Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Bağımsız tasarımcıları yüceltmek adına, Vogue’un 27 edisyonundan editörler kendi ülkelerinden en sevdiği tasarımcıları aday gösterdi.
Kuşkusuz, “gözünü karartmak” deyimi günümüzde kendi markasıyla var olmaya karar vermiş her genç tasarımcının zihnine silinemez bir biçimde kazınmış durumda. Kendi moda bayrağınızı dalgalandırmadan önce üstesinden gelmeniz gereken mayınları bir tanıyalım: Tam olarak istediğiniz şeyi üretmenin safi sevincini yaşayabilirsiniz fakat üretimin sorumlu ve saygılı bir biçimde gerçekleşmesini sağlamak için gece gündüz çalışmanız gerekecek. Giysilerinizin dünyaya -ya da dünyanıza- dair söyleyecek bir şeyleri olabilir ancak kafanızın içindeki o minik ses, karşı karşıya kaldığımız çevresel badireler nedeniyle bir şeyler üretmenin anlamı olup olmadığını soracak.
Fakat bu yeni nesil bağımsız yeteneklerin asıl olayı şu: Söz konusu bireysel ifade olduğunda yaratıcılıktan kaçınmıyorlar ve buna rağmen yaşamın belki de en dikenli meselelerine yanıt bulmaya çaba harcıyorlar. (Modanın büyük lig oyuncularının da aynı meselelerle boğuşmadığını söylemek doğru olmaz; aradaki tek fark ise bu yanıtı ararken kullanabildikleri desteğin ve kaynakların çokluğu). Dünyanın neresinde olursa olsunlar, bahsi geçen bağımsız isimler içinse moda, ibrenin yalnızca geleceği gösterdiği tek kişilik, riskli bir iş. Cinsel kimlik, zanaat, temsiliyet, topluluk, sürdürülebilirlik ve -sonuncu ama bir o kadar önemli olarak- heyecan verici ve cesur giysiler üretmekten söz ediyoruz.
Bağımsız tasarımcıları yüceltmek adına, Vogue’un 27 edisyonundan editörler kendi ülkelerinden en sevdiği tasarımcıları aday gösterdi. Tiyatro perdelerinin yükselişini izleyebildiğimiz, uçağa binebildiğimiz ya da ofise ayak basabildiğimiz, yani dünyaya yeni yeni dönmeye başladığımız şu günlerde bu tasarımcıların stili dolu cüretini benimseyelim (hatta satın alıp giyelim).—Mark Holgate
Peter Do ilk moda defilesini önümüzdeki ay gerçekleşecek olan New York Moda Haftası’nda görücüye çıkardığında bakış açısı, çoğu acemiye göre çok daha gelişmiş olacak. Bunun mümkün kılansa Do’nun son üç yılını bir yandan markasının üzerine titreyerek diğer yandan da (kendisini yetiştiren Phoebe Philo dönemi Céline aracılığıyla Helmut Lang ve Martin Margiela’dan esintiler taşıyan) hazır giyim koleksiyonunun ince ayarlarını yapıp (Rick Owens’ın sıra dışı ayakkabılarıyla aynı fabrikada üretilen) ayakkabılar çıkararak ve endüstrinin sıradan “yukarıdan aşağıya” operasyonlarından ziyade bir kolektif gibi düzenlenmiş, 21’inci yüzyıla yaraşır bir ekip kurarak geçirmesi.
Do’nun kendi adını taşıyan etiketini istikrarla ve emin adımlarla inşa ederken pek önem bahşetmediği bir alan da ünlüleri giydirmekti; erken dönem koleksiyonlarında odağı patron terzicilikti. Fakat yine de ünlüler gelmeye devam etti. Sonbahar koleksiyonunun yıldız parçası -1930’ların ekran güzellerinin kalıbına sahip, hareketli tüy korsajıyla dikkat çeken fildişi rengi ipek elbise- ilk defa Rockefeller Center’daki Studio 8H’te Anya-Taylor Joy’un ilk Saturday Night Live monoloğu sırasında görücüye çıktı. “Giydirmek, görülmek ve burada olduğumuzu bildirmek için doğru bir zaman gibi gelmişti,” diyor tasarımcı. Dikkatimizi çektiniz Peter Bey.—Nicole Phelps
Fotoğraf: Gordon von Steiner
Igor Andreev ve Masha Komarov için örgü bir yaşam biçimi. Rus ikili, “babuşka” tarzı kazakları, şekeri andıran sarmal desenli askısız bluzları ve Paskalya tonlarına bürünmüş şımarık mini etekleriyle Moskovalı havalı gençlerin kalbini kazanmayı başardı. Bir yaşını doldurmamış bir marka olan Vereja’da sıradanlık bulmak zor; balık ağı gibi örülmüş gelinlik duvağı bile yapıyorlar.
Modanın geleceğine dönük ürünler üreten Andreev ve Komarova geleneksel Rus zanaatını canlandırmaya kararlı. İşleri aynı zamanda Rus masallarından ve Doğu Avrupa’da hâlâ kutlanan pagan festivallerinden esinleniyor. “Çocukluğumuzda etrafımızda olan her şey aslında,” diyor Komarova. “İkimiz de kırsal yerde doğduk ve giysilerden tabaklara ve mobilyalara birçok el yapımı eşyayla büyüdük.”
Vereja’nı kreatif lideri Andreev örgü takıntısını ailesi ile açıklıyor; annesi Andreev ve kardeşleri için en sevdikleri çizgi film karakterleriyle süslü kazaklar örerken teyzesi ona, peçete ve masa örtüsü yaparken kullandığı örgü kalıbı dergileri alırmış. Yaşadığı Uspenskoe köyünde yalnızca kızların kabul edildiği örgü sınıfına 10 yaşındayken kabul edilmese de annesi öğretmeni ikna etmeyi başarınca nihayet kayıt olabilmiş. Tasarımcı olmadan önce bir Rus moda dergisinde editörlük yapan Andreev örgünün hayatını değiştirdiğine inanıyor. “Örgü bir kaçış imkânıydı; her şeyi unutup kendi dünyamı yaratmamı sağladı,” diyor.—Liana Satenstein
Jill Shen’s Seivson koleksiyonları ilk bakışta ultra-kadınsı ve romantik görünebilir. Ama temelinde tüyler ürperten bir his, hatta bazen şiddeti bile bulmak mümkün. Kadınların içkin ikiliğini yansıttığını söylüyor: “[Kadınlar] yumuşak kalpliler ama her an savaşacak iradeye de sahipler,” diyor Shen, Vogue’a. Bu ikili giysilerinin yapısında da keşfederek bazı detayları -iki çift kol, iki klapa şeklinde- gelecek ile geçmişi sembolize edecek şekilde sık sık ayrıştırıyor ya da kıyafetlere yeni bir tanım getirmek adına bir elbisenin sırt kısmını kesip atıyor.
Shen’in (2021’nin tamamen fiziksel ilk moda haftası olan) Taipei Moda Haftası’ndaki sonbahar 2021 defilesi kısmen Son Akşam Yemeği’nin hikâyesinden ve İsa’nın ölümünden etkilenmiş; bembeyaz giysili mankenler kanı andıran çiçekli maskeler takmış, yumurtalar ve asmalarla kaplıydı. Ama giysiler geçmişle olduğu kadar gelecek ile de ilintili: Seivson mankenleri İsa’nın döneminde değil, dünyanın son bulduğu 2062 yılında hayal ediyor. “2062’de, 2021’deki hâline göndermek istediğin mesaj ne olurdu?” diye düşünüyor. “Kuralları yıkıp daha fazla olasılık için alan bırakmayı seviyorum. Tabii bir de hayal gücü için.”—Emily Farra
Fotoğraf: Gordon von Steiner
Yueqi Qi kelebek hafifliğinde dokunuşuyla bugüne dair bir yaklaşımla eskiyi romantize eden Çinli bir moda ve mücevher tasarımcısı. Central Saint Martins’den mezun olduktan sonra Paris’te (aralarında Chanel’de nakışçılık gibi görevlerin de bulunduğu işlerle) deneyim kazanan Qi’nin işleri rengârenk, neşeli ve eğlenceli. Bunun yanı sıra farklı yer ve zamanlardan alınmış imgelerle sanal bir ilham panosunda yaşayan Z Jenerasyonu’nun dijital yerlilerini özetleyen ve bilinmeyen şeylere duyulan nostalji anlamına gelen “anemoia” kavramına da dokunuyor.
Markasını 2019’da kurduğu günden bu yana Qi gerek yüksek gerek alt Çin kültürüne ek olarak kendi anılarından da beslenmiş ve boncuk süsü gibi geleneksel Çin zanaat tekniklerinin çağdaş bir yansıtmayla yeni şekillerde kullanıldığı ışıl ışıl, kişisel ve duygulu bir evren yaratmış. İşlerinin kökleri derine uzansa da Qi’nin amacı geçmişi kopyalamak değil. “[En çok uzaktayken sevilen] evi yüceltmek” GucciFest için hazırladığı filmin temasını oluşturuyor. Qi hakikatle kurgunun, geçmiş ile şimdinin kaynaştığı o büyülü arafa sahip çıkıyor.—Laird Borrelli-Persson
Fotoğraf: Gordon von Steiner
Maximilian Davis, kendi ismini taşıyan bir marka kurma fikrini pandeminin zirvesinde gerçekleştirerek, geçen sene eylül ayında tam da Londra’nın ikinci kez karantinaya gireceği günlerde Fashion East’in gerçekleştirdiği dijital sunum bünyesinde markaya hayat verdi. Yine de ilk defilesi kentin moda sahnesinde bir heyecan dalgası yaratmaya yetti. Başkentin hareketli kulüp kültürüne ve karnaval giysilerinin neşeli ruhuna şapka çıkarttığı ilk koleksiyonu “Siyah zarafeti”nin haşmetli bir kutlamasıydı ve Davis’e Birleşik Krallık’ın en heyecan verici ve yeni tasarım yeteneklerinden biri unvanını kazandırdı.
Manchester doğumlu tasarımcı ilerleyen dönemde büyük bir hızla, yüksek profile sahip hayranlar kazandı: Rihanna ve ASAP Rocky, daha perakendeciler sipariş veremeden, ilk ürünlerini kaptı. Hemen ardından Davis kendisini, Birleşik Krallık’ın en parlak yıldızlarından biri olan Michaela Coel’u giydirirken buldu. “Ben o elbiseyi yaratana dek, Michaela tüm giysilerini annesiyle birlikte dikmiş. Bu nedenle Maximilian giymek istediğini duyduğumda çok gururlandım,” diyor Davis. Coel’un haziran ayında düzenlenen BAFTA töreninin kırmızı halı töreninde giydiği, geniş kolları ve göz alıcı ön ve arka pencereleriyle yere kadar uzanan elbise yeni bir seksi tanımını müjdeliyordu; 90’lı yılların sadeliğinde gördüğümüz güçlü mimariye heyecan verici bir yön veren bir seksilikti bu. “Cilt benim için çok seksi bir unsur ama tabii bu kadar basit değil,” diyor Davis. Tasarımcının giysi gamı daracık mini elbiselerden androjen takım elbiselere uzanan birçok ürünü kapsıyor. “Bana göre seksi olmak öz farkındalıkla, istediğini yapabilmekle ve istediğini giymekle alakalı.”—Chioma Nnadi
Son birkaç yılda Mexico City, Latin Amerika’nın moda merkez üslerinden biri konumuna erişti. Bu sahnenin en dinamik isimlerinden biri de şüphesiz Sanchez-Kane, Barbara Sanchez-Kane markasının arkasındaki isim. Floransa’da Polimoda’da okumuş ve Los Angeles’ta Bernhard Willhelm liderliğinde staj yapmış 33 yaşındaki tasarımcı toplumsal cinsiyet normlarının sorgulandığı bölgedeki yeni nesil kreatif isimlerin arasında yer alıyor. Bol dekolteli çepsleri ve arkasında ağla örülmüş şakacı el izleri bulunan pantolonlarıyla tasarımcı geleneksel maço giyim kurallarını alt üst ediyor.
Sanchez-Kane’in en yeni koleksiyonu Prêt-à-Patria bu fikirden yola çıkıp askerî bir tema benimseyetek hiper-maskülen bir noktaya taşıyor. Üniformayı andıran giysiler önden bakıldığında standard görünse de arkalarında hep bir yırtık taşıyor ve erkek mankenlerin giydiği çorap lastiklerini ve tangaları gösteriyor. Sanchez-Kane’e göre işleri, kendi kimliğinin çoklu kaymanlarını keşfetmesine olanak sağlıyor. “İşim aslına içsel bir keşifi barındırıyor ve hayatımda şu an tam olarak böyle bir deneyimin içindeyim,” diyor markasını 2015 yılında kuran Sanchez-Kane. “Latin Amerika kültürüme farklı şekiller vermeye çalışıyorum. Erkek ve kadın, doğal ve yapay, çirkin ve güzel arasındaki sıradan ayrımları tanımlıyorum.”—L.S.
Dhruv Kapoor baskı ve desene duyduğu sevgiyi gizlemiyor. Yeni Delhi merkezli tasarımcı, kendi ismini taşıyan markasını 2013 yılında, Hindistan’ın zengin tasarım mirasını taze, yeni bir bakışla ve bağlamda tekrar ele alma fikriyle kurdu. “Hindistan azami estetiğiyle biliniyor,” diyor hem erkek hem kadın giyim ürünleri tasarlayan Kapoor.. “Bunu daha dobra bir harmanla sunmak ve Hindistan’ın zarif el işlerinden canlı renklere dek sahip olduğu aşırılığı temiz terzilik ve sade bir estetikle birleştirdim.”
Koleksiyondaki imza parçalar arasında -hafif pamuk ve elle dokunmuş kumaşlardan üretilmiş- grafik, baskılı gömlekler ve strüktürel jarseyle tamamlanmış, daha sofistike ve zamansız görünen büyük beden ceketler yer alıyor. “Her ikisi de becerikli zanaatkârların emeğiyle kullanılan Hint nakış tekniklerine çağdaş bir yorum getiriyor,” diyor Kapoor. “Ekibimiz daima yeni malzemeler, renk kombinasyonları ve eski tekniklere farklı yaklaşımlar deniyor.” “Daha da çok” estetiği ile de yakından alakalı zira resmîden sokak tarzına uzanan beklenmedik giyim kuralları bir araya getiriyor. “Bana göre mevzu tuhaf kombinasyonlar yakalamak,” diyor Kapoor. “Geleneksel ile çağdaşı, sadelik ile abartıyı harmanlayan bir koleksiyon üretmeyi seviyorum. Her kombinasyon başka bir şey söylüyor.”—Christian Allaire
Tomo Koizumi, 2019 yılında Instragram’dan gönderilen bir dizi Instagram mesajı vasıtasıyla stilist Katie Grand ile yolları kesişmeden çok önce memleketi Japonya’da başarıya ulaşmıştı. İlk temaslarından yalnızca birkaç hafta sonra Koizumi, ilk kez New York City’e uçarak Marc Jacobs’ın Madison Bulvarı’ndaki mağazasında ilk defilesini sundu. Gür fırfırlı giysileri işte bu kadar tesirli: Gölgeli renklerde veya tamamen beyaz tül organzeden dikilen kıyafetleri bir yandan tüy kadar hafif kalırken öte yandan efsanevi şekillere bürünebiliyorlar.
Bu yıl Koizumi fırfırlı dikimlerini yeni pazarlara taşıyarak Emilio Pucci ile iş birliği yaptı ve markanın ünlü baskılarını yeniden yorumlayarak aynı ismi taşıyan bir gelinlik koleksiyonuna da kapı açan tulumlar tasarladı. Pandemi nedeniyle Tokyo ve Japonya’nın diğer şehirlerinde sergilenen defileleri endüstrinin sabırsızlıkla beklenen etkinliklerinden biri oldu ve yerel düşünüp küresel çalışmanın kazanan bir strateji olduğunu ispatladı.—Steff Yotka
Fotoğraf: Gordon von Steiner
Christa Bösch ve Cosima Gadient, bir diğer deyişle Berlin merkezli marka Ottolinger’in arkasındaki beyinler, modanın en “bu dünyanın dışına ait” tasarımcılarından ikisi. İsviçre, Basel’deki Moda Tasarımı Enstitüsü’nde tanışan ikili tasarıma karşı retro-fütürist bir yaklaşım takınarak paylaştıkları Avrupa mirasının unsurlarını bilim kurgu ve grafik romanlardan aldıkları temalarla bir araya getiriyorlar. Tüm bu saydıklarımıza bir de galaksilerarası çeşitliliğin çeşnisini ekleyin; moda haftası filmlerinde gerçekliği sorgulamak adına sık sık CGI (bilgisayarla yaratılmış görüntü) ve yapay zekâ teknolojileri kullanılıyor. Yine de giysileri de başka bir hâkikat sunuyor ve Bella Hadid’den Emily Ratajkowski’ye, kendisi olmak isteyen kadınlar tarafından el üstünde tutuluyor. Askılı, vücuda oturan elbiseleriyle tanınan Bösch ve Gadient, 2021 sonbahar stillerini “geleceğin elfi” olarak tanımlıyor: aynı anda hem maymun iştahlı hem distopik hem de ütopik.—S.Y.
Alejandro Gómez Palomo’nun işleri arasında gördüğümüz kasıklıkların, yelpazelerin ve gösterişin cazibeli “bir zamanlar” havasını kabul etmek gerek fakat kendisi yel değirmenleriyle savaşmıyor. Hatta İspanyol tasarımcı toplumsal cinsiyet, erkek giyimin olanakları ve modanın merkezsizleştirilmesi söz konusu olduğunda haretin en ön saflarında yer alıyor. Londra’da eğitim gören Palomo, işini memleketi olan köyde kurdu; burada ekibiyle birlikte yerli terzilerle yakın bir iş birliği kurarak erkek giyimde devrim denilebilecek bir atılıma ön ayak oldu.
Palomo, 18’inci yüzyıl gardırobundan ve Velasquez’in tablolarından ödünç alınmış malzemeler ve şekiller kullanarak terziliğe yeni bir şekil ve yumuşaklık getirmeye başladığında niyeti ajan provokatör olmak değildi; daha ziyade, 2021’de ve ötesinde erkeksiliğin ne olabileceğine dair romantik ve şahsi vizyonunu paylaşıyordu. “Markam tarihe bakıyor ve tüm İspanyol zanaatlarını bir araya getiriyor,” diyor tasarımcı. “Ama aynı zamanda tasarlanma biçimi açısından modern.” Yani tasarımcının ve arkadaşlarının yaşamlarıyla paralel, ikili olmayan bir bakış açısını yansıtıyor. Palomo Spain’in romantik erotizmi ilkelden yükseliyor.—L.B.P.
Fotoğraf: Gordon von Steiner
Charles de Vilmorin École de la Chambre Syndicale de la Couture Parisienne’den Rochas’ın kreatif direktör koltuğuna geçmesi iki yıldan kısa sürdü. (Paris, 1950’lerde Yves Saint Laurent’inkinden bu yana bir yıldızın böylesine hızla yükseldiğini görmemişti.) Şu tesadüfe bakın ki de Vilmorin dalgalı sarı saçları ve büyük gözlüklerinden skeç yapmaya gösterdikleri alakaya dek, genç Saint Laurent’e de oldukça benziyor. Günümüzde de Vilmorin gibi çizebilen pek fazla tasarımcı yok; renk paleti Niki de Saint Phalle’den esinlenen tarzı Tim Burton’ın gerçek dışına duyduğu ilgiyi de paylaşıyor.
De Vilmorin, Rochas’daki ilk defilesini Paris’te 2022 ilkbahar koleksiyonu ile yapacak ama işleri çoktan milyonlarca insan tarafından görüldü. Amerikalı rap şarkıcısı Tierra Whack geçtiğimiz yıl bir Apple reklamında, de Vilmorin’in adını taşıyan koleksiyonunda yer alan renkli kapitone pofuduk ceketle boy gösterdi. Tasarımcının bir diğer hayranı olan sokak stili öncüsü ve moda danışmanı Yu Masui geçtiğimiz ay düzenlenen ikinci “couture” defilesinde, bunaltıcı yaz havasına karşı koyarak de Vilmorin’in şişme montlarından birini giydi. Bu ikinci koleksiyonun asıl sürprizi neredeyse tamamen siyahlara bürünmüş olmasıydı. “Rochas’ta işin daha ticari kısmını öğrendiğini söyledi ve bence bunu görebiliyoruz,” dedi Mausi. “Baskı altında olabileceğini düşündüm ama görünen o ki gittikçe daha çok şey öğreniyor. Belki de gerçekten de ikinci bir YSL mucizesidir.”—N.P.
Sizce de Collina Strada çok havalı bir gündem belirleyici değil mi? Markanın yüzü olan manken geçtiğimiz ay Balenciaga’ya geçti; oradan hesap edin. Hillary Taymour ve ortağı Charlie Engman modayı döküntülerden yaratıyor ve hakiki çöplerden mücevher yapıyorlar. Yerli pazardan alışveriş etmek ve kendi elbiselerini dikmek konularında ivedi bir mesaj vermeyi amaçlayan iki aynı zamanda oldukça hassas birer çevreci. Ama bunu insanların tadını kaçırmadan yapmayı başarıyorlar. Yeni zengin New York markalarını atıklara dair bir maharet ve yüreklilikle yönetiyorlar.
Birkaç yıl önce bir açık hava defilesinde yeniden kullanılabilir çantalar dağıttılar ve içlerini dolduracak organik meyve ve sebzeler sunan bir stant kurdular. COVID’e dek yerli bir yetenek olan marka, pandeminin kısıtlamalarıyla birlikte harekete geçti ve sıklıkla en iyi dijital içerikleri üretmeye başladı. Geçtiğimiz eylül ayında, New York’un çoğu sezonu boş geçirirken onlar “Change is Cute” (Değişim Şirindir) adlı bir film üreterek Tamour’un oyunbaz giysilerini daha da oyunbaz üç boyutlu grafiklerle harmanladılar. Gucci hemen adım attı ve bir bilgisayar oyununa dönüşen başka bir proje için markaya destek çıktı. “Bir ürün modelinden ziyade öğretici veya ifadesel bir model” geliştirmeye ve bunu moda standartlarına kıyasla radikal bir ölçekte gerçekleştirmeye inanıyorlar. Mayıs ayında çevrim içi sanal meta-dünya IMVU.com’da bir defile sergileyerek bu gayelerine bir adım daha yaklaştılar. Peki markanın giden modeli kim mi? Engman’ın annesi Kathleen.—N.P.
Fotoğraf: Gordon von Steiner
Mantar, küf, böcekler, Gremlinler—bunlar genellikle bir tasarımcının ilham panosunda göreceğiniz imgeler değil. Tabii söz konusu tasarımcı Daniel Del Core değilse. Başka bir dünyadan gelmiş gibi görünen tasarımları genellikle doğanın en mütevazı (ya da tuhaf) köşelerinden esinleniyor. 2021 sonbahar defilesinde horoz mantarını andıran gece kıyafetleri, geri dönüştürülmüş ve doğranmış kâğıtlardan “tüylerle” kaplı pelerinler ve biyolüminesan böceklerden ilham alan yansıtıcı kolyeler yer alıyordu. Bu arada tüm bunlar Del Core’nin gerçek hayatta gördüğü şeyler, Instagram’da değil; müze veya vintage mağazalar gezmek yerine yaratıcılığını ateşlemek için Amazon yağmur ormanları gibi ücra, sıra dışı yerlere çıktığı yolculuklardan besleniyor. “Doğa tüm yanıtlara sahip; daha ötede aramaya gerek yok,” diyor şubat ayındaki defilesi sırasında Vogue’a. “Süregelen bir evrim, devinim ve mutasyonda gizli bir dünyadan gelen enerji fikrini çok seviyorum.”
Del Core becerilerini Gucci’nin VIP departmanının başında durarak geliştirdi ve Lana Del Ray, Björk ve Florence Welch gibi isimler için kırmızı halı elbiseleri tasarladı. Vogue’a anlattığına göre bu deneyim kadınların kırmızı halıda -ve aslında diğer her yerde- maruz kaldıkları incelenmeye ve modanın duygusal gücüne gözlerini açmış. “Doğru elbise bir kadını kuvvetle ışıl ışıl gösterebilir,” dedi. Ödül törenleri ve etkinliklerin geri dönme ihtimaliyle birlikte hangi ünlülerin Del Core’yi seçeceğini görmeyi merakla bekliyoruz. Umarız çevre konusunda en az onun kadar duyarlı ve tutkulu biri olur.—E.F.
Fotoğraf: Gordon von Steiner
Tomasz Armada ileri dönüşüm fikrine radikal bir yaklaşım benimseyerek “paçavra” dediği parçalar için ikinci el dükkânlarını arayıp tarıyor ve yerli pazara gittiğinde sebze taşırken kullanabileceği poşetler alıyor. Öyle ki, 26 yaşındaki Polonyalı tasarımcı ilk tasarımlarından birinde soğan taşımak için kullanılan çuvalların dolgu malzemesini söküp bir şort için “kürk” olarak kullandı. “Polonya’da ilginç kumaşlara erişimimiz kısıtlı,” diyor Armada. “Malzemeleri bir araya getirip tuhaf şeyler yaratmalı ya da ikinci el parçalar satan dükkânlarda kaliteli eşyalar bulmalıyım.”
Artık Polonya’da endüstri üssü hâline gelen Lodz’a yaşasa da Armada çok daha kırsal bir çevrede büyümüş. “Başlangıçta, özellikle de gelecek vadeden moda tasarımcılarının arasına katıldığımda kökenlerimden çok utanıyordum,” diyor Armada ve kilise ile yerel diskoteğin büyüdüğü kasaba Konskie’deki en büyük iki kültür merkezi olduğunu söylüyor. “Avangart, minimalist koleksiyonlar yaratarak başka biriymişim gibi yapardım.”
Armada’nın kendi ismini taşıyan vizyonunun ortaya çıkması, memleketinin sıradan güzelliğinin farkına varmasıyla başlıyor; ucuz, abartılı düğünler, yerli kadınların giydiği küstah leopar ve çiçek desenleri, elbise kataloğunda boy gösteren ninesi yaşındaki kadınların taktığı çiçekli başörtüler… Armada’nın estetiği bu yaşanmış deneyimleri ülkenin daha kapsamlı moda tarihiyle deyim yerindeyse “dikişsizce” bir araya getiriyor. Örnek vermek gerekirse, mezuniyet koleksiyonu Polonyalı asillerin 17’nci yüzyılda giydiği kıyafetlerden yola çıkıyordu. Altı sezonun ardından hem leziz bir çarpıklığa sahip olan hem de muzır bir stil yarattı; folklor kültürünü çağrıştıracak şekilde, üç boyutlu çiçekli ve uzun bir etek düşünün ya da yerli pazarların sahte nimetlerinden ilham alan ve ölü stok likra, saten ve naylondan üretilmiş, Kelly yeşiliyle göz alan şişme bir mont.
“Hem seviyoruz hem nefret ediyoruz,” diyor Armada, Polonya’ya uzanan kökleri için. “Sanırım gerçeklikle baş etme yöntemim bu.”—L.S.
Tomasz Armada'nın İzniyle
Hong Kong yerlisi On-Ying Lai ve Britanya doğumlu Jason Mui, 2013 yılında yeni moda mezunları olarak Hong Kong’da tanıştı ve kadim Çin’in giysi kurallarına duydukları ortak sevgiyle bağlarını kuvvetlendirdi. Giysi markaları Yat Pit’i “Çin tarzı giysileri ve detayları, gündelik gardırobumuzda rahatça tekrar yer alabileceği şekilde yorumlamak” amacıyla kurdular.
2015’teki kuruluşlarından bu yana, tarihî ve çağdaş unsurları bir arzulanan, giyilebilir kıyafetler koleksiyonuna aşılayarak yadsınamaz bir yükseliş yaşayan birer yetenek oldular. Kopçalar, hakim yakalar ve Çince karakter baskıları gibi Çin motifleri koleksiyonun tamamına serpiştirimiş. Kadın giyim grubu taba rengi örgü elbiseler, büyük kalıplı gri blazer ceketler ve krem rengi qipao (Çinli kadınların giydiği geleneksel elbise) gibi rahat parçalar barındırıyor. Diğer parçalar daha iddialı: Beş İmparator madeni parası ve yeşim kabason dikili bir etek benekli kumaşı andıran bir dokuya sahipken başka bir etek baskı yerine Hong Kong şehir silüetinin bir resmiyle işlenmiş. Bu tür detaylar markanın -tasarımcılar tarafından “oyunbaz, düşünceli ve kültürel” olarak tanımladığı- estetiğini tam anlamıyla özetliyor. Instagram çağına mükemmelen yaraşan bir marka olarak da ürünlerini çoğunlukla uygulama aracılığıyla satıyorlar.—Sarah Spellings
Yat Pit'in İzniyle
Ceylin Türkkan Bilge ve eşi Emir, Akdeniz’in yaşam sevincini markaları Siedrés’te yakalamayı başarıyor. Pandemi döneminde kurulmalarından bu yana Türk ikili açık renkli kumaşları, sarkık ve havalı silüetleri ve bol çiçek motifleriyle Hailey Bieber ve Emily Ratajkowski gibi en esaslı “Insta-kızları” arasında ses getirmeye başladı.
“Siedrés” ismi hayali bir Türk parti kasabasını temsil ediyor ve burası markanın 70’lerden ilham alan baskılı örgü İspanyol paçalı pantolonlarını ve pembe çiçek desenleriyle kaplı dev şapkalarını giymek için mükemmel bir yer. Kıyafetler birer hediyelik eşya oluyor; New York, Londra, Los Angeles’a ya da yaşadığınız şehrin sokaklarına kırsaldan bir parça taşımanızı sağlıyor. “Akdeniz’den ve Türkiye’nin Ege kıyısından, buralardaki kültürden, dokuma işçiliğinden ve el yapımı kumaşlarından hep ilham alıyorum,” diyor Türkkan Bilge. Fakat bu hayranlığı tamamıyla estetik bir ilgi olarak kalmıyor. Bütün kıyafetler İstanbul’a üretiliyor ve kullandıkları kumaşları Türkkan Bilge’nin memleketi Bursa’daki yerli aile fabrikalarından alınıyor. Siedrés, Türkiye’deki küçük fabrikalarla iş birliği yaparak kendisine ilham veren topluluğa katkıda bulunuyor.—S.S.
Siedrés'in İzniyle
Avustralyalı tasarımcı Jordan Dalah beden bilince dair her zaman kendi yorumunu benimsemiş ve bu ifade kabarık dolgu olarak ortaya çıkmış. Geleneksel dolgu malzemelerini kullanan Dalah, Hollandalı usta ressamların tablolarını anımsatan -hepsi cam göbeği ve toz pembe renklere bürünmüş- yumuşak ama bir o kadar da koruyucu şekilleriyle kadın formunu yeni boyutlara taşıyor. Dalah’ın en kabarık giysileri Rembrandt’ın kafadan çatlak olsaydı üreteceği eserleri andırıyor.
Fakat Dalah geçmişe -ya da kabarık şeylere- takılı kalmıyor. Elbiselerinin, ceketlerinin ve bluzlarının havasını aldığınızda en dalgalı drapelerden birkaçını bulacaksınız. Yalnızca ölçek anlamında değil, duyumsal anlamda da ustalığını kanıtlayan Dalah, kadınları olabildiğince iyi hissettirme konusunda sağlam bir anlayışa sahip. Bazen tek ihtiyacı büyük ve pembe bir fiyonktan zırh oluyor; bazense en iyi daracık bir ceket.—S.Y.
Jordan Dalah İzniyle
“Sürdürülebilirlik” her tasarımcı için -iyi ya da kötü- farklı anlamlar taşısa da yalnızca birkaç isim bu kavramı Béhen’in Joana Duarte’si kadar şiirsel tanımlayabiliyor. “Benim için sürdürülebilirlik bir giysinin veya eşyanın olumlu bir katkıda bulunması, yerli toplulukları barındırması, gezegen üzerinde at etki bırakması ve bize sabır ile zamanın önemini öğreten zanaatları yüceltmesi demek,” diyor Vogue’a. “Beklemeyi, kendimizi ‘anlık’ olan her şeyden soyutlamayı öğrenmemiz gerek. Güzel şeyler zaman alır.”
Duarte’nin rengârenk, zengin dokulu giysileri sıklıkla hem akıllıca ileri dönüşüm hem Portekiz el işlerinin bir ürünü. 2021 sonbahar koleksiyonundaki ceketler duvar kilimlerinden kesilip ikinci el mantolardan koparılan sahte kürklerle süslenmiş; korse bağcıklı kısa bir şort hayatına kadife nevresim olarak başlamış. Diğer kıyafetler de dünyanın dört bir yanından toplanan -ve sıklıkla WhatsApp üzerinden müşteriler ya da arkadaşlarının gönderdiği- antik kumaşların yanı sıra Duarte’nin kendi ikinci el malzemelerinden dokumalarla üretiliyor. Antik dokumaları biriktirip bir sonraki nesile aktarmak bir Portekiz geleneği olsa da Duarte’nin ninesinin tığ işlerine ve ipeklerine getirdiği dobra ve tutkulu yorumu son derece nevi şahsına münhasır.
Tasarımcı, Béhen’i tanımlarken sıklıkla bir başka kelime daha kullanıyor: kız kardeşlik. “Béhen bir topluluk,” diyor. “Bu proje ile bir bağ kuran, bize ailelerinin öykülerini ve geleneklerini anlatan kadınlardan binlerce aşk hikâyesi dinledim. Béhen bu kadınların hikâyelerinin paylaşıldığı, onların giysilere dönüştürüldüğü ve bir gün bir sonraki nesile aktarılacağı bir yer.”—E.F.
Béhen'in İzniyle
Dimitra Petsa’nın ıslak kıyafetleri pek çok insan tarafından taklit ediliyor olabilir ama hiçbir şey aslının yanına yaklaşamaz. “Bu tekniği geliştirmek yaklaşık altı ayımı aldı, üstelik çok eski bir moda tekniğini kullanmasına rağmen. Çok zahmetli bir iş,” diyor Petsa tescilli Wet Look süreci için; bu teknik sayesinde kıyafet sırılsıklam görünüyor ve kadın vücuduna yapışıyor. “Her parçayı ben drape ediyorum, dolayısıyla oldukça kişisel.”
Yunan tasarımcıyı Kylie Jenner, Gigi Hadid ve Yseult’un favorisi kılan şey ise tam da bu kişisel ve kadınsı dokunuş. Her ne kadar uluslararası bir kitleye sahip olsa da izlediği süreç köklerine oldukça yakın. Atina’da karyalitler ve başka kadın heykelleri arasında büyüyen tasarımcı dikiş dikmeyi terzilik okulu işleten büyükannesinden öğrenmiş. Petsa’nın işleri hem ülkesinin geçmişini hem de kendi kişisel tarihini günümüzde oldukça otantik bulunan bir görüntüde harmanlıyor.—S.Y.
Di Petsa'nın İzniyle
Petrópolis, Brezilya’da büyüyen -ve Paris’te yaşayan- tasarımcı Marco Ribeiro kıyafet üretim sürecine hayatı boyunca yakından tanıklık etti. “Annemle babamın yerel dükkânlara ürün satan küçük bir atölyesi vardı,” diyor Ribeiro. “Babam bir de cumartesi geceleri dışarı çıkarken giyeceği kıyafetleri hafta içi kendisi dikerdi. Onların hiçlikten bir şey yarattıklarını görmek bana büyük bir ilham verdi.” Bugüne gelelim; Ribeiro’nun markası büyürken etrafında olan “modayla eğlenme” hissini büyük, cesur şekiller ve tuhaf aksanları ön plana çıkaran parlak, temposu yüksek koleksiyonlarla yakalıyor. “Şekillerin her şeyin yapı taşı olduğuna inanıyorum; insan bedeni, mimari, moda,” diyor kendi adını taşıyan markasını 2019’un ilk aylarında kuran Ribeiro. “Çevremi alt üst etmek ve içinde yaşadığımız yapıları ve sınırlamaları göz önüne sermek için cesur ve heykelsi şekillerle oynamak çok eğlenceli.”
Ribeiro’nun oynamayı en sevdiği şekil daire: Büyük daire yakalı kabarık bluzlar düşünün ya da tişörtlerin üzerine yapıştırılmış daireler. “Hayat bir daire,” diyor. “O kadar kuvvetli bir şekil ki… Hatırlayabildiğim kadarıyla her zaman ilgimi çekti.” Ribeiro’nun tek ümidi insanların dolaplarına neşe ve coşku getirebilmek. “Hep oyunbaz kalmaya çalışıyorum; yalnızca işimde değil, özel hayatımda da. Hayat bazen fazla ciddileşebiliyor. Dolayısıyla büyük şekiller, canlı renkler ve abartılı silüetler benim için ‘hayatın tadını çıkarın’ demenin bir yolu. Nihayetinde ben bir moda tasarımcısıyım, hayat kurtaran bir doktor değil.”—C.A.
Marco Ribeiro'nun İzniyle
Tayland’ın yükselen yeteneklerinden biri olan Kamonnart Ongwandee, tekstil tasarım stüdyosuyla sürdürülebilirliği savunuyor. Yarattığı kıyafetle trendlerin ötesinde konumlanıyor ve faydacı bir dokunuş taşıyor. Bir düşünün: toprak tonlarında, batik desenli ceketler ve kahverengi kruvaze elbiseler. Kumaşlarında sık sık oyunbaz, soyut bir nitelik görmek mümkün. En çarpıcı işlerinden biri pembe, sarı ve mavi renkli daireler ve damlalarla süslenip birbiri üzerine bindirilmiş bir ipek. Tay malzemelerinden üretilmiş boyalar kullanıyor ve kumaşlarını “çiftlikten modaya modeliyle çalışan” yerli işletmelerden sağlıyor. “Giyimde ve tekstilde sürdürülebilirlik konusunu sergi tasarımı ve sanat enstalasyonundan Tayland’ın dört bir yanındaki zanaatkârlarla iş birliği çerçevesinde ürettiğim sınırlı parçalarla çeşitli alanlarda vurguluyorum,” diyor.
Ongwandee kariyerine 2010 yılında Tay markalarına çalışan bir tekstil tasarımcısı olarak başladı ve 2015’te Londra’daki Royal College of Art’ta bu alanda yüksek lisansa başladı. Tayland’a geri döndükten sonra, 2018 yılında kendi adını taşıyan stüdyosunu kurdu. “Hızlı modanın gezegen üzerindeki olumsuz etkilerini öğrendikten sonra büyük ölçekli sanayileşme ve tek tipleşmeye, mekân algısının kaybına dair egemen anlatıyı yıkacak bir yönde çalışmaya karar verdim,” diyor. Küçük, yerli, açık ve birbiriyle bağlantı hâlinde bir dünya için çalışmanın olumlu yönlerini göstermek istiyorum.”—S.S.
Kamonnart Ongwandee'nin İzniyle
Moda endüstrisinde “çakma” genellikle kötü bir kelimedir. Duran Lantink ise uzun süredir kabul gören bu tanımı kendi ismini taşıyan markasıyla karmaşık hâle getiriyor. Hollandalı tasarımcı 2013’ten bu yana (Balenciaga ve Prada gibi markaların ürettiği) tasarımcı giysilerini yeniden ele alarak kendi seksi karışımına entegre ediyor. Lantink’in sürdürülebilirliğe yaklaşımına mizah anlayışı rehberlik ediyor: 2019’da LVMH Ödülü finalisti olarak, yarı Gucci yarı Louis Vuitton bir el çantasıyla kendine has Frankenstein tarzında bir tasarım sunmuştu.
2021 sonbahar sezonunda Lantink, 17’nci yüzyıldan kalma Hollanda kraliyetine ait Soestdijk Sarayı’nda ilk definesini düzenledi. Defile birçok tuhaf yeniden düzenlemeye ev sahipliği yaptı; Louis Vuitton'un logolu derisinden yapılmış ve stratejik bir biçimde yerleştirilmiş kuplara sahip çoğunlukla transparan bir elbise ya da Marine Serre’nin bir tasarımını ödünç alarak ürettiği ve eteği birkaç ipek şaşı andıran elbise bunlardan yalnızca ikisi.
En son projesinde ise Lantink ileri dönüşüm fikrini bir adım öteye taşıyor: Müşteriler artık giysilerini Duran Lantink’in internet sitesi aracılığıyla tekrar satabilecek ya da markadan eski kıyafetlerinden yeni bir giysi yaratmasını isteyebilecek. “Kullanıcılara giysilerinin köklerine ve değişime dair kayıtlar sunuyoruz; stil sahibi olan insanlar için bir tür kabul belgesi gibi,” diye açıklıyor Lantink. “En değerli ürünlerimizin ömrünü olabildiğince uzatmak adına benimsediğimiz yenilikçi bir strateji bu.” Geçtiğimiz sezonun eskilerini kurtarmak artık çok daha keyifli.—S.S.
Duran Lantink'in İzniyle
Tayvanlı tasarımcı Shawna Wu düğümlerin güzelliğine inanıyor. Singapur’da büyüyen ve kendi markasını bir yıl önce kuran New York merkezli tasarımcı, geleneksel Çin düğümlerine daima saygı duruşunda bulunan ve dekolteli giysiler tasarlayan bir tekstil sanatçısı; düğümlerin üretim sürecindeki bağlama ve ilmek açma işlemleriyle takıntılı derecede bir ilgi duyuyor. “Tekstil, düğüm işleri ve örgü benim stilimin temelini oluşturuyor,” diyor Wu; bu unsurları korselere, eteklere ve çok daha farklı parçalara elleriyle ekliyor. “İnkaların quipu giysileri ve Çin düğümleri, yazılı sistemlerin bulunmasından önce kayıtlı dilin ilk biçimlerini oluşturuyordu. Tekstili inandığım değerleri ifade etmek, geliştirmek ve canlı tutmak için kullanıyorum.”
Wu doğal, ölü stok vea ileri dönüştürülmüş malzemeleri toplayıp bağcıklı ve düğümlü provokatif, zaman zaman da müstehcen parçalara ekliyor. Ardından onları geleneksel Çin ilaçlarında bulunan malzemelerle boyuyor. “Çin düğümleri düğün gibi tören ve ritüellerde uygulanan duygusal bir pratik ve çoğu düğüm kendi sembolizmine ve folkloruna sahip,” diyor Wu bu tekrar eden motif için. İmza giysisi ise kelebek düğümlü harness’lar. “Son derece geleneksel bir pratiği alıp ona yeni bir bağlam kazandırdım; ardından fetiş giyimine ve Butterfly Lovers’ın kuir hikâyesine dair birkaç referansla harmanladım,” diyor Wu. “Geleneksel ve radikal olanın eş anlılığına bayılıyorum.”—C.A.
Shawna Wu'nun İzniyle
Angelo da Silveira kendisi gibi “üçüncü kültür çocuklarını” tanıyarak ve onlara hitap ederek İskandinavya’da moda, sürdürülebilirlik ve kimlik anlatılarını değiştiriyor. Togolu-İsveçli tasarımcı ve girişimci modayı sosyal, siyasi ve çevresel değişim yolunda (giderek büyüyen) platformu olarak benimsemiş. Da Silveira endüstride bir iş bulamayınca 2015 yılında, dikim ve sokak giyimini ince çizgili eşofman altları veya ileri dönüştürülmüş döşemelik kumaşlardan üretilmiş bir iş gömleğinde bir araya getiren markası Diemonde’yi kurmuş. Ardından yaratıcılığını sorumlu bir iş modeli inşa etmeye yönlendiren tasarımcı İsveç’te eski bir fabrikayı satın aldı; artık Fugeetex ismini taşıyan tesis koleksiyonun yüzde 80’ini talep üzerine üretiyor. Ailesinin iş ararken yaşadığı zorlukları hatırlayan da Silveira bu iş için son derece yetenekli birer zanaatkâr olan göçmen kadınları işe alarak terziliği politika ile buluşturuyor. “Amacımız Diemonde’ye has bir çözüm oluşturmak değil,” diyo da Silveira. “Amacımız İsveç moda endüstrisine ve ekonomisine -kimseyi dışlamaycak şekilde- yardımcı olacak bir çözüm geliştirmek. Bizim için sürdürülebilirlik bir sonraki nesil için daha iyi bir gelecek kurmak anlamını taşıyor.”—L.B.P.
Angelo da Silveira'nın İzniyle
Post Archive Faction’ın erkek giyimdeki tuhaf ve muhteşem çıkışları kimileri tarafından “moda karşıtı” olarak tanımlansa da kurucuları Dongjoon Lim ve Sookyo Jeong bu konuda suskun kalmayı tercih ediyor. “Açıkçası, markamızı tamamıyla moda karşıtı olarak görmüyoruz,” diyor Lim. “Modanın kendisinden ziyade daima giysilere, elimizdeki nesneye odaklanıyoruz. Aslında biçimle ilgileniyoruz; hem kelimenin tam anlamıyla bir şekil olarak hem de daha metafizik bir anlamda ya da bir türün veya şeyin esas doğası anlamında.”
2018 yılında kurulan Post Archive Faction (sıklıkla PAF olarak kısaltılıyor) Doğu Asya sokak giyiminin geleceği üzerine kafa yoran Güney Koreli tasarımcıların oluşturduğu yeni muhafızların bir parçası. PAF söz konusu olduğunda buna çapraşık, bombeli rüzgârlıklar, esneme detayları ve çok sayıda kesik parça da dâhil oluyor. Yaşıtı olan tasarımcıların dünya sahnesine büyük girişlerini izlemekten keyif alsalar da yaratıcı topluluklarının ruhunun çok yönlü bir şey olduğunu da belirtmeden edemiyorlar. “Henüz bir bütün olarak Kore modasını temsil edebileceğimizi düşünmüyorum ama yakında olmasını umuyorum,” diyor Jeong. “Ruhumuzun amansız bir evrimden ibaret olduğunu düşünüyorum; bu da daima bir önceki günden daha iyi olmak anlamına geliyor.”—Liam Hess
Post Archive Faction'ın İzniyle
Örgü tasarımcısı Mikuláš Brukner için moda, yaşadığımız toplumun dokusuna dokunabilen hikâyeler anlatırken kullanılan bir araç. Ona göre, vücudu saran elbiselerinin yırtmaçları ve yırtıkları Çek Cumhuriyeti’nde var olan ve kendisi gibi esnek ekonomide çalışanların (ya da “prekaryanın”) bilhassa gördüğü ekonomik farklılıkları temsil ediyor. “Bazen ne kadar endişeli ve gergin hissettiğimizi göstermek istedim,” diyo Brukner. “Tasarımcılar olarak görevimizin, kamunun gözünden gizlenebilecek meseleleri masaya yatırmak ve gün yüzüne çıkarmak.”
Prag merkezli Brukner, COVID-19 döneminde bir yandan üniversitede moda okurken diğer yandan da bu ürünleri örmeye başlamış. “Örgüye karantinada, geçtiğimiz mayıs ayında başladım. Tezim için örgü örmeyi öğrenmem gerekiyordu ve hiçbir fabrikada bulamadım. Ben de kendim yapmaya karar verdim,” diye anlatıyor. “Örgü örmeyi hep istiyordum çünkü tek bir iplikten bir kumaş ya da giysi yaratıyorsunuz. Ben de bu yaratım anını çok seviyorum.” Bruckner’i sürüden ayıran şeyse geleneksel el sanatlarını ileri teknoloji örgü makineleri ile bir arada kullanıyor olması. “El örgüsüyle mümkün olmayacak şeyler deniyor, makinelerin sınırlarını zorluyorum.”—L.S.
Mikuláš Brukner'in İzniyle
Vogue Ukrayna’nın uluslararası moda direktörlüğünü de yürüten stilist Julie Pelipas, 2020’de öz geçmişine tasarımcı unvanını da ekleyerek modanın çok meslekli isimlerinden biri oldu. 1,85 cm boyunda ve 37 yaşındaki Pelipas ustaca büyütülmüş kalıplara ve gösterişli dikime sahip tasarımlarıyla sokak tarzında kendisine yer edindi. Kullandığı malzemelerin çoğunu oluşturan Kyiv’in banliyölerindeki bit pazarlarında bulduğu, çoğu vintage ve ölü stok tayyörlük kumaşlar, markası Bettter için havalı bir rehber görevi gördü. İlk koleksiyonunda Fran Leibovitz ile Richard ve Su Rogers gibi takım elbise ve çizmeli ikonlardan ilham alarak bir dizi tayyörlük kumaşı yeniden değerlendirdi.
“Daha iyi bir gelecek için eskiyi tekrar gözden geçiriyoruz; en büyük motivasyon kaynağım bu,” diyor yakın zamanda ileri dönüştürülmüş kot kumaşlardan bir kapsül koleksiyon için yerli tasarımcı Ksenia Schanaider ile iş birliği yapan Pelipas. “Güçlerini sergilemekten korkmayan bir tavırla hareket eden kadınlar bana hep ilham vermiştir. Annem en büyük ilham perim. Tüm ailesine destek olabilmek için birkaç işte birden çalışan, bir yandan da Sovyet sonrası dönemin belirsizliğinde kendine bir kariyer inşa eden güzel ve sarışın bir kadın düşünün. Bu anlatının hafızamda sonsuz bir yeri var.”—L.S.
Julie Pelipas'nın İzniyle
Mohamed Benchellal’ın muazzam, heykelvari gece kıyafetleri ve pelerinleri çoğunlukla Instagram için bile fazla haşmetliyken etekleri ve yakaları çerçevenin dışına uzanıyor. Benchellal’ın zengin ve müsrif gösteriş anlayışına kırmızı halılardan ve magazin haberlerinden aşinayız fakat sürdürülebilirliğin tasarımcının işlerinin temelini oluşturduğunu duymak sizi şaşırtacaktır. Fas doğumlu, Amsterdam merkezli tasarımcı zarar görmüş askerî üniformalarını ileri dönüştürerek balo kıyafetleri tasarlıyor ve kendi eski sezon giysilerini de sıklıkla bozarak yeni tasarımlara hayat veriyor. (Kelimenin tam anlamıyla “yeni” parçalar içinse ölü stok, atılmış ve geri dönüştürülmüş malzemeleri kullanmaya öncelik veriyor.) Daha az atık çıkarmak adına kumaşı kullanmayı ve kesmeyi öğrenen tasarımcı Vogue’a kendisine asıl ilham verenin bu tür zorluklar ve kısıtlamalarla çalışmak olduğunu söylüyor. “Sürdürülebilirlik ve gösteriş bir arada yaşayabilir,” diyor.
İleri dönüşüm, döngüsellik ve etik üretim tartışmalarının couture ve gece giyimin nadide dünyasına da yavaş yavaş giriş yaptığı şu günlerde Benchellal lider olabilecek konumda. Geçtiğimiz aralık ayında NEOM tarafından desteklenen 2020 Vogue Moda Ödülü’nün kazananı seçildi. 150 bin dolarlık ödülünü işini büyütmeye ve Net-a-Porter için özel bir koleksiyona harcadı.—E.F.
Mohamed Benchellal'in İzniyle
Yönetmen ve Fotoğrafçı: Gordon Von Steiner
Moda Editörü: Jorden Bickham
Görüntü Yönetmeni: Stuart Weincoff
Saç: Mustafa Yanaz
Makyaj: Jen Myles
Manikür: Gina Edwards
Terzi: Cha Cha Zutic
Set Tasarımı: Kyle Hagemeir, Mary Howard Studios
Mekân: Please Space
Ses Tasarımı: Staub Audio
Renk: Gloss New York
Kurgu: Gordon Von Steiner
Yapımcı: Kelly McGee