Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Sanat danışmanı Zeynep Utku’nun gizli stil silahı, stilini hiç önemsememek. Şıklığını bu çabasız duruşuna borçlu.
Fotoğraf: Fevzi Ondu
İyi bir stile sahip birinden duymayı en son beklediğiniz cümle, “Stilin benim için hiçbir önemi yok” olur herhalde. Zeynep Utku’yla sohbetimiz de, onun benim ezberimi işte böyle bozmasıyla başlıyor. Kıymetli parçalarla döşeli klasik tarzdaki evinde buluşuyoruz. Bahçeye açılan salonu Afrika’dan Asya’ya pek çok yerden antika objeler, bleu blanc’lar ve heykellerle dolu. Nude tonlarındaki gömleği, neredeyse yok denecek kadar az makyajı ve minimal takılarıyla zarif bir görüntüsü var. Bu sadeliği umursamazlık gibi görünmüyor; aksine stil seçimlerini sanki uzun uzun düşünerek yapmış gibi... Toprak tonlarını, klasik formları ve lüks kumaşları müthiş bir bütünlük içinde kullanmak göründüğü kadar kolay olmasa gerek. Ancak sırrını açığa vurmama konusunda ısrarlı: “Nasıl bir stilim olduğu konusuna hiç kafa yormam, kendimi kıyafetlerimle tanımlamam. Başkasının giydiklerine de, kendi giydiklerime de hiçbir önem atfetmem” diyor Utku. Sabahları o gün canı ne isterse giydiğini, ne giyeceğini düşünmek için asla uzun süre harcamadığını söylüyor. Çekim süresince yaptığı spontane seçimler de bunun ispatı gibi. “Şu da vardı, onu da getireyim” diyerek her an yeni bir parçayla geliyor. Hepsi birbiriyle uyumlu; kolayca eşleşebilen kıyafetler bunlar. Spontaneliğinin sırrı belki de burada yatıyor.
Duru; yalın bir stili var. Örneğin; düz kesim, bej bir pantolon ve beyaz bir ipek gömleğin sakinliği, onun stilini çok iyi yansıtıyor. Ergenliğinden beri ekseriyetle doğal tonlara yönlenmiş. “Toprak renklerinin içindeyken ayaklarım daha sağlam yere basıyormuş gibi hissediyorum” diyor. Bazen kendi ezberini bozup renkli giyinmeyi seçtiğini anlatıyor; örneğin ruh halinin düşük olduğu günlerde üzerine geçiriverdiği pembe bir sweatshirt’ü varmış. Ama renklerden bahseden bahsetmez şerhini düşüyor: “Farklı renkleri bir arada giyince rahatsız olurum. Bunu çok iyi taşıyabilenler var elbette. Ama ben o tarafa doğru çekilmiyorum.”
Stilinin —saç kesiminden hayat tarzına kadar— annesine ne kadar benzediğini konuşuyoruz. Lükse, sadeliğe ve doğallığa bu kadar çabasız şekilde yönelebilmesinin ardında biraz da annesinden aldığı bu miras yatıyor. “Annem şehir hayatını sever. Hep gezsin görsün ister, yapılacaklar listesi hep doludur” diyor. Zeynep Utku da zaten hemen hemen tüm alışverişlerini yurtdışı tatillerinde yapmış. Avrupa’ya, özellikle de hayatının önemli bir bölümünü geçirdiği Londra ve Paris’e sık sık gidiyor; bir sanat danışmanı olduğu için dünya sanat rotasını sıkı sıkıya takip ediyor. Seyahatlerinde mutlaka çarşı - pazar dolaşıyor, şehrin akışına karışıyor. Şaşırtıcı bir biçimde yurtdışında lüks dükkanlardan olduğu kadar yerel pazarlardan da alışveriş yaptığını anlatıyor. “Eğer bir şeyi görüp beğenirsem benim için tamamdır. Hatta alır almaz üzerime geçiriveririm, önemli olan içinde kendimi iyi hissetmem” diyor.
Renklerden ve formlardan daha önemli olan, bir parçanın onun üzerine yakışması. Çok sevdiği Joseph marka bir pantolonun her rengini almış örneğin. “Üzerimden çıkarmıyorum” diyor. Çekimde de onu o pantolonla görüyorsunuz, “Arkadaşlarınla bir akşam yemeğine çıkarken ne giyersin?” diye sorduğumda da cevabı o pantolon oluyor. Ve bu, onun için sorun değil. Aksine bilinçli alışveriş yaptığı ve boş tüketim çarkının içine düşmediği için kendiyle gurur duyuyor. “Ayda üç pantolon alacağıma üç ayda bir pantolon alırım ama güzel bir şey alırım ve yıllarca giyerim” diyor. Sırf moda diye kocaman spor ayakkabılar almak, minicik çantalar takmak pek ona göre değil. Onun yerine her zaman kullanabileceği parçalara yöneliyor; “zamansızlık” onun anahtar kelimelerinden biri. Ama zamansızlıktan daha önemli bir değer varsa o da pratiklik. Cep telefonundan saatin kaç olduğunu görebildiği için çok değerli, antika bir saati bile üzerinde taşımaya hayır diyen birinden bahsediyoruz. Birkaç saat süren sohbetimizde 90’ların süpermodellerine olan beğenisini de anlatıyor, Belle Epoque dönemine olan hayranlığını da… Ama beğendiği her tarzı, her parçayı üzerinde görmek gibi bir arzusu yok. Sadelik, pratiklik ve zamansızlık. Utku'nun radarına tüm bu özelliklere sahip parçalar giriyor ancak. Böylece uyum içinde ve eşleştirmesi çok da büyük bir çaba gerektirmeyen bir gardıroba sahip olabiliyor. “Seçmem gerekseydi Jackie O ya da Giovanna Battaglia gibi zamansız ve şık görünmek isterdim” diyor. Zeynep Utku’nun yanından ayrılırken, kendine idol seçtiği isimler gibi görünmeyi becerdiğini düşünüyorum, üstelik bunu mümkün olan en zahmetsiz şekilde gerçekleştiriyor.