Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Gürültüyle dolu yaşamlarımızda sessizliğe yer açma zamanı geldi.
Performans sanatının kült isimlerinden Marina Abramovic, geçtiğimiz ay New York Guggenheim Müzesinde 70’inci yaş günü şerefine verdiği partinin “Sessizlik” olarak adlandırdığı ilk 70 dakikasında, davetlilerden sözlü iletişimden kaçınarak sessizce oturmalarını istedi. Herkes, bir gong sesi duyulana dek, kulaklarında dış sesleri kesen kulaklıklarla kalp atışlarına ve benliklerine odaklanmaya davet edildi. Abramovic, bir partiden beklenmeyecek bu dinginlik halinin yabancısı değil aslında. Hatta, bu onun sanat pratiğinin bir parçası. 2010 yılında MoMa’daki The Artist is Present (Sanatçı Burada) sergisi için üç ay boyunca haftanın altı günü, tam tamına 700 saat süresince izleyicinin karşısında sessizce oturmuş bir sanatçıdan söz ediyoruz. Birkaç ay önce yayınlanan otobiyografik kitabı Walk Through Walls’da (Duvarların İçinden Geçmek) kaleme aldığı Sanatçının Yaşam Manifestosu, sessizlik kavramının, kendisi için derinliğini özetliyor:
Son zamanlarda, dünyanın farklı şehirlerinde sessizlik neredeyse cazip bir trend haline gelmeye başladı. Onun da “artisanal” (zanaatkâr elinden çıkma) gibi içi boşalan ve anlamını yitiren kelimelerden biri olmamasını temenni ederken “Söz gümüşse sükût altındır” atasözünü rehber ediniyoruz. Londra’da “speed dating” (hızlı flört) etkinlikleri organize eden Shhh!, bekarlara konuşmadan, sessizce karşılıklı oturup birbirlerini tanıma imkanı veriyor. Etkinliği düzenleyenler, potansiyel çiftlerin iki dakika boyunca bakışmalarının, konuşmadan çok daha etkili olduğuna inanıyorlar. Yine de, hızlı flörtle duygular hızla tüketilirken sessizlik de bundan nasibini alır mı diye düşünmeden edemiyor insan. Berlin’de yaşayan sanatçı Honi Ryan, 2006’dan bu yana sessiz akşam yemekleri organize ediyor. Ryan’ın, Avustralya’dan Çin’e, Amerika’dan İspanya’ya birbirinden farklı ülkelerde gerçekleştirdiği akşam yemeklerine katılanlar en az iki saat süresince okumadan, yazmadan, telefonlarına sarılmadan ve tabii konuşmadan aynı masayı paylaşıyorlar. Sanatçı, sosyal heykeller olarak tanımladığı bu yemeklerle iletişimin değişen doğasını incelediğini söylüyor. Yemeğin başında, ortasında ve sonunda fotoğraf çekmenin adetten sayıldığı zamanımızda, bu tarz bir tecrübenin teknolojinin yarattığı kakofoniyi sorgulatacağına şüphe yok. Seattle’da başlayıp, New York, Londra ve Edinburgh’a sıçrayan sessiz kitap okuma partileriyse sessizliğe yeni bir boyut kazandırıyor. Genelde gürültülü ortamlar olan bar ve kafeler, bu partiler düzenlendiğinde sessizliğe gömülüyor. Gelenler belirli bir süre kitaplarını okuduktan sonra içkilerini içip sosyalleşmeye başlıyorlar.
Her gün yüzlerce haberin ve bilginin üzerimize yağdığı günümüzde, hem içimize dönebilmek, hem düşüncelerimizi şekillendirebilmek için sessizliğe belki daha da çok ihtiyacımız var. In Pursuit of Silence (Sessizliğin Peşinde) adlı belgesel, sessizliğin ruhsal ve fiziksel yararlarını anlatmanın yanı sıra, günümüzde kuşatması altında olduğumuz gürültünün insanın özüyle kurduğu ilişkiyi nasıl etkilediğini gösteriyor. Film, 4 dakika 33 saniye süren sessiz bir sahneyle açılıyor. Yönetmen Patrick Shen bu sahneyle, “Hiçbir ses kendini yok eden sessizlikten korkmaz ve sese gebe olmayan sessizlik yoktur” diyen müzisyen John Cage’e atıfta bulunuyor. Cage’in, 4’33’’ adlı sessiz ve deneysel bestesi, ilk kez 1952’de piyanist David Tudor tarafından New York’ta icra edildiğinde dinleyicilerden bazılarının tepki göstermesine bile neden olmuştu. Dakikalarca sessizliği dinlemek bir performanstan beklenecek şey miydi? Filmin en ilginç karakterlerinden biri, Yale mezunu Greg Hindy. Bir yıllık sessizlik yemini eden Hindy, New Hampshire’dan Los Angeles’a yürüyerek seyahat ederken söyleyeceklerini bir kağıda yazarak izleyiciyle paylaşıyor. Hindy’ye göre sessizlik açıklanmamalı, keşfedilmeli. Biz yine de yönetmen Shen’in sessizliğe dair söylediklerine kulak verelim: “Dünyanın gürültüsü kontrolden çıkmış vaziyette. Bu gürültü bizi öylesine kendimizden geçiriyor ki onsuz nasıl yaşadığımızı unuttuk. Modern çağda duyulmak için bağırmak zorundayız. Şirketler, diğer şirketlerden ayrışmak için bağırmak zorunda. Pek çok haber ajansı, okuyuculara zokayı yutturmak için şok edici ve tartışma yaratacak manşetlerden medet ummak zorunda. Bugün, kim olduğumuz ve neye inandığımıza dair bakış açısı kazanmak için bir an durup düşünmek her zaman olduğundan daha önemli. Kültür ve gelişim özgün fikirlere bağlıdır ve özgünlük, özgürce gezinen bir zihinden fışkırır. Sessizlik bize bu alanı sağlar.”