Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Nilüfer Yıldırım, Milano’da açtığı sıradışı stüdyosunu ve içsel keşif arzusuyla çıktığı sanat yolculuğunu Vogue Türkiye’ye anlattı.
İstanbul, Milano ve New York gibi sanatın kalbinin attığı şehirlerde yaşayan sanatçı Nilüfer Yıldırım, Milano’daki stüdyosunun kapılarını sanatseverlere açtı. Sanat pratiğinde gündelik gerçeklikler ile hayal dünyaları arasındaki akışkan sınırları araştıran Yıldırım, şehirde kendine ait bir yaratım alanına sahip olmanın sanatsal yolculuğunun doğal bir uzantısı olduğunu belirtiyor. Milano’daki açık stüdyo günleriyle sanat profesyonelleri, koleksiyonerler ve sanatseverlerle bir araya gelen Yıldırım, gördüğü ilgiden oldukça memnun.
Benim için resim geçen zamanı unutulmaz kılan, içe dönük bir keşfetme halidir. Zaman zaman kazanılacak bir şey, ulaşılacak bir durumdur: Kendinizi ve sanata bakış açınızı en iyi ifade ettiğiniz o son resmi yapmaya çalışmak gibi. Zaman zamansa, sonunu düşünmeden içinde kalabildiğiniz ve keşfe çıktığınız bir deneyimdir. Ve aynı zamanda ikisinin arasındaki düşünme ve bekleme halidir. Bir tablonun topluma ilettiği mesaj hem sanatçının özünden hem de izleyicinin bakış açısından beslenir. Kimi eserler toplumsal normlara meydan okur, insan doğası, kimlik veya adaletsizlikler üzerine düşünmeye davet eder. Kimileri ise sükunetin, hayranlığın veya kaçışın kapısını aralar. Sanat; sorgulama, iyileştirme, ilham verme ve kışkırtma gücüne sahiptir.
İstanbul, Milano ve New York gibi farklı şehirlerde bulunmanın sanatınıza etkisi nasıl oldu? Bu farklı şehirlerde sanat ortamlarını nasıl karşılaştırırsınız?
Merak, keşfetme ve özgürlük arzusu oldukça yüksek biri olarak İtalya’da sanat tarihi okumak istediğime karar verdiğimde 15 yaşındaydım. Bu bana muazzam bir bağımsızlık hissi kazandırdı.
Böylece o içsel özgürlüğe olan yükümlülüğümü yerine getirdim diyebilirim. İstanbul, Milano ve New York gibi farklı şehirlerde yaşamak ve çalışmak, beni değiştirdiği ve dönüştürdüğü gibi sanatımı da benzersiz şekillerde derinden etkiledi. Sonuçta her şehir, kendine ait özgün bir enerji, tarih ve kültürel nüans taşır; bu unsurlar size kattıkları ile doğru orantılı olarak yaratıma nüfuz eder diye düşünüyorum. İstanbul’un sanat sahnesi, kültürel zenginlik ve tarihsel bir diyalogla şekillenirken; Milano’nun sanat dünyası sofistike ve tasarım odaklıdır. New York’un sanat sahnesi ise hızlı tempolu, yenilikçi ve sürekli değişen bir yapıya sahiptir; daha çok, çeşitlilik ve değişimle beslenen bir ortam yaratır.
Fotoğraf: Leonardo Tiezzi
Heyecan verici ve spontane bir deneyim oldu. Son zamanlarda burada bir stüdyoya sahip olmak, sanatçılar ve düşünürlerden oluşan bir topluluğun içinde, canlı bir ortamda özgürce denemeler yapmamı sağladı. Burada olmak ve işlerimi burada sunmak, sanatsal yolculuğumun doğal bir uzantısı haline geldi ki bu dinamizm şu anda benim için keyifli.
İşlerimde, bu geçişi doğal bir akış olarak görüyorum. Her iki alanın birbirine bağlı olduğuna ve sürekli olarak birbirlerini etkilediklerine inanıyorum. Bu dünyada hiçbir şey çatışma olmadan var olamaz.
Çatışmayı, olayların durgunluğun dışına çıkmasını sağlayan bir motor olarak görüyorum; dolayısıyla benim baktığım yerden, aslında her şey zaten bir denge içinde. Bu anlamda denge kurmak gibi bir kaygım yok; gerçek ile hayal arasındaki sınırların akışkan olduğu, örtüşme anlarına izin veren alanlar yaratmaya çalışıyorum.
Küçük yaşlardan beri çok sezgisel bir yapım var. Bunu fark ettikçe ve buna daha fazla yöneldikçe, her şey doğal olarak bana gelmeye başladı. Resim yaparken belirli bir anıya veya deneyime odaklanmam. Onlar zaten benim içimdedir ve ben o akışa izin verdiğim sürece çalışmalarıma yansır. Neyi neden yaptığımı daha sonra fark ederim. Bu fark ediş sürecin içinde olur ve daha sonra resmin oraya evrilmesine, “o” ne ise “o”nu ön plana çıkarmaya çalışırım. Bu dinamik ve deneysel bir durum, bu anlamda her resmin bir keşif yolculuğu olduğunu düşünürüm. Resim yapmak için belirli bir rutin gerektiğini düşünmüyorum. Her şeyi planlamış olsaydım ve ne olacağını bilseydim, çabuk sıkılırdım.
Yeni insanlarla tanışmak ve şehirdeki topluluğumu oluşturmak, heyecan verici fikirlerin paylaşılması ve farklı yaratıcılarla tanışma fırsatı her zaman ilham verici ve uyarıcı bir deneyim. Galeriler, gazeteciler ve diğer sanat profesyonellerini ağırlayabileceğim bir alana sahip olmak, işimi sergilemek ve bunun hakkında konuşmak gerçekten heyecan verici.
Şu anda yeni açtığım Milano stüdyosuna odaklanıyorum. Stüdyo 4-6 Nisan tarihlerinde Milano Art Week (Miart) programının resmi bir parçası olacak. Ayrıca özellikle İtalya’da yürüttüğüm birkaç proje var. Bunlara, 2025’in ikinci yarısı ve 2026 için öngörülen bir sergi de dahil.
Fotoğraf: Leonardo Tiezzi
Aslında resimsel deneyimim gündelik hayatıma benzer. Doğallığı, olduğum gibi davranmayı seviyorum. Sakin, sadeliği, adaleti ve özgünlüğü değerli bulan biriyim ve küçük, anlamlı anlarda mutluluk bulurum. Gerçekliğe önem veren ve yaşadığım her şeyde gerçekliği arayan bir insanım. Hatta bu, her türlü tutkumun önüne geçer. Sanat dışında beni en çok besleyen, hiç şüphesiz annelik; hayatıma büyük bir zenginlik ve perspektif katıyor ve her anını çok değerli buluyorum.
Her zaman soyut sanattan hoşlanmışımdır. Çocukken, Fahrelnissa Zeyd’in resimlerine hayrandım; kitapları, ailemin evindeki sehpanın üzerinde dururdu. Şu anda çok sayıda sanatçıyı takip ediyorum. Joan Mitchell, Willem de Kooning ve Rita Ackermann’a büyük bir hayranlık duyuyorum. Eserleri, bana derin bir duygusal boyutta hitap ediyor. Benim için en etkileyici olan, kompozisyon, renk ve dokunsallık arasındaki bu oyun; bunlar içsel bir şekilde, sanatçının ruhundan çıkan unsurlar gibi geliyor.