Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Model ve yerinde durmak bilmeyen it-girl Poppy Delevingne, seyahatlerinden ilham alarak döşediği evinin kapıları açıyor.
İngiliz It girl’lerin en esaslısı, cüretkar bir sarışın, Chanel’in marka elçisi, bütün dünyada partilerin aranan ismi. Moda ve cemiyet çevreleri, Poppy Delevingne’in İngiliz bir havacılık şirketinin CEO’su olan eşi James Cook’la Batı Londra’nın yerleşim bölgelerinden Shepherd’s Bush’ta, çiçeklerle bezenmiş bir sokakta samimi bir aile evine yerleştiğini duyunca şok oldular. “Şunu kesinlikle söyleyebilirim ki taşındığımızdan beri daha da bir ev kuşu oldum,” diyor Poppy. “Zamanımızın çoğu mutfak masasının etrafında geçiyor; bir yanda ben fırında tavuğumu yaparken—oldukça başarısız bir biçimde—diğer yanda James şarabı koyuyor.” Sonra suratında muzip bir tebessümle ekliyor: “Ama arkadaşlarımız geldiğinde işin sonu yine dansa bağlanıyor ve bazen o masaya da çıkılmıyor değil!” Vay be.
Poppy, tam bir Londralı gibi büyümüş. Büyükannelerinden biri Prenses Margaret’ın nedimeliğini yaparken annesi Pandora, gençlik yıllarında şehrin altını üstüne getirmekle meşgulmüş (şimdilerde o çılgın günlerin inişli çıkışlı anılarını topladığı kitabı üzerinde çalışıyor). Yakışıklı babası Charles, gayrimenkul işiyle meşgul ve oldukça hoş ve kendinden emin bir İngiliz erkeği. Tabii ki süpermodel ve oyuncu kız kardeşi Cara Delevingne’i de unutmamak lazım. Gösterişli Belgravia mahallesindeki konforlu aile evlerinde büyüdükten sonra Poppy de kendisi ve James için benzer bir yer bulmaya karar vermiş (Çift, 2014 senesinde evlendi). “Yirmi sekiz yaşında koskoca bir kız olana kadar ailemle aynı evde yaşadım” diyor şimdi 31 yaşına giren Poppy ve kahkahayı basıyor: “Biliyorum, içler acısı bir durum!”
Oturma odasını Designers Guild’in nar kırmızısı viskoz karışımıyla kaplanmış özel yapım Joanna Plant kanepe süslüyor. Bride & Wolfe şimşek aynalar, Hans Koegl palmiye lambalar.
James, şehirde doğmasına rağmen sayfiyede büyümüş ve ikili, şimdilerde zamanlarının yarısını burada geçiriyor. Dolayısıyla bu ev, yani satın almadan önce baktıkları henüz ikinci ev, çiftin kasaba-sayfiye yaşam tarzına çok uygun bir konumda. “Batı Sussex’teki yerimize bir saat içinde varabiliyoruz ki bu, Londra trafiğinde bir mucize” diye anlatıyor Poppy yeni mahallesini. Ayrıca tipik İngiliz tarzının vazgeçilmez bir parçası olarak son bir konfor unsuru da ağır basmış: “Favori barımızın bir taş atımlık mesafede olması tesadüf değil. Şehrin en iyi pizzasını ve birasını The Oak’ta bulabilirsiniz.”
Evin müsait olduğunu kulaktan kulağa duymuşlar. Poppy’nin teyzesinin, çocuklarını okula bırakırken tanıştığı annelerden biri, ailesinin bu evden taşınacağından bahsetmiş ve teyzeden haberi alan ikili, evin kendileri için harika bir yer olacağını düşünmüşler. “İçgüdülerimize güvendik ve ilk görüşte aşık olduk” diyor James.
Ne var ki hiç de öyle küçük bir tadilat olmamış. Mimar Alex Tart’a verdikleri yenileme işi; ortadaki merdivenin yerinin değiştirilmesi, bazı tavanların yükseltilmesi, bazılarının alçaltılması ve hatta Poppy’nin çalışma odasına yer açmak için bahçenin kazılması derken bir seneyi aşkın bir zaman almış. Planlama izinleri çetrefilli olduğu için James’in çizimleri bizzat komşuların kapısına götürüp izinlerini istemesi gerekmiş. Bir noktada Poppy diyor ki, “Kapının eşiğinden durup baktığımda bodrumdan ta çatıya kadar her şeyi görebildiğimi hatırlıyorum. Ortada sadece evin iskeleti kalmıştı ve dedim ki ‘Ben acaba nasıl bir işin içine girdim?’ Neyse ki James var; her zaman pozitifti ve kontrolü hiç kaybetmedi. Onun sayesinde içim rahattı; işlerin hallolacağını biliyordum.” James ise bu en büyük girişimini “Bütçeyi sıkı sıkıya kontrol etmem gerekti!” diye anlatıyor.
Büyük yatak odasının duvarlarını gül pembe Fromental keten kaplıyor. Vintage tavuskuşu sandalye; Claremont kadifeyle kaplı Ensemblier karyola başlığı; Oka yatak örtüsü; The White Co. Nevresim takımı.
Bu çetin süreç tamamlanıp da çatı yerine konduğunda, ikili, Londra merkezli tasarımcı Joanna Plant’in yardımıyla dikkatini iç dekorasyona çevirmiş. “Bizi Poppy’nin teyzesi tanıştırdı ama dekorasyon üzerine anlaşmayı Poppy ile eşim Glastonbury çimlerinde yapmış” diye anlatıyor Plant, Glastonbury derken her yaz İngiltere kırlarında düzenlenen açık hava müzik festivalinden bahsederek. “Poppy’yi tanısanız şaşırmazdınız!” Evde “eğlenmeyi seven yetişkin” estetiğini takip etmiş ki, buna da barla başlamış. “Her eve bir tane lazım!”
Bir yandan Poppy moda çekimleri ve etkinlikleri için dünyayı turlarken diğer yandan James hayatını Batı Sussex ve Heathrow arasında geçiriyormuş; Londra’da yaşayan dekoratör, taslak çizimleri ve fikir panolarını bir kenara bırakıp projenin büyük kısmını grup mesajlarıyla koordine etmek durumunda kalmış. “Çoğunlukla birbirimize mesaj atıyorduk. Bir fotoğraf veya fikrimi paylaşırdım mesela; hangi zaman diliminde olurlarsa olsun hemen cevap verirlerdi. Böylelikle kararlar çabucak alındı.”
Büyük banyoda ipekten, el çizimi De Gournay bir duvar kaplaması var. C.P. Hart küvet ve armatür.
Çiftin evdeki favori bölümleri seyahatlerinden ilhamla tasarlanmış. Petrol yeşili ve okyanus mavisi arasında parlak bir renge boyalı duvarları ve kadife perdeleriyle Paris’teki Hôtel Costes’ten ilham alan oturma odasına James biraz taraflı yaklaşıyor. “Gizemli ve yaramaz bir görüntüsü olsun istedik” diye anlatıyor Poppy. O da bayılıyor bu oturma odasına ama zemin kattaki yeni merdivenin altına iliştirilip tepeden tırnağa Beverly Hills Hotel’in ikonik muz yaprağı desenli duvar kağıdıyla kaplanan misafir banyosuna “kafayı takmış” durumda. “İlk kez gelenlerin burayı gördükten sonraki tepkilerine bayılıyorum” diyor, James. “Bayağı çılgın!”
Tadilat yaptıran bütün çiftler gibi pek çok kez kendi isteklerinden ödün vererek uzlaşmaları gerekmiş ama ortaya çıkan sonuçtan duydukları mutlulukla bunların hepsi unutulmuş. Ancak bir oda var ki Poppy’nin isteğiyle tartışmaya bile açılmamış. “Tek istediğim pembe bir yatak odasıydı ama James bir türlü ikna olmadı” diyor Poppy. “Şimdiyse pembeye bayılıyor çünkü kış aylarında tıpkı bir koza gibi, huzur veriyor.” Yüzünde yine o muzip tebessüm: “Ya da James beğenmiş gibi yapıyor.”