.
Atölyemde düzenli olarak çalışıyorum. Çoğunlukla tekstil, desen, zaman zaman da ses ve video kaydı kullanıyorum. Yaşadıkları ve çalıştıkları kültürel merkezlerdeki sosyal ve kültürel değişimlere adapte olmuş ya da adapte olmayı reddetmiş kadınlar anlatılarımda sıklıkla baş karakterlerdir.
Ortak üretime, konuşmaya dayalı, hayata karışmış bir üretim sürecine inanıyorum. İşlerime konularını veren sosyal ilişkiler, toplumsal koşullar, politik gündem, çok ayaklı bir yapıda ilerliyorlar.
Şu anda neler üzerine çalışıyorsunuz, belli olan başka sergileriniz ya da projeleriniz var mı?
Haziran ayında Endonezya'da misafir sanatçı programına katılıyorum. Farklı ülkelerden iki kadın sanatçı ile beraber Flori Adası'nda yaşayan köylülerle buluşup dokuma ve kumaş boyama üzerine atölyeler düzenleyeceğiz. Ayrıca o adada yakın zamanda arkeolojik kazılarda ortaya çıkan Homo florensiesis (bir metre boyunda hobit insanlar) üzerine araştırma yapacağız.