Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Geleneksel defilelerin sınırlarını zorlayan teknolojik yenilikler ve dijital çağın yükselişi, moda şovlarının geleceğini yeniden şekillendiriyor.
Alexander McQueen’in no.13 ya da Platos Atlantos’u, Gucci’nin 1995 Sonbahar / Kış koleksiyonu ya da belki de Maison Margiela’nın 2024’teki akıllara kazınan couture gösterimi... Chanel’in Grand Palais’de her sezon gerçekleştirdiği ve her seferinde bizi bambaşka dünyalara taşıdığı göz alıcı sahne dekorları, Hüssein Chalayan’ın kültürel ve tarihsel dokunuşlarla bezediği anlatıları... Bazı moda şovları var ki, bugün bile referans aldığımız, unutamadığımız ya da etkisinden çıkamadığımız gösteriler olarak hafızalarımızda yer alıyor ve yaratıcılıklarıyla zamanın ruhuna ve geleceğe yön vermeye devam ediyor. Ancak moda, durmaksızın evrilen bir sektör. Bugün, dünya genelinde 150’den fazla moda haftası düzenleniyor. New York Moda Haftası gibi büyük etkinlikler her yıl 300’den fazla şova ev sahipliği yaparken, ortalama bir moda haftasında yaklaşık 50 şov gerçekleşiyor. Bu da yalnızca moda haftalarından yılda yaklaşık 7500 şovun ortaya çıktığını gösteriyor. Ve ister istemez aklımıza şu soru geliyor: Dijital çağda, her bir anın saniyeler içinde dünya ile paylaşıldığı bir dönemde moda şovları nereye doğru ilerliyor? Daha dijital bir formata mı geçiyorlar yoksa bildiğimiz haliyle var olmaya devam mı edecekler?
1910’larda, Paul Poiret’nin koleksiyon gösterimlerini birer sosyal olay haline getirmesiyle başlayan moda şovlarının macerası şu an bambaşka bir noktada. 1950’lere kadar moda şovları salonlarda yalnızca kumaşın hışırtısının ve modellerin adlarının fısıldandığı sade, törensel bir sessizlik içinde gerçekleşirken, dar salonlardan geçen modellerin geniş etekleri, kül tablalarını veya şampanya kadehlerini deviriyordu. Ancak 1950’lere geldiğimizde modanın profesyonel şov dünyasına adım atmasıyla lüks mağazalar prestij kazandıran düzenli defilelerle müşteri çekmenin cazibesini keşfetti ve işler değişmeye başladı. 1960’larda hazır giyimin yükselişi ve Mary Quant gibi özgür ruhlu tasarımcılarla birlikte podyumlar, modern kadının dinamizmini sergileyen performans sahnelerine dönüştü. 80’lerdeyse Thierry Mugler ve Gianni Versace moda şovlarını devasa arenalara taşıdı ve pop kültürünün patlamasıyla birlikte şovlar müzikal performansları aratmayan, dramatik gösterilere evrildi.
Fotoğraf: Getty Images Türkiye
90’lar ve 2000’lerde ise moda küresel bir fenomen haline geliyor ve artık sınır tanımamak moda dünyasında bir ilke oluyor. Fendi, Çin Seddi’nde defile düzenliyor; Chanel, Grand Palais’yi bir sanat mabedine çeviriyor; Dior, hayal ve gerçeği bulanıklaştıran anlatımlarla koleksiyonlarını dünya çapında sergiliyor. Markalar kıtalararası gösterilerle modanın erişim sınırlarını genişleterek, moda şovlarını dünya sahnesine taşıyor. Ve tam bu noktada, sosyal medya, modanın sınır tanımaz ruhuna bambaşka bir boyut katmaya başlıyor. Eskiden yalnızca elit izleyicilere hitap eden defileler, sosyal medyanın yükselişiyle daha geniş kitlelere ulaşabiliyor. Artık bir moda şovu yalnızca anlık bir performans değil; tüm dünyaya yayılan, beğenilen, yorumlanan bir deneyime dönüşüyor. Modaevleri, Instagram, TikTok ve YouTube gibi platformlarda geniş kitlelere hitap ederken, bir koleksiyonun “viral” olma potansiyelini göz ardı edemez hale bile geliyor. Sosyal medyada yapılan yorumlar ve alınan beğeniler, artık bir şovun başarısının yeni göstergeleri olarak kabul ediliyor ve markaların, her gösterinin ötesinde kalıcı bir dijital etkisi olması hedefleniyor. Bu değişim moda şovlarını paylaşılan bir kültürel fenomen haline getiriyor.
Sosyal medyanın yükselişinden sonra pandeminin de bu dijitalleşmeyi hızlandırarak moda şovlarını yeni bir boyuta taşıdığı su götürmez bir gerçek. Fiziksel defilelerin iptal edilmesiyle neredeyse bütün moda dünyasının sanal alanlara yöneldiği gerçeğini göz ardı etmemek lazım. Canlı yayınlar, interaktif dijital şovlar ve sanal defilelerle izleyiciyi ekran başına çekmek, markalar için bir hayatta kalma stratejisine dönüşmüştü. Pandemi sırasında, Moschino’nun kukla defilesi ya da Maison Margiela’nın sinematografik şovu gibi yaratıcı çözümler, bu yeni dijital ortamda modanın farklı yollarla ifade edilebileceğini gözler önüne serdi. Pandemi sonrası dönemde moda şovları, fizikselliğin ötesinde, dijital varlığın gücünü ve erişim kapasitesini anlayarak daha büyük bir kitleye hitap eden, hibrit bir deneyime evriliyor.
Moda dünyası her zaman olduğu gibi dönüştürücü bir çağa adım atıyor; ancak bu dönüşüm, gösterişli kıyafetler ve ikonik podyum anlarının ötesine geçiyor. Artık yalnızca bir defile izlemek değil o defilenin içinde kaybolmak, kumaşın dokusunu hissetmek, tasarımcının yarattığı dünyada derinlemesine bir yolculuk yapmak mümkün olma yolunda ilerliyor. Gelecekte bizi bekleyen yenilikler, modaevlerinin artık sadece koleksiyon yaratmakla kalmayıp izleyiciye çok boyutlu bir deneyim sunduğu bir dünya vaat ediyor. Örneğin, Balenciaga, Apple’ın Vision Pro başlığı için 4K çözünürlüklü podyum gösterileri ve interaktif lookbook görüntüleri sunan bir uygulama geliştirdi; bu, moda dünyasında karma gerçeklik deneyimlerine doğru bir kayışı işaret ediyor. Alaïa defilesini oturma odanızdan izlediğinizi, Vision Pro’nun VR özellikleri sayesinde kendinizi “ön sırada” hissederek her giysinin dokusunu ve detayını sanki elinizle dokunuyormuş gibi gözlemlediğinizi hayal edin.
Hal böyle olunca moda şovlarındaki mekan sorusu da evrim geçiriyor. Geleneksel mekanlar olan zarif salonlar ve tarihi binalar yerini tamamen sanal ortamlara bırakabilir. Sonuç? Koleksiyonun anlatısını pekiştiren, coğrafi sınırlamaları ortadan kaldıran sınırsız bir yaratıcılık özgürlüğü. Louis Vuitton’un bir Mars manzarasında sanal bir defile yaptığını ya da Dior’un her modelin adımıyla gerçek zamanlı olarak dönüşen sürreal, rüya gibi bir dünyada koleksiyonunu sergilediğini düşünün. Bu tür sanal ortamlar, moda şovlarında sanatı ve fantastik öğeleri bir araya getirerek izleyiciyi koleksiyonun anlatısının içine çeken, daha derin bir hikaye anlatımı katmanı ekliyor.
Bunun yanı sıra ekonomik sıkıntıların bir hayli arttığı bir dünyada, dijital moda şovları bağımsız tasarımcılar ve yeni markalar için umut verici bir seçenek haline de geliyor. Fiziksel moda şovları, şüphesiz modanın en ikonik ifade araçlarından biri; ancak ekonomik baskılar, bütçe kısıtlamaları hatta savaş gibi toplumsal krizler bu tür şovların sürdürülebilirliğini tehdit ediyor. Moda dünyasında güçlü bir yere sahip olan ve özgün vizyonuyla tanınan Dilara Fındıkoğlu’nun, yakın zamanda yüksek bütçeler nedeniyle şovunu iptal etmek zorunda kalması, bu sorunun çarpıcı bir örneği. Bir defile düzenlemek, özellikle bağımsız ve yeni markalar için çok yüksek maliyetli ve riskli bir yatırım. Lüks markaların dahi bu baskıyı hissettiği bir ortamda, bağımsız tasarımcılar için fiziksel şovların sürdürülebilirliği büyük bir soru işareti.
Fotoğraf: Balenciaga
Bu noktada dijital moda şovları, yeni markalar ve bağımsız tasarımcılar için güçlü bir alternatif olarak da öne çıkıyor. Dijital platformlar, daha düşük maliyetle, küresel bir izleyici kitlesine ulaşma imkanı sağlıyor. VR ve AR gibi teknolojilerle desteklenen sanal defileler, genç tasarımcılara vizyonlarını geniş kitlelere sunma şansı tanıyor. Dijital moda şovları, bütçe baskısı yaşayan ya da fiziksel alan sınırlaması nedeniyle şov düzenleyemeyen yeteneklere, modanın geleceğinde kendine bir yer bulmaları için değerli bir yol açıyor. ShowStudio ve Instagram Live gibi platformlar, tasarımcılara geleneksel bir podyumun getirdiği lojistik ve finansal yük olmadan koleksiyonlarını sunmalarına olanak tanıyan güçlü araçlar haline geliyor.
Moda dünyasında dijitalleşmenin hızla artması veya yavaş yavaş tercih edilmesi yoluna gidilmesine rağmen, bazı markalar fiziksel deneyimlerin önemini vurgulamak için dijital etkileşimleri sınırlamayı tercih ediyor. The Row, son iki sezondur defilelerinde telefonlara “sıfır tolerans” politikası uygulayarak, izleyicilerin anı yaşamasını adeta zorunlu kılıyor. Minimalizmin mabedi sayılabilecek bu gösterilerde, herhangi bir ekran ışığı olmadan gördüğünüz kıyafetleri aklınıza kazımak zorunda kalıyorsunuz. Benzer bir hamleyi Daniel Lee, Bottega Veneta’daki döneminde sosyal medya hesaplarını kapatıp defilelerde telefonların kullanımına izin vermeyerek yapmıştı. O dönemde hepimizin aklında Bottega’nın Instagram hesabı olmadan nasıl var olacağı sorusu vardı. Ama Lee, dijitalin aşırı doygunluğuna meydan okuyan bir hareketle, modanın anlık paylaşım ihtiyacının ötesinde, gerçekten ”orada” olma deneyimine odaklandı.
Dijital detoks etkisi yaratan bu yaklaşımlar, moda dünyasında dijital erişimin getirdiği sınırsızlıkla fiziksel deneyimin sunduğu gerçekliği kıyaslamamızı sağlıyor. Bir yanda sanal defileler, artırılmış gerçeklikle desteklenmiş sonsuz yaratıcılık olanakları var; diğer yanda ise anı içselleştirme, etrafınızdaki her detayı gözlerinizle yakalama şansı sunan fiziksel bir deneyim. Moda şovlarının geleceğinde bu iki uç arasında nasıl bir denge kurulacağı merak konusu: Ekranın ötesinde, sahnenin tam ortasında mı olacağız, yoksa gerçeklikten kopup dijital evrende kaybolmaya devam mı edeceğiz?
Moda dijital alanları kucaklarken sunduğu geniş ve yaratıcı özgürlüğü göz ardı edemeyiz, ancak bu sanal deneyimlerin geçmiş on yılları tanımlayan ikonik anları gerçekten yeniden yaratıp yaratamayacağı belirsizliğini koruyacak gibi. Naomi, Linda ve Christy’nin podyumdaki efsanevi yürüyüşleri, ön sırada oturmanın yarattığı heyecan ve bu şovların getirdiği birlik duygusu yalnızca kıyafetlerden ibaret değil. Dijital formatlar tüm dünyadan izleyicileri bağlayabiliyor, ancak bir mekanda toplanmış canlı bir kitlenin, ışıkların sönmesini ve ilk modelin görünmesini beklerken hissettiği ham heyecan ve anlık coşkuyu taklit edebiliyor mu?
Fiziksel defileler uzun zamandır sanat, topluluk ve canlı hikaye anlatımının sihirli bir birleşimini temsil ediyor. Grand Palais’deki bir Karl Lagerfeld gösterisinin ihtişamı ya da 90’larda bir Versace defilesinin yaydığı enerji yalnızca modayı değil kolektif, unutulmaz anıları yaşatıyor ve kültürel manzarayı şekillendiriyor. Dijital yenilikler modada yeni bir dönemin kapılarını aralıyor, ancak bu deneyimlerin aynı şekilde yankılanıp yankılanmayacağı, modayı yalnızca görsel değil derinlemesine deneyimsel ve toplumsal bir olgu olarak yakalayıp yakalayamayacağı zamanla ortaya çıkacak.