Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Pop-Art’ın öncü ismi Roy Lichtenstein’ın 100. yaşı sanatçının en önemli yapıtlarının öne çıkacağı özel bir sergiyle kutlanıyor.
Kitle iletişim araçlarından edindiği görsel malzemeyi parlak ve nüktedan stiliyle tuvale taşımasıyla pop kültürde yeni bir paradigma yaratan Roy Lichtenstein; Andy Warhol ve Jackson Pollock gibi sanatçılarla birlikte Pop-art hareketinin öncü isimlerinden oldu. 1960’larda ana akım medyada yer alan karikatürleri ve ünlü reklam afişlerini ‘sahiplenen’ Lichtenstein, sarışın stereotipleri, savaş kahramanlarını ve çizgi karakterleri konuşma balonları ile resimleyerek aslında sanat tarihinde parodiye, yüzeyselliğe, gündelik hayatın sıradanlığına ve potansiyeline epeyce alan açıyordu. Özellikle matbu görselleri kat kat büyüterek elde ettiği ‘Ben-Day’ noktaları adlı piksel daireleriyle yeniden ürettiği çizgi dizi temsillerinin canlı renkleri, geometrik ve net sınırlarına eklemlenen çarpıcı diyalog seçimleriyle ikonikleşen bu resimlere neredeyse herkes aşina. Ancak çoğunluk, onların Roy Lichtenstein tarafından yaratıldığından bihaber. Bunun öncelikli sebebi elbette sanatçının çığır açan bu fikri buluşu ve formunu herkese hitap edecek şekilde oturtması; bir diğer sebebi ise bu ikonik imajların farklı dönemlerde ve yerlerde tekrar tekrar üretilerek kültürel bir metaya dönüşmesi diyebiliriz. Bu meta olma halinin, sanatçının ve eserlerinin değerinden hiçbir şey kaybettirmediğinin, hatta tersine, görünürlüğüne katkı sağlayarak farklı sanatsal konuların tartışılmasına da zemin hazırladığının altını çizmeliyiz. Zira Lichtenstein’ın 1960’larda aldığı eleştirilerin ve intihal suçlamalarının yoğunluğunu düşününce, şimdilerde örneğin sanatta orijinallik kavramının tartışılmasında ilk irdelenecek eserlerin yaratıcısı olarak yakın dönem sanat haritasında ciddi bir mevkiye sahip olduğunu mutlaka belirtmek gerekiyor.
2013’te Tate Modern’de gerçekleşen Roy Lichtenstein retrospektifi epey yankı uyandırmış, üzerine yazılan yüzlerce makalede sanatçının üslubu, kişiliği, kariyeri, entelektüel çevresi, dahil olduğu sanat hareketi, hatta hali vakti yerinde bir ailenin mensubu olarak bu eserleri neden yapmayı seçtiğine dair birçok konu ele alınmıştı. Şüphesiz ki çok ilgi uyandıran, aslında izleyicide bir karşılık da bulan, fakat konvansiyonel sanat anlayışının ucuna dahi dokunmadan kendi başına var olabilen yapıtları bir yerlere koymak, kıymetlendirmek oldukça zor. Dolayısıyla da ölçeği büyütülmüş bir karikatür karesinde yer alan ‘Wham!’ veya ‘Pheww! ya da ‘Thad!’ gibi ses patlamalarının konuşma balonları içinde elle resmedilmesi herkesi, o zaman olduğu gibi, bugün de şaşırtıyor ve yoğun şekilde etkisi altına alıyor. Guardian’da Adrian Searle’nin Roy Lichtenstein: too cool for school? başlıklı makalesi bu konuya değiniyor: “Lichtenstein’ın çalışmalarında psikolojiden yararlanıp yararlanmadığından emin değilim. Eserlerinde her şey hem içeride hem yüzeyde gibi. Bu açıdan bakıldığında, bir boşluk duygusu var. Duyguları ve yüzeyleri kusursuz şekilde düz tutuyor. Onda Warhol’un çalışkan ve duygusuz bakışı yok. Claes Oldenburg’un mizahı ya da James Rosenquist’in tuhaf aşırılığı da yok. Lichtenstein soğukkanlı. O ağlamalı çizgi romanları resmettiğinde, o boyalı patlamaları yansıttığında bile bir tavır sahibi.”
Viyana’daki Albertina Müzesi’nde bu ay başlayacak Roy Lichtenstein: A Centennial Exhibition başlıklı sergide, sanatçıya ait 90’dan fazla resim, heykel ve baskı eseri yer alıyor. Lichtenstein’ın en önemli yapıtlarının yer aldığı seçkide, dünyanın farklı yerlerindeki önemli kurumlardan ödünç alınan işlere de yer veriliyor. Stockholm Moderna Museet’ten Köln Ludwig Müzesi’ne, New York MoMA’dan Madrid Museo Thyssen-Bornemisza’ya prestijli kurumlardan eserlerin dahil olduğu retrospektif, 1960’ların kültleşmiş iki başyapıtını da bir araya getiriyor: Look Mickey ve Popeye. Diğer yandan, sanatçının reklam afişlerinden apartarak ürettiği siyah-beyaz obje resimleri ile parlak yüzey tekniğini kullandığı manzara resimleri de sergideki yerini alıyor. En ilgi çeken diğer ‘sahiplenilmiş’ eserler serisindeyse, ünlü ressamların yapıtlarının yeniden üretildiği alanla karşılaşıyor ve burada Picasso, Dali, Kirchner ve Pollock’un Lichtenstein yorumlarını takip ediyoruz. Bu noktada, 1997 yılında aramızdan ayrılan sanatçının, ölümünden sonra yapılan ilk retrospektifi için New York Times sanat eleştirmeni Holland Cotter’ın sözlerine kulak verelim: “O, başka kimseye benzemiyor. İşleri hâlâ taze ve cüretkar. Bizi sarıp sarmalıyor; hele ki ilk dönem çalışmaları bir dönemin ruhunu ele veriyor. O şu an kültürün içine gömülü, bundan sonra da çıkacak gibi gözükmüyor.” Bu makaleden 11 yıl sonra hâlâ harfi harfine aynı şeyleri söylemek mümkün mü? Kesinlikle.
Roy Lichtenstein: A Centennial Exhibition 8 Mart-14 Temmuz tarihlerinde, Viyana’da Albertina Müzesi’nde ziyarete açık.