Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Farklı nesillerden kadın sanatçıların görünürlüğüne adanan Hep Buradayız sergisi, İstanbul Modern’in yeni binasında. Müze mimarisi, sergileri ve sanat programlarıyla şehirde ve dünyada köklenmeye hazır.
Galataport’un şüphesiz en görkemli yapısı İstanbul Modern, Paris’te Centre Pompidou, Basel’de Fondation Beyeler, New York’ta Whitney Museum of American Art gibi sanat yapılarında imzası olan ünlü mimar Renzo Piano’nun Türkiye’deki ilk projesi. Boğaziçi’nin sularıyla diyalog hâlindeki beş katlı müze yapısı, çatı terasındaki havuz yerleştirmesiyle lokasyon kimliğini bütünlüyor; güneş ışıkları, Boğaz, Tophane ve Tarihi Yarımada’nın bıraktığı izlenimler alüminyum panellerle içeriye, sanatla yeniden kurgulanan zihinsel değişime davet ediyor. İstanbul Modern’in yeni binası, şeffaf zemin katı ve geniş sergi salonlarıyla izleyicinin mekansal deneyimini ferah ve kolaylaştırıcı bir şekilde kurguladığından, katlar arası sergi geçişleri kapsayıcı bir akışla gerçekleşiyor. Çağdaş sanatın önemli isimlerinden Olafur Eliasson’un mekana özgü yerleştirmesi Senin Beklenmedik Seyahatin adlı yapıt da, belki de bu tecrübenin bir tercümesi gibi merkeze ve merdiven boşluğuna yayılıyor. Bu iç yolculuğun ve dış manzaranın daha detaylı bir meteorolojik dönüşümüyse, Refik Anadol’un mekana özgü yerleştirmesi olan Sonsuzluk Odası: İstanbul Boğazı başlıklı eserde hayat buluyor. “Herkese açık bir yer yapmak” amacıyla cesurca hem sağlam hem de akışkan bir mekan tasarlayan Renzo Piano, şeffaflığın hem fiziksel, hem sanatsal, hem de toplumsal anlamları olduğundan bahsediyor ve ekliyor: “Bu bina, sonsuza kadar yaşaması için tasarlandı.”
Bu yazıyla, İstanbul Modern’de kadın sanatçıların yer aldığı Hep Buradayız sergisine odaklanmadan önce, her birinin ayrıca görülmesi ve mercek altına alınması gereken sergileri anmadan geçmeyelim. Yüzen Adalar, çoğunluğu ilk kez sergilenen; Türkiye ve dünyadan sanatçıların 280’den fazla yapıtına yer verirken, Nuri Bilgi Ceylan’ın Başka Bir Yerde başlıklı fotoğraf sergisi yönetmenin farklı coğrafyalarda çektiği 22 büyük portreden oluşuyor. Renzo Piano: Yerin Ruhu sergisi müzenin yeni binasının hikayesini gözler önüne sererken, Cemal Emden’in Mimarinin İnşası başlıklı fotoğraf sergisi ise inşaat süreci dahilindeki mimari unsurları tarihe iz düşen görsellerle bir anlatıya dönüştürüyor. Bank of America’nın sponsorluğunda gerçekleşen ve kadın sanatçıların üretimlerini desteklemek üzere 2016 yılında başlatılan İstanbul Modern Kadın Sanatçılar Fonu vesilesiyle koleksiyona dâhil edilen eserlerin sergilendiği Hep Buradayız sergisi ise, farklı mefhumları işleyen ve tekil varoluşlarıyla bulundukları yerde güçlü yapıtların biraradalığına adanıyor. Kimlik politikaları, kolektif ve mekansal bellek, ataerkil ve normatif sosyal unsurların irdelendiği çalışmalar, farklı nesillerden sanatçıları bağlantıya geçirerek çok katmanlı bir eleştirel söylemin varlığına da alan açıyor.
Güneş Terkol
İstanbul Modern şef küratörü Öykü Özsoy Sağnak’ın kürasyonunu yaptığı Hep Buradayız sergisi, yalnızca ülkemizde değil, küresel bağlamda kadının sanat üretiminde 20. yüzyıla dek nesne konumunda oluşundan yola çıkıyor. Dolayısıyla günümüze uzanan süreçte farklı şekillerde yaşanan iktidar mücadelelerinin bir sonucu olarak edilgen temsillerden sıyrılan, güç kazanan, etken, yaratan, üreten bir özne olarak var oluşunu hissettiren, kabul ettiren, normalleştiren ve fark ettiren, takdir edilen kadın sanatçılara vakfediliyor. Bu bağlamda Özsoy Sağnak, önceleri kadınların yaratıcılıklarını ve yeteneklerini el sanatları ve zanaat olarak yansıtabildiklerini ve geleneksel alanlarda ürünler verdiklerini ifade ediyor. “Osmanlı dönemi resim sa-
natında kadınların konu olarak ele alındığı yapıtlarda, genellikle iç mekanlarda, geleneksel cinsiyet rolleri çerçevesinde temsil edilen kadınların resimlerini görürüz. Bunun dışında bireyselliklerini vurgulayan resimler yapılmamıştır. Türkiye modern sanat tarihinde kadın imgeleri çok yoğun olarak kullanılmıştır, ancak yaratılan bu imgeler kadınların kendi deneyimlerinin değil, özellikle erkek sanatçıların deneyim, arzu ya da hayalleriyle kadınlara yükledikleri anlamların imgeleridir.” Osmanlı İmparatorluğu’nun sonlanışından Cumhuriyet’e geçiş sürecinde özellikle eğitim ve toplumsal katılım alanındaki ilerlemeyle birlikte kadınların nispeten özgürleştiğine, ancak yine konvansiyonel sınırlarda anne, öğretmen gibi rollerde yüceltildiğine tanık oluyoruz. Ancak modernleşme sürecinde özellikle 1960’lardan sonra kadın sanatçıların sayısının arttığına da dikkat çeken Özsoy Sağnak, 1970’lerde ve 1980’lerde gerçekleşen feminist hareketle-
rin kadın mücadelesine katkısının altını çiziyor: “1980’lerden itibaren toplumsal meseleleri net bir şekilde dile getiren, kendi hayatını ve bedenini ifşa ederken dayatılan rolleri sorgulayan ve bunlara en cesur şekilde karşı koyanlar kadın sanatçılar oldu. Bu anlamda, özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren üretilen sanatı, kadınların artık kendi ifadelerini buldukları, farklı malzeme ve yöntemlerle yapıtlarına aktardıkları, böylece yalnızca temsil edilmekten çıkıp, kendi sanatsal ifadeleriyle var oldukları bir dönem olarak düşünebiliriz.” 2000’li yıllarda ise sanat ekosisteminde kültür-sanat kurumlarının, özel müzelerin ve galerilerin açılması, koleksiyonerlerin artmasıyla birlikte sergileme imkanlarının genişlemesi, kadın sanatçıların görünürlüğüne de katkıda bulunuyor; ancak yine de bir cinsiyet eşitliğinden söz etmek mümkün olmuyor elbette.
Nilbar Güreş
Hep Buradayız sergisi, kendi dilini oluşturmuş, yapıtlarında izleyiciye direkt etki eden, odaklandığı meselede estetik ve düşünsel iddiası olan kadın sanatçıların yapıtlarına yer veriyor. Farklı malzemeler, farklı konular, farklı ifade biçimleri ve farklı teknikler, kadın sanatçıların yaşadığı dönemi, ortamı ve atmosferi yorumlama ve yansıtma becerileriyle birbirine bağlanıyor. Özsoy sergide yer alan sanatçıların yaratma cesaretlerinin, bugünün sanatının güçlü örneklerini sunmalarına aracı olduğunu anlatıyor. “Yaşadıkları çağa tanıklık eden bu sanatçılar, her türlü ayrımcılığa, eşitsizliğe karşı seslerini yükseltirken; göç ve bunun sonucu ortaya çıkan sorunları, cinselliğin barındırdığı iktidar ilişkilerini, güç ve aidiyet gibi kavramları, bellek, mekan ve tarih yazımı arasındaki ilişkileri, ekolojik felaketlerin yarattığı yıkımları yapıtlarında aktarıyorlar.” Türkiye’den 11 değerli kadın sanatçının yer aldığı sergide, yakın zamanda kaybettiğimiz Selma Gürbüz, mitolojiden beslenen kült kadın figürlerini yeniden yorumlayan eseri Birbirimize İyi Bakalım (2020) ile izleyene toplumun bir parçası olduğunu ve dayanışma ihtiyacını hatırlatıyor. Hera Büyüktaşçıyan’ın Sonsuz Takımadalar Üzerine Bir Çalışma (2017) başlıklı işi, sanatçının Heybeliada’da yaşadığı Terk-i Dünya Manastırı’ndan başlayarak farklı mekanlara yaydığı -fayans parçası ve taş gibi artık istenmeyen mimari buluntuları- araştırma sürecini nihaileştiren bir yerleştirme. Mehtap Baydu’nun Otoportre: Karakter Bürünmek (2017) adlı yapıtı, toplumsal cinsiyet rollerini kadın elbiseleriyle kurguladığı bir performansla test ederken, İnci Eviner 2005 tarihli Tekinsiz serisi dahilindeki Arthur Rimbaud ve Korkma Sana Bir şey Olmaz isimli işlerinde güç ve iktidarın korkuyla ilişkisini inceliyor. Ayrıca Nilbar Güreş, Sibel Horada, Bengü Karaduman, Zeynep Kayan, Ayça Telgeren, Güneş Terkol ve Burcu Yağcıoğlu’nun eserleri de Hep Buradayız sergisinde, izleyenin temaşa ve tetkiklerini bekliyor.