Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Marc Jacobs’ın yaratıcı işbirliklerinin ardındaki hikaye.
Günümüzde moda dünyasında işbirlikleri bir pazarlama stratejisi haline gelmiş durumda. Sokak modasıyla haute couture’ün buluştuğu projeler, farklı disiplinlerden gelen sanatçıların markalarla çalışmaları artık alışıldık bir manzara. İşte tam bu noktada moda dünyasında, Marc Jacobs’ın ismi öne çıkıyor. Onun işbirlikleri, kitlelere ulaşmanın ötesinde, kitlelerle birlikte üretme fikrine dayanıyor. Graffiti sanatçılarından genç tasarımcılara, makyaj sanatçılarından müzisyenlere kadar uzanan bu yaratıcı ağ, Marc Jacobs’ın sadece bir tasarımcı değil, aynı zamanda kültürel bir köprü olduğunun da kanıtı. Onu moda dünyasında “işbirlikler kralı” yapan şey, bu vizyonu ilk benimseyen ve sınırları zorlamaktan korkmayan bir yaratıcı olması. Bu yüzden moda dünyasında işbirliklerden söz edildiğinde, ilk akla gelen isimlerden biri olması tesadüf değil. Marc Jacobs, işbirliklerini birer reklam kampanyasından öteye taşıyıp, onları birer kültürel olay haline getirmeyi başarmaya devam ediyor.
Marc Jacobs, 1997 yılında Louis Vuitton’un kreatif direktörlüğüne getirildiğinde, markanın köklü mirası ve lüks algısı adeta dokunulmazdı. Louis Vuitton, geleneksel çizgisini koruyan, statü sembolü olmuş bir markaydı. Ancak Jacobs, bunu değiştirmeye kararlıydı. İşbirliği yapacağı isimleri popülerliklerine, zenginliklerine ya da sosyal çevrelerine göre değil, yeteneklerine göre seçti. Moda dünyasının çoğu zaman dışlayıcı, elitist tavrını yıkmak için graffiti sanatçılarına, rapçilere ve alternatif sanatçılara yöneldi. Stephen Sprouse gibi sokak sanatçıları ve o dönem müzik dünyasında yükselişte olan Kanye West, Jacobs’ın moda sahnesine taşıdığı isimlerden sadece birkaçıydı.
Marc Jacobs’ın en çarpıcı hamlelerinden biri, Louis Vuitton’un kutsal sayılan monogram desenine müdahale etmesiydi. Marka içindeki birçok yönetici bu fikre karşı çıktı, çünkü logonun değişmezliği markanın DNA’sı olarak kabul ediliyordu. Ama Marc, bu tabuyu yıktı ve monogramı sanatçılarla birlikte yeniden yorumladı. 2003 yılında Takashi Murakami ile gerçekleştirilen işbirliği, bu değişimin en somut örneği oldu. Japon sanatçının renkli, animeye göz kırpan görsel dünyası, Louis Vuitton çantalarının üzerine adeta dans eden karakterler ve canlı renkler olarak yansıdı. Bu koleksiyon hem moda dünyasında hem de popüler kültürde büyük ses getirdi.
2008’de Richard Prince ile yapılan koleksiyon ise, sanat ve moda arasındaki sınırları silikleştirdi. Prince’in metin tabanlı işleri, çantalara ironik, mizahi ve eleştirel bir hava kattı. 2009 yılında ise Kanye West ile birlikte tasarlanan renk bloklu sneaker’lar, lüks moda dünyasının sneaker kültürüyle tanışmasında öncü rol oynadı.
2013’te Louis Vuitton’dan ayrılan Marc Jacobs, kendi adını taşıyan markasında da aynı yaratıcı işbirliği ruhunu sürdürmeye devam etti. Cactus Plant Flea Market’ın sokak estetiğinden Anna Sui’nin bohem romantizmine, Pat McGrath’in makyaj vizyonundan Smiley’nin neşeli grafiklerine kadar birçok farklı dünya Marc’ın tasarım evrenine dahil oldu.
Marc Jacobs’ı diğer tasarımcılardan ayıran en önemli unsur ise işbirliklerinde, karşısındaki markayı ya da sanatçıyı kendi çizgisine uydurmak yerine, onlara kendi dünyalarını ifade edebilecekleri özgür bir alan sunuyor. Bu yaklaşım, her işbirliğinin samimi, yaratıcı ve kültürel olarak güçlü bir iz bırakmasını sağlıyor. Onun vizyonu bir “çerçeve” değil; bir “platform”. O platformda herkes kendi dilini, estetiğini ve hikayesini özgürce ifade edebiliyor.
Marc Jacobs’ın en yeni işbirliği, efsanevi graffiti sanatçısıFutura ile oldu. 1980’lerin sokak kültürüne damgasını vuran Futura’nın özgün estetiği, bu kapsül koleksiyonda ana tema haline geldi. Renk paleti, desenler ve grafik detaylar tamamen Futura’nın sanatsal diliyle şekillendi. Bu, bir tasarımcının egemen olduğu değil; tam anlamıyla bir ortaklıkla doğan bir koleksiyondu. Jacobs, burada yine kendi markasını sanatçının dünyasına uyarlamayı tercih etti. Bugün pek çok lüks marka hala katı marka kurallarını ve imajlarını korumaya çalışırken, Marc Jacobs’ın yaklaşımı çok daha vizyoner diyebiliriz.