Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Dominique Crenn dünyada üç Michelin yıldızına sahip beş kadından biri. Kapsayıcılık ve yetkilendirme mesajını yaymayı kendine nasıl bir misyon edindiğini Vogue’a anlatıyor.
Food Dominique Crenn / Dan Martensen Trunk Archive
Dominique Crenn tek boynuzlu bir at. Bunun nedeni ABD’de üç Michelin yıldızı kazanan ilk ve tek kadın şef olması ve dünyada bu restoran rehberinin en yüksek onur nişanıyla ödüllendirilmiş beş kadından biri olması değil. Tek boynuzlu at olmasının nedeni, ikinci evre meme kanserinin gerilemeye girdiği ve çalıştığı endüstrinin neredeyse tamamının Covid-19 nedeniyle kapandığı korkunç bir yılın ardından hâlâ gülümsüyor olması.
18 aylıkken evlat edinilen Crenn, Fransa’nın Breton bölgesinde büyüdü ve genç yaşta “fine dining” ile tanışması da yine burada, ebeveynleri sayesinde oldu. Örgün eğitimini San Francisco’da tamamladıktan sonra Endonezya, Cakarta’da bir işi kabul ederek Intercontinental Hotel mutfağını yönetecek ilk kadın aşçı başı oldu. Körfez Bölgesi’nin çekimine karşı koyamamış olacak ki nihayetinde San Francisco’ya taşındı ve burada modernist restoranı Atelier Crenn’i kurdu.
Crenn için her zamankinden daha ümit var. Vogue’la buluşup hassas kalmanın öneminden, modaya duyduğu tutkudan ve erkek egemen bir endüstride başarılı olmaktan bahsetti.
Oyuncu Maria Bello ile nişanınızı, hastalığınızın gerilemesini ve seçim sonuçlarını kutluyoruz. Nasıl hissediyorsunuz?
Harika hissediyorum. Hastalığım geçtiğimiz yıl boyunca gerilemedeydi. Zorlu bir mücadele oldu ama Maria ile tanışmak kurtulmama çok yardımcı oldu. Seçimler konusunda da, annem inançlı biri olmasına rağmen evde daima sevginin her şeyin üzerinde olduğuna inandık. 87 yaşında, koyu Katolik bir kadından bahsediyoruz. [ABD’de] dinin, insanların yüreklerine nefret tohumları ekmek için kullanılmasına inanamıyor. Lider olarak biri seçilecekse bu kişi sevgi ve haysiyet ile liderlik etme sorumluluğunu taşımalı.
ABD’de üç Michelin yıldızı kazanan tek kadın şefsiniz. Sizce bu endüstride neden kadınlar ve azınlıklar hâlâ bu kadar az temsil ediliyor?
Uzun zamandır erkek egemen bir kültürde yaşıyoruz ve bunun bir ucu gastronomiye de uzanıyor. Hepimiz eşit doğuyoruz ve sonra bir noktada toplum genç erkekler ve kızlara birbirinden çok farklı anlatılar beslemeye başlıyor. Aslında restoran mutfaklarının yapısı askerî bir birliğin yapısını temel alır; oldukça erkeksi ve maçodur. Bu diyaloğu değiştirmeli ve yeni fırsatlar sunmalıyız.
Modaya çok meraklı olduğunuzu biliyoruz. Sizin için moda ne ifade ediyor?
Moda benim için öz ifadenin nihai aracı. Müstakbel eşim ve ben, ikimiz de vintage’ı çok seviyoruz. İlk stil yatırımım Hermès’ten aldığım çok güzel deri bir bileklikti. O bileklikteki işçilik beni hayrete düşürdü. Size idollerimi göstermeliyim [kamerayı çerçeveli siyah-beyaz fotoğraflarla süslü bir duvara çeviriyor]. Şu güzel kadına bakın. Coco Chanel, 1962’de Paris’teki atölyesinde çalışıyor. Chanel’in çok ama çok büyük bir hayranıyım. Nişanlımı giydirmeyi çok seviyorlar. Maria Grazia Chiuri’ye de hayranım. Kendini ifade ediş biçimine, yalnızca zanaatı değil işin arkasındaki kişiyi de anlamasına hayranım.
Hastalığınıza yaklaşımınızda yemeğin rolü neydi?
Yemeğin şifa olduğu felsefesine hep inanırım. Bedenimize aldığımız şeyler konusunda çok daha bilinçli olmalıyız çünkü nihayetinde hoş olmayan sonuçlar yaratacaktır. Benim için önemli olan öze dönüp doğayla yeniden bağ kurmaktı. Hem kendim için hem de gezegenin iyiliği için. Yemek yemek de bir tür aktivizmdir. Ebeveynler olarak çocuklarımıza daha iyi bir yaşam sunmak istiyoruz.
Aktivizmden bahsetmişken, pandemi sırasında ikinci restoranınız Petit Crenn’i bir halk mutfağına dönüştürdünüz.
İnsanlar açlıkla mücadele ediyor ve biz de kullanmadığımız bu kadar yemeği ‘israf’ ediyoruz. Bir amaç uğruna yemek yapmak hayatımın en yetkilendirici deneyimlerinden biriydi. Her işletme kazandığının bir kısmını geri vermeyi kendisine misyon edinmeli. Açlıkla mücadelede hepimizin bir yükümlülüğü var. San Francisco şehir merkezinde en son yemek dağıttığımda evsiz bir adam bana yaklaşıp şöyle dedi: ‘Bana çöp yedirmiyorsun. Yemeklerinde sevginin tadını alabiliyorum.’ Yemek insanları bir araya getiren birkaç şeyden biri.
Küçük yaşta evlat edinildiniz. Geçmişiniz bugün olduğunuz kişi üzerinde ne tür bir etkiye sahip?
Bu dünyaya ön yargısız gelmemi sağladı. Biyolojik annem, Fransa’nın işgali sırasında Fransız bir kadın ve Alman bir askerin çocuğu olarak dünyaya gelmiş. DNA testi yaptırıp köklerimin Fransa, Almanya, İtalya ve oradan da Kuzey Afrika ve Berberilere uzandığını öğrendim. Ben bir dünya çocuğuyum ve bu anlayış, doğduğumuz yer ya da cildimizin rengi farklı olsa da aslında hepimizin aynı olduğunu kavramama yardımcı oldu.
Chef’s Table’da “birçok insanın bir yanıt bulmak için San Francisco’ya geldiğini” söylüyorsunuz. Sizin sorunuz neydi ve bir yanıt bulabildiniz mi?
Benim sorum ‘Nerede yaratabilirim?’di. Memleketim Fransa çok güzel bir yer ama orada hep bir anlamda kapana kısılmış hissediyordum. San Francisco son derece liberal ve çokkültürlü bir şehir; bitmek bilmeyen bir yaratıcı enerjiye sahip. Kalbi ve zihinleri açık olanları, bilinmezden korkmayanları ödüllendiren bir şehir. Beni ayakta tutan ve evrilmemi sağlayan da bu merak hissi oldu. Hâlâ da merakımı kaybetmedim.
Courtesy Dominique Crenn
Yaratcılığın en büyük düşmanının başarı olduğu söylenir. Atelier Crenn’i açtıktan sonra daha önce karşılaşmadığınız zorluklar yaşadınız mı?
Daha önce maruz kalmadığım, ABD’de sık sık karşılaştığım yıkıcı bir retorik söz konusu. Bu yılın ilk zamanlarında başıma bir şey geldi. Hastaneden dönüyordum. Kemoterapi nedeniyle saçlarım döküldüğünden ben de başımı sıcak tutması için eşarp bağlamıştım. Altı yaşındaki iki kızım arabanın arka koltuğundaydı. Bir anda kocaman bir kamyon önüme çıkıp bana hakaret etmeye ve ‘ülkeme geri dönmemi’ söylemeye başladı. Polisi aradığımda tek söyledikleri ‘Sizinle böyle konuşma hakkı var,’ oldu. Gidecek çok yolumuz var.
Patti Smith bir defasında şöyle demiş: “Punk rock yaratma, başarılı olma ve başarılı olmama özgürlüğüdür.” Şeflerin sık sık rock yıldızları olarak tanımlandığını düşünecek olursak, başarılı olmama hakkını kendinize sağlıyor musunuz?
Başarı tanımınıza göre değişir. İster rock yıldız ister şef olun, bir hayalin peşinden koşuyorsanız olduğunuz kişiyi kaybetmeniz fazlasıyla kolay. Bu tür şeylerin sizi tanımlamasına izin vermeyin. İnsanlar bana baktıklarında punk rock olduğumu düşünmelerini isterim ama bunun nedeni Michelin yıldızlarım olsun istemem.
Sıkı bir okuyucusunuz ve dört yaşınızdan bu yana şiir yazıyorsunuz. Issız ada kitabınız ne olurdu?
Antoine de Saint-Exupéry’nin Küçük Prens’i. Her okuduğumda daha farklı bir yoğun bir anlam kazanıyor benim için.
Yemeklerinize kişisel anılar ekliyorsunuz. Bu zaman zaman kırılgan hissetmenize sebep oluyordur mutlaka.
Tabağınız bir hikâye anlatmalı. İster sevdiğim biriyle aramdaki samimi bir konuşma ister bir yabancıyla yaşadığım ve bende bir şeyler tetikleyen bir an olsun, yemeklerimin bunu yansıtmasını isterim. Evet, kırılgan hissetmenize neden olabilir ama yaptığım işte mükemmeli yakalayabilmem için, olduğum kişinin katmanlarını yabancılar karşısında soymam gerekiyor. Kırılgan olmak bir zayıflık değil, kuvvettir. En güzeli de kendinizi açtığınızda başkalarına da bunun için ilham verdiğiniz hissi. Modada da böyle. Coco Chanel’in yaratıcılığını açabilmek için kırılganlığına nasıl müsaade ettiğine bakın. Beni hayrete düşürüyor.
Trajik kayıplarla ve kaderin cilveleriyle dolu bir yaşantınız olmasına rağmen son derece ümitvar bir insana benziyorsunuz. Sırrınız nedir?
Çevremizde ne olursa olsun, olaylara iyimser bir bakış açısıyla yaklaşmak bizim elimizde. Kendinizi umutsuz görünen bir durumda bulduğunuzda bile bir ışık huzmesi olduğunu hatırlamalısınız. Nihayetinde, insanlar iyidir. Buna tüm kalbimle inanıyorum.